Cuma, Haziran 25, 2010

AFRİKA'DA LİDERLİK SORUNU

Afrika’da Liderlik Sorunu
Serhat Orakçı
Dünya Bülteni, Haziran 2010

Afrika’nın en büyük açmazlarından biri belki de ‘liderlik sorunu’ ya da hali hazırdaki liderlerin alternatifsiz oluşu. Afrika’da yaşanan sorunlara ülke liderleri perspektifinden bakıldığında, bir çok Afrika ülkesinde hala 70’lerde ve 80’lerde iş başına gelmiş, dünyadaki değişime ayak direyen yöneticilerin yönetimde olduğu dikkat çekmekte. Bu liderlere 1967’de başa geçen Gabon Devlet Başkanı El-Hac Ömer Bongo Ondimba, 1969’da başa geçen Libya Devlet Başkanı Kaddafi, 1987’den beri Zimbabve’yi yöneten Robert Mugabe ve 1982’de başa gelen Kamerun Devlet başkanı M. Paul Biya örnek verilebilir. Geçtiğimiz yıl hayata veda eden Gine Devlet Başkanı Lansana Conte’de 1984’den beri ülkesini yönetmekte idi.

Soğuk savaş döneminin etkili olduğu siyasi bir ortamda devlet başkanı olmuş bu ülke liderlerini ‘Eski Kuşak Yönetciler’ olarak adlandırabiliriz. İş başına geliş şekilleri ve yönetim ilkeleri birbirine benzeyen bu liderlerin en önemli özelliği bulundukları çevrede alternatifsiz olmaları. Bir diğer özellikleri ise kendilerine muhalefet eden grupların güçlenmesine asla izin vermeyen bir yönetim anlaşıyla ülkelerini idare etmeleri ve düyadaki değişimi önemsememeleri. Geçtiğimiz yıl Gine’de gerçekleşen askeri darbe aslında bu bağlamda irdelenebilir. Hatırlanacağı gibi 24 yıl Gine’yi yöneten Lansana Conte’nin ölümünün ardından daha 24 saat bile geçmeden bir grup asker yeniden darbe yaparak idareyi ele aldığını açıkladı. Kan dökülmeden gerçekleşen darbe askeri darbelere alışık halk nazarında da çok çabuk kabul gördü. Lansana Conte’nin yönetimde bulunduğu süre zarfında kendine alternatif olacak bir yönetim kadrosu bırakmaması ülkeyi ani bir krizin içine düşürdü. Gine’nin içine düştüğü ‘alternatifsizlik krizine’ daha önce birçok Afrika ülkesi de düştü ve düşmeye devam edecek.

Darbeye karşı diğer Afrikalı liderlerden gelen tepkiler de ez az Gine’de yaşananlar kadar ilginçti. Kendileri de darbe ile iş başına geçmiş bazı liderler Gine’deki darbecileri hemen tanırken Batı tarzı demokrasiyi benimsemiş Afrika Birliği darbeyi demokrasi zaafiyeti olarak değerlendirip Gine’nin birliğe üyeliğini askıya aldı. Afrika Birliği bünyesinde kurulan ticari komisyonlar da Gine’nin komisyonlardaki aktivitelerini durdurma kararı aldı. Ama mesela Libya Devlet Başkanı Kaddafi ve Senegal Devlet Başkanı Abduley Ware hiç vakit kaybetmeden Gine’deki darbeci yeni lider Camara’nın desteklenmesi gerektiğini savundular.

Bütün dünyada yeni kuşak dinamik liderlerin iş başına geçtiği düşünüldüğünde Soğuk Savaş dönemi siyaset psikolojisi ile ülke idare etmeye çabalayan Eski Kuşak Afrikalı Liderler yerlerini genç ve dinamik kadrolara bıraktıkça Afrika’nın kara talihinin değişeceği mutlak. Soğuk savaş döneminde iki kutuptan birini diğerine tercih eden Afrikalı liderlerin soğuk savaşın sona ermesine rağmen halen bu siyasi mantıkla hareket etmeyi sürdürdüklerini görmekteyiz. O dönemde Amerika’ya karşı Rusya kozunu yahut tam tersini oynayan devlet başkanları şimdilerde Rusya yerine yeni küresel aktör Çin’i politik tercihlerine angaje etmekte. 2000’li yılların başından beri dünyada değişmekte olan güç dengelerini ve dahası değişen yönetim anlayışını iyi okuyamayan bu eski kuşak liderler şimdilerde ya tamamen Çin’den yana ya da tamamen Amerika’dan yana tavır sergileyerek ülkelerindeki doğal kaynakların sömürülmesine göz yummakta. Aynı zihniyet, işin daha da kötüsü sırf yönetimde kalabilmek adına ülkelerinin geleceğini küresel güçlerin insiyatifine terketmekte hiçbir beis görmemekte.

