Pazartesi, Ağustos 22, 2011

Türkiye'nin Afrika Yaklaşımı


TÜRKİYE’NİN AFRİKA’YA YAKLAŞIMI NASIL OLMALI?


Serhat Orakçı (serhatorakci@gmail.com)


Dünya Bülteni, Ağustos 2011


Türkiye devlet olarak Somali’de farklı bir yaklaşım benimsemeli. Gıda yardımını, hastane inşaatını vs. insani krizlere duyarlı Türk halkı ve Sivil Toplum Kuruluşlarımız halleder zaten T.C’nin bu Somali meselesinin bam teline dokunacak işler yapması, Somali’nin ve genel itibariyle Afrika’nın bu hale gelmesine yol açan yapısal, siyasi sorunlara el atması beklenmeli.


Somali’nin içine düştüğü kriz bir gece de çözülemez. Bu kriz sadece yağmurlarla, kuraklıkla, iklim değişikliği ile de açıklanamaz. Somali meselesinin altında yapısal sorunlar yumağı yatmaktadır. Devletin olmadığı, yirmi yıldır iç savaşın yaşandığı, en azından basit bir tarım politikasının dahi olmadığı on milyonluk bir coğrafyadan bahsediyoruz. Öyle bir yer ki insanlar karınlarını doyurmak için yüzlere kilometre aç susuz yürümekte, evlerini ocaklarını terk edip yollara düşmekte ve bazıları bu umut yolculuğunda can vermekte. Hem de bu burnumuzun dibinde dünyanın gözü önünde gerçekleşmekte.


2005 yılından bu yana Afrika için açılım politikası yürüten Türkiye kilit bir rol oynamak, Somali meselesinin gerçek çözümünü istiyorsa bu ülkeyi ve genel itibariyle Afrika’yı bağımlı ve kırılgan hale getiren Batı endeksli politikaların dışına çıkmalı. Türkiye Batılı politika yapımcıları ve bunun uygulayıcısı Birleşmiş Milletler gibi kurumların ortaya koyduğu çözüm önerilerini bir kenara itip önderlik ettiği bir blok kurmalı.


Türkiye’nin Afrika’ya yaklaşımı bu temele oturursa işte o zaman Türkiye hem Afrika’nın hem de kendisinin bu coğrafyadaki kaderini derinden etkileyebilir. Türkiye Afrika Birliği, Arap Birliği, İslam İşbirliği Teşkilatı(İİT) gibi kurumları mobilize ederek sorunun temeline inen çözümlerle bu işin üstüne gitmeli. Türkiye, Afrika’da Batılı kurumlarla ve onların mantığı ile hareket etmeyi bırakıp kendi özgün politikasını geliştirmeli. Örneğin Amerika’yı askeri üstler ve kontrol noktaları kurmaktan, gizli hapishaneler açmaktan ve Kızıl Deniz üzerine konuşlanmaktan Birleşmiş Milletleri de bu ve benzeri işlere alet olmaktan vazgeçirmeli. Bu güne kadar Türkiye tarafından uygulanan Afrika Açılım Programında ekonomik söylemlerin ve beklentilerin dışında bunu gördüğümüz maalesef söylenemez. Türkiye’nin suya sabuna dokunmadan, küresel güçlerle mücadele etmeden, diktatörlerle yüzleşmeden Afrika’da yapabilecekleri çok sınırlı kalacaktır.


Somali’nin içine düştüğü durum Güney Afrika, Mısır, Fas gibi birkaç ülkeyi saymazsak herhangi bir Afrika ülkesinin her an başına gelebilecek bir kriz halidir. Tek bir doğal kaynak ya da tarımsal ürün ihracatına dayalı ekonomik yapılar bir yerde tıkanma riski her zaman taşımaktadır.


Batılı ülkelerin ve BM’nin bugüne kadar Afrika’da uyguladığı politikalar, yaptırımlar, ambargolar ve stratejiler bu ülkelerin kalkınmalarını gerçekten hedeflemediği gibi tam tersini daha bağımlı ve kırılgan hale gelmelerinin önünü açmıştır. Serbest piyasa, demokrasi, özelleştirme gibi dayatmalar bu ülkeleri küresel kapitalist sisteme entegre ederken her açıdan kaybedecekleri bir ortam hazırlamıştır. Gelişme ihtimali olan bütün sektörler ve iş kolları yok edilmiş, Batı’nın mallarını sattığı bir pazar haline gelmiş zaman zaman jeo-politik ve askeri amaçlarına hizmet etmiştir.


