“Afrika yoksul değil yoksullaştırılmıştır” ifadesi günümüzde yaygınlık kazanmış önemli bir tespittir. Bu tespiti destekleyecek pek çok örnek verilebilir. Güney Afrika, Botsvana, Sierra Leone, Orta Afrika Cumhuriyeti gibi ülkelerdeki zengin elmas yatakları; Sudan, Angola, Nijerya gibi ülkelerdeki petrol yatakları; Nijer ve Kongo gibi ülkelerdeki zengin uranyum yatakları; Etiyopya, Kenya, Ruanda ve Burundi gibi ülkelerdeki yüksek kaliteli çay ve kahve bahçeleri; Tanzanya ve Madagaskar gibi ülkelerin egzotik doğası, sayabileceğimiz zenginliklerden sadece birkaçı. Ne var ki, bu zenginliklerin sıradan halkın günlük yaşamına büyük katkıda bulunduğunu söylemek gerçekten çok zor. Azınlık bir kesimin tekelinde tuttuğu maddi zenginlikler Afrika’da sınıflar arası uçurumlara sebep oluyor. Bu sosyal dengesizlik, bir tarafta zengin bir azınlık diğer tarafta aşırı yoksul bir çoğunluk olarak karşımıza çıkıyor.
Bu zamana kadar Afrika’ya yapmış olduğumuz seyahatlerde şahit olduğumuz insan manzaraları bu görüşü doğrulamaktadır. Bir tarafta ultra lüks içinde yaşayan az bir nüfus diğer tarafta ise sefalete mahkûm edilmiş büyük bir çoğunluk hemen göze çarpmaktadır. Yönetici elitin etrafında kümelenen küçük bir sermaye grubu, onun da altında ezilen ve sefalete mahkûm edilen büyük bir halk kitlesi adeta yaşam mücadelesi vermektedir. Bu yüzden insani yardım alanında faaliyet yapan İHH’nın da Afrika’daki öncelikli hedeflerinden biri yoksul kesimlere yardım ulaştırmak ve insan onurunu zedeleyen hallerin ortadan kaldırılmasına yardımcı olmaktır.
Afrika’nın yoksullaştırılması süreci kolonyal dönemle başlayarak günümüze kadar devam etmiştir. Kolonyal süreçte, yer üstü ve insan kaynakları, sömürü düzeni içinde Batı metropollerine taşınırken Batı giderek zenginleşmiş, Afrika da giderek yoksullaşmıştır. Afrika ülkelerinin bağımsızlıklarını almalarının ardından sömürü geleneği Afrikalı elitler üzerinden benzer şekilde devam etmiştir. Bu sayede zengin küçük bir elit tabakanın yanı sıra yoksul halk yığınları ortaya çıkmıştır.
Çok zengin yer altı ve yer üstü kaynaklarına sahip Afrika’nın yoksul olmadığını hepimiz biliyoruz artık. Ancak sınıflar arasında ya da belli topluluklar arasında ekonomik yönden uçurumların olduğu gerçeğini de yadsıyamayız. Bu uçurum zaman zaman etnik gerilimleri körükleyen ayrılıkçı silahlı hareketlere dönüşürken, zaman zaman da sınıflar arasında gerilimler doğurmakta. Bu tür gerilimler pek tabii ki Afrika ülkelerinde toplumsal huzuru doğrudan zedelemekte.
Güney Afrika’nın en zengin semti Sandton ile en yoksul semti Alexandra arasında sadece bir otoban var ya da Sudan’ın lüks villalarla dolu Riad, Taif gibi semtleri Umbedde, Mayo gibi yoksul mahallelerine çok da uzak olmasa da aradaki ekonomik uçurum gerçekten aşılamaz boyutlarda. Hafta sonunu Paris ve Londra gibi farklı ülke şehirlerinde alışveriş yaparak geçiren zengin kesim, düşünün Soweto gibi kenar mahallelerde dağıtılan ekmeğe hücum edenlerden bihaber, kendi ülkesinin gerçeklerinden uzak yaşıyor. Bu denli büyük bir eşitsizliğe şahitlik ederken belki de sorulması gereken öncelikli sorular şunlar olmalı: Afrika’nın zenginlikleri nereye akıyor? Ya da bu zenginlik neden halka yansımıyor?