İyi bir lider ülkesinin geleceği için nerede bırakması gerektiğini de bilmelidir muhakkak. Bu konuda Nelson Mandela tüm Afrika’lı liderlere güzel bir ders vermiştir. Her türlü yasayı kendi çıkarları doğrultusunda değiştirmek yerine, buna imkanı varken, ve halk nazarında ölene kadar Güney Afrika’yı yönetebilecekken o bu işi kendinden sonra gelen genç kuşaklara bırakmayı yeğlemiştir. Ve bu sayede Nelson Mandela Afrika halklarının nazarında büyük bir saygınlık kazanmış ve Afrika’nın efsanevi lideri olmuştur. Hiç şüphesiz Afrika ülkelerindeki lider profili olumlu yönde değiştikçe, kendine güvenen ve yolsuzluktan uzak kadrolar iş başına geldikçe kıtanın makus talihi de olumlu yönde değişecek ve kıtanın doğal zenginlikleri kıta halkının yararına hizmet edecektir.

Pazartesi, Haziran 21, 2010

Güney Sudan-Juba Gezi Notları

Güney Sudan-Juba Gezi Notları

Serhat Orakçı

Dünya Bülteni, Haziran 2010

Şehrin göbeğinde iki katlı pembe bir malikane gösteriyor Ali. “Burası Salva Kiir’in yeri” diyor. Bahsettiği kişi kovboy şapkasını başından çıkartmayan Güney Sudan Devlet Başkanı ve aynı zamanda Sudan Devlet Başkan Yardımcılığını yürüten Salva Kiir Mayardit. Pembe malikanenin hemen on metre ilerisinde üç beş kuzu otluyor ve kulubemsi evlerden çıkan kadınlar tel örgülere çamaşır seriyor. Araba ilerledikçe yol üstünde farklı tabelelar gözüme çarpıyor: UNDP, WHO, Unicef, New York Hotel, Welcome Juba...



Fazla değil yedi ay sonra Referandum var Güneyde. İsterse Sudan’dan tamamen ayrılıp bağımsız bir devlet olduğunu ilan edecek. Bu göründüğü kadar kolay olmayabilir. Güney Sudan’ın başkenti Juba büyük ama hala çok cılız. Şehirde üç katlı bina görmek bile neredeyse imkansız. Şehrin iki üç kilometre dışında kabile yaşamı başlıyor. Katetmesi gereken çok yol var gibime geliyor.


Şehir nüfusunun 1 milyonun üstünde olduğunu öğrendiğimde pek şaşırmadım. Oysa daha beş sene önce 200 bin nüfuslu bir yermiş Juba. Dışardan devamlı göç alıyor ve aldıkça genişliyor. Uganda, Kenya, Etiyopya ve Orta Afrika Cumhuriyeti ile karayolu bağlantısı ve aynı zamanda günlük uçak seferleri var. Sadece Afrikalılar değil Pakistan, Hindistan’dan gelenleri bile görmek mümkün. Şehir merkezindeki Konyo Konyo çarşısı oldukça hareketli. Yan yana sıralanmış küçücük dükkanlarda ananastan cep telefonu kadar herşey satılıyor. Ama fiyatlar dudak uçuklatıyor. Hartum’da 5 Cüneyhe aldığım seyyar şarj cihazı için 20 Cüneyh istiyor satıcı. Hayret içinde kaldığımı görünce “Eeee burası Juba” diyor sırıtarak.

Sudan’ın başkenti Hartum’da alışık olduğum yan gelip yatma, sıcaktan ayılıp bayılma sendromu burada yok. İklim kuzeye göre oldukça farklı ve yaşanabilir. Tropikal iklim kuşağındaki Juba senenin 6-7 ayı yağmur aldığından olsa gerek yemyeşil. Şehrin etrafındaki tepeliğe gidip şehre bakıyoruz. “Burası Jebel Kucur” diyor mihmandarım Ali. Aşağıda dümdüz bir arazi. Ağaçlar, evler ve diğer uçta akıp giden Beyaz Nil Nehri var. Tepeliğin eteğinde toplanmış gençler kurdukları çakıl tepelerinin kenarında iskambil oynuyor. Oyun bitince birazdan kalkıp gene taş kırmaya devam edecekler. Güzel bir sistem oluşturmuşlar kendilerince. İçlerinden biri tepenin yüksek bir noktasına çıkarak irice taşları aşağıya yuvarlıyor. Bir alt sıradaki bu iri taşları balyozla döverek bir kaç parçaya ayırıyor ve aşağıya atıyor. Onun altında çalışan gençler bu taşları bir kenarda toplayarak kümeliyorlar. Bir kısmını da kırarak daha küçük çakıl taşı kıvamına getiriyorlar. Böylece sekiz on kişilik bir grup organize olarak inşaat sektörü için küçük bir taş tesisi oluşturmuş oluyor. “Ekmeğini taştan çıkarmak” deyimi tam da bu gençlere yakışıyor.