Yapılması gereken bu ülkelerle işbirliği yaparken bu ülkelerde tarımsal modernizasyonu ve sanayi üretimini teşvik etmek, sanat ve el becerilerini canlandıracak ortamlar hazırlamak ve en önemlisi de eğitim alanında öncülük, Batılı işgal güçlerini ve Afrikalı diktatörlerin halkları hiçe sayan bencil emellerini törpülemektir. İşgal güçlerinin izlediği politikalara Osmanlı devrinden bu yana aşina olan Türkiye’nin bu konuda yapabileceği ve oynayabileceği çok fazla rol bulunmakta. Önemli olan bu ülkelerin bağımsız tarım politikaları geliştirebilmesi, kendi kaynaklarını kendi halklarının çıkarına kullanabilmesidir. Türkiye bu kıtada bir şeyler yapacaksa bu anlayışın önünü açacak ciddi adımlar atmalı ve tavır almalıdır.

Aksi taktirde bu bağımlılık sürdükçe insani krizlerin patlak vermesi sadece zaman meselesidir. Beş yıl sonra başka bir ülkede on yıl sonra gene Somali’de aynı sorunlar nüksedecektir. Bu manzara içimizi acıtıyorsa birey olarak bizler kendimize devlet olarak da başımızdaki yöneticilerin izledikleri yaklaşım tarzında gerekli ayarlamaları yapması gerekmektedir.

Cumartesi, Ağustos 20, 2011

SOMALİ ve KURAKLIK

SOMALİ ÇIKMAZI


Serhat Orakçı (serhatorakci@gmail.com)


Dünya Bülteni, Ağustos 2011


Doğu Afrika, özellikle Somali, açlıkla mücadele ediyor. 12 milyona yakın insanın hayatı büyük risk altında. Çocuklar ölüyor, insanlar kitleler halinde göç ediyor.


Bölgede açlık alarmı veren Birleşmiş Milletler son 60 yılın en büyük felaketi olarak nitelendirdi durumu. Çözüm için 1.6 milyar dolara acil ihtiyaç var. Amerika gerek yaşadığı finansal kriz nedeniyle gerekse de Somali'ye karşı Amerikan toplumunun negatif algılaması nedeniyle soruna katkı sağlamaktan uzak. Benzer şekilde Avrupa Birliği de ekonomik sıkıntılar nedeniyle çözüm üretmekten uzak.


Somali, İslam İşbirliği Teşkilatı(İİT), Arap Birliği ve Afrika Birliği üyesi. Sivil Toplum Kuruluşları karınca kararınca bir şeyler yapıyor ama olayın büyüklüğü geniş çaplı bir işbirliği gerektiriyor. Ve maalesef geç kaldığımız her gün birileri açlıktan kıvranarak ölüyor.


1992 yılında Somali gene aynı şekilde kuraklık yaşamış ve 450 bin kişi açlıktan ölmüştü. O dönemde duruma müdahale etmek adına bölgeye giren Amerika ve BM Barış Gücü durumu daha da karmaşık hale getirmekten başka bir şey yapmadı. Amerika'nın askeri müdahalesi hüsranla sonuçlandı nitekim iki yıl sonra 1995 yılında BM ve Amerika ülkeyi iç savaşa terk ederek bölgeden ayrıldı. Ancak Amerika'nın Somali ve Doğu Afrika'ya ilgisi hiç de azalmadı. Somali'nin Kızıl Denizi ve Bab el Mendeb boğazını kontrol eden stratejik pozisyonu gereği de bu ilginin azalması beklenemezdi.


Etiyopya üzerinden siyaset yapan Amerika Etiyopya'yı destekleyerek Somali'yi kontrol etmeye çalıştı. BM ve Etiyopya desteğiyle Somali'de geçici bir hükümet kurdurdu. Ülkenin güney bölgelerini kontrol altına alan Eşşebab hareketini El Kaide'nin uzantısı olarak tanımladı. Bölgede baş gösteren korsanlık faaliyetlerini durdurma söylemiyle askerlerini bölgeye yerleştirdi.