Mevcut küresel resme bakıldığında hâlâ günlük geliri 1,90 doların (5,6 lira) altında yaşayan büyük bir kitle bulunmakta. Dünya nüfusunun 1 milyara yakını bu gelir seviyesinde yaşıyor. Afrika’daki sayılar ise oldukça sarsıcı. Kıta nüfusunun neredeyse yarıya yakını aşırı yoksulluk sınırında yaşıyor. Sahra-altı Afrika’da günlük 1,90 dolar ile yaşayanların genel nüfusa oranı %43 dolaylarında. Bu kitle eğitim, sağlık ve barınma gibi temel hizmetlerden yararlanamıyor; evine ekmek götürmekte zorlanıyor; hastalanınca ilaç alacak parayı bulamıyor; çoluk çocuğuna düğün yapamıyor; kimi zaman başını sokacak bir haneden yoksun yaşıyor. Kader gibi görünen bu durum elbette ki küresel ekonomik sistemden kaynaklanan adaletsiz gelir dağılımının bir yansıması sadece.
Bu çerçevede son günlerde basına yansıyan iki örneği paylaşmak yerinde olur sanırım. Bugünlerde Nijerya’da önemli gelişmeler yaşanıyor. 2015’in ortalarında göreve gelen yeni hükümet, yolsuzluk dosyasını açtı ve ülkede buharlaşan paraların peşine düştü. İncelemelerin ilk adresi elbette ki silahlı kuvvetler, yani ordu oldu. Aralarında emeklilerin de bulunduğu 12 ordu mensubunun Ekonomik ve Finansal Suçlar Komisyonu tarafından soruşturulmasına izin verildi. Söz konusu yolsuzluğun tutarı ise 2,1 milyar dolar. Bu rakam Nijerya da dahil pek çok ülke için muazzam bir para demek gerçekten. Bu para birilerinin cebine girmek yerine Nijerya’da eğitim ve sağlık gibi alanlara aktarılabilseydi pek çok insanın faydalanacağı kamu hizmetlerine dönüşmesi mümkündü elbette.
Öte yandan diğer örnek ise Etiyopya’yı ilgilendiriyor. Ülkede 10 milyon insanın hayatını yakından ilgilendiren kuraklığın yol açtığı açlık felaketini önlemek için acil olarak 1,4 milyar dolara ihtiyaç var. Etiyopya hükümeti yaptığı uluslararası çağrılarla bu parayı denkleştirmeye çalışıyor. Acil müdahale zamanında gerçekleşmezse ülkenin kuzeydoğu ve güney kesimlerinde açlıktan ölümlerin başlama riski var. Halkın yoksulluğu bu tür kuraklık dönemlerinde dayanma süresini kısalttığı için hızla insan ölümleri ile sonuçlanabiliyor.
Afrika’nın yer altı ve yer üstü kaynakları kolonyal sömürü sonucunda uzun süreler Batı’ya taşındı. 20. yüzyılın ortalarında sömürgecilik resmen sona ererken bu yeni dönemde yerli elitler üzerinden yeni bir sömürgecilik dönemi başladı. Şeffaflığın olmadığı bu yeni dönemde halka ait kaynaklar, Nijerya örneğinde olduğu gibi, bir kesim insanların cebine akmaya başladı. Azınlık bir kesim maddi refahın tadını çıkartırken büyük halk kitleleri günlük 1,90 dolar gibi düşük bir gelirle yaşamaya alıştırıldı. Altyapı ve sosyal hizmetlerden faydalanamayan bu kesim maalesef yoksullaştırılmanın mağduru oldu.
Yolsuzluklar ve kaynakların kötü idaresi sonucunda ortaya çıkan adaletsiz gelir dağılımı, Afrika’da pek çok ekonomik, siyasi ve dinî sorunun temelinde yatıyor. Özellikle maden ve petrol yatakları bulunan ülkelerde sistemleşmiş bir politik yolsuzluk çemberi bulunmakta. Nijerya Devlet Başkanı Muhammed Buhari’nin ifade ettiği gibi, yolsuzluk önemli bir insan hakları ihlali çünkü kamu hizmetlerinde kullanılacak fonlar birilerinin kişisel hesaplarına akmakta. Afrika’da halihazırda devam eden etnik, dinî ve tabakalar arası çatışmaların büyük bölümünün kaynak dağılımıyla yakından ilgili olduğunu unutmamak gerekir. Bu yapısal sorunlar daha şeffaf, adil ve kapsayıcı bir yönetim tarzını gerektiriyor. Afrika bu dönüşümü gerçekleştirdiğinde küresel sahnede hak ettiği yeri mutlaka alacaktır.