Bu gelişmeler ışığında 2011'e giren Somali benzer bir açlık kriziyle tekrar başbaşa. Durum gösterdi ki son 19 yılda içeride ve dışarıda uygulanan politikalar ülkeyi uçurumun kenarına getirdi. Milyonlarca insanın hayatı risk altında; ölüm kalım savaşı verilmekte. Açlık alarmı verildiği tarihten bu yana Eşşebab ile Geçici Hükümet güçleri arasındaki çatışmalar azalmadı aksine şiddetlendi. Geçici Hükümet Eşşebab ile mücadele edebilmek için asker sayısını 9 binden 20 bine çıkartmayı amaçlıyor. Eşşebab Somali'nin başkenti Mogadişu'nun büyük bölümüne hakim ve halkın alış-veriş yaptığı ana pazarları elinde tutuyor. Somali iç dinamiklerini harekete geçiren Eşşebab-Geçici Hükümet gerginliğinin kısa sürede sona ermesi zor görünüyor.


Kuraklık ve kıtlık üzerinden yürütülen siyaset hakim havada. Geçici hükümet ve Amerika Eşşebab'ı yardım malzemelerini engellemekle suçlarken Eşşebab'da yardımın başka maksatlarının olduğunu, yardım çalışanlarının istihbarat elemanı gibi çalıştığını savunuyor. Kenya ve Etiyopya ülkelerine intikal eden mülteci sayısında daha fazla artış istemezken yeni kamplar açılmasında da isteksiz davranıyor. Ancak yerini yurdunu terkeden halk mülteci kamplarına sığınıyor.


Somali'nin şu anki durumunun sebeplerini sömürgecilik döneminden kalan mirasla da ilişkilendirmek olasıdır. Ülkenin güneyini sömüren İtalya ve ülkenin kuzeyini sömüren İngiltere farklı toplumsal yapılar inşa etmiştir. Bu ikili yapı halen daha devam etmektedir. 1991 yılında diktatör Siyad Berri'nin devrilmesinin ardından bağımsızlığını ilan eden kuzey Somali bölgesi Somaliland olarak ayrılmıştır. Bu ayrım resmen tanınmasa da ikili yapı günümüze kadar gelmektedir. Ülkenin güneyini sömüren İtalya, tarım ürünleri üretiminde toplumsal ihtiyaçtan ziyade İtalya ve Avrupa'nın ihtiyaçlarını öncelemiş buna göre tarımı yeniden organize etmiştir. Üretilen pamuk ve susam gibi ürünler Avrupa'ya taşınmıştır. Toprağa uymayan ürünlerin üretilmesinin doğal bir sonucu olarak ise toprak zamanla verimsizleşmiştir. Bu dönemde sanat ve zanaata bağlı meslek dalları bitme noktasına varmış ülkedeki alternatif iş dalları yok olmaya yüz tutmuştur.


Gene bu dönemeden geriye kalan başka bir miras ülkenin sınırlarıdır. İngiliz güçleri ülkeden çıkmalarına yakın bugün Cibuti olarak bilinen yeri hileli bir referandum ile Somali'den ayırmışlardır. Daha sonra Somali topraklarının bir bölümünü Etiyopya'ya bir bölümünü de Kenya'ya bırakmıştır. Somali bu toprakları geri almak için uzun mücadeleler vermesine karşın hiçbir şey elde edememiştir. Bu sınır sorunu Etiyopya-Somali, Kenya-Somali ve Cibuti-Somali çekişmesinin merkezinde yatmaktadır.


1884 Berlin Konferansına kadar tarih sahnesinde istikrarlı bir seyir izleyen Somali bu tarihten sonra istikrarsızlaşmıştır. Uzun bir süreç sonunda günümüzde bu istikrardan uzak hal devam etmektedir. Bu noktada birçok soru akla gelirken belki de sorulması en faydalı soru Somali halkına yardım noktasında neler yapılabileceğidir.


Şu an devam eden açlık krizinin çözümü için bölgeye gıda malzemesi gönderilmesi gerekmekte. Bunu farklı kanallardan, İHH gibi sivil toplum kuruluşları üzerinden yapmak mümkün. Krizin devamı noktasında gene yapılması gereken Somali'nin güney bölgelerinde su kuyusu açılmasını teşvik etmek, balıkçılık gibi alternatif iş kollarının geliştirilmesine yardımcı olmaktır. Afrika'nın en uzun sahillerine sahip ülkesi Somali'de sanat ve el becerilerine bağlı mesleki işlerin teşvik edilmesi de gerekmektedir. Uzun vadede ise Somali'nin bağımsızlığı ve dış güçlerden arındırılması için İslam ülkelerinin ortak girişimlerde bulunarak bu yönde çalışmaları gerekmektedir.