Kucur tepeliğinin biraz ilerisinde büyük bir otoyol çalışması var. Ömer El Beşir’in Güney Sudan halkına hediyesi olduğunu öğreniyorum. Yoldaki hummalı çalışma devam ederken yağmur çiselemeye başlıyor. İki yıl önce Salva Kiir tarafından açılan Nyokuron Kültür Merkezi ilgimizi çekiyor. Hoş tabelasına ve bahçesine rağmen içeride pek birşey bulamıyoruz; takım elbise ve iskarpin ayakkabılar satan dükkanın dışında. Ülkeye damgasını vuran ‘yokluk’ burada da karşımıza çıkıyor. Şehrin içinde ilerledikçe sağlı sollu bira solunlarını ve çok sayıda oteli geride bırakıyoruz. Şeriatla yönetilen Sudan’da içki satmak, almak, aracılık etmek büyük suç aslında. Ama güneyde bu kural da değişiyor. Kenya’dan ve Uganda’dan getirilen bol miktarda içki çok sayıda birahane açılmasına olanak veriyor anlaşılan.

Şehirdeki son durağımız Nil kenarındaki Juba Otelinin kafeteryası. Gerçekten çok hoş bir manzara çıkıyor karşımıza. Nil nehri ayalarımızın dibinden usul usul akıp gidiyor akşam serinliğinde. İki yakayı birbirine bağlayan eski demir köprü görünüyor ilerde. Tek tük balıkçı tekneleri gözümüze çarpıyor. Güneş batarken Uganda’dan yola düşen Nil usul usul Hartum’a doğru akmaya devam ediyor.


Kendi içinde özerk yapıda olan Güney Sudan’ın başkenti Juba’da yaşam kuzeydekinden oldukça farklı geldi gözüme. Kuzeyin beyaz cellabiyeli erkeklerine ve tesettürlü kadınlarına rastlamak imkansız. Kuzey güney arasında bayraklar ve tatiller bile farklı. Kuzeyin resmi tatili cuma-c.tesi iken güneyin resmi tatili c.tesi-pazar. Kuzey Arapça konuşurken güneyde İngilizce daha yaygın kullanılmakta.

Osmanlı yönetiminin Sudan’da en son ilerlediği nokta bugün Güney Sudan’ın başkenti olan Juba şehriymiş. 1900’lü yılların başından beri sadece misyonerlerin eğitim ve sağlık faaliyeti yürüttüğü Güney Sudan, Sudan’ın diğer bölgelerine göre oldukça geri bence. Zaten bu bölgenin hiristiyanlaşması da bu misyoner okulları aracılığıyla gerçekleşmiş. 1950’lere kadar Güney Sudan’da hiçbir resmi devlet okulu açılmamış. Kuzey ile Güneyi karşı karşıya getiren iç savaş 1985’de başlayıp 2005 yılına kadar devam etmiş. Bu süre zarfında büyük göç hareketleri yaşanmış. 2005 yılında iki tarafın yaptığı ateşkes anlaşması gereği Güney Sudan 2011’in Ocak ayında referanduma gidiyor. İç savaş yıllarında büyük yıkıma uğrayan bölge her açıdan geri kalmış durumda. Ayrılmasına şimdiden kesin gözle bakılsa da Güney’in idari yapısı oldukça zayıf ve arada 3-5 yıllık bir geçiş süreci olması gerekiyor. Bu süre zarfında kuzey-güney ilişkilerinin normal seyretmesi beklenebilir sanırım. Uganda, Kenya, Etiyopya ve Orta Afrika Cumhuriyeti ile sınırı bulunan Güney Sudan bu çevre ülkeler ile sınır ticareti yapıyor. Siyasi istikarı sağlaması durumunda hızla gelişebilecek bir bölge. Doğal kaynakları oldukça fazla. Şu an Sudan petrollerinin %70’i güneyden çıkıyor. Tarıma henüz hiç açılmamış bakir toprakları mevcut. Kafamdan güneyle ilgili farklı düşünceler geçerken Ali hissetmiş gibi “Hükümet bu yıl içerisinde tarım projelerine ağırlık verecek.” diyor.

Üç günlük kısa gezim bittiğinde Juba Havalimanının yolunu tutuyorum. Hava parçalı bulutlu. Geliş ve gidiş olmak üzere 200 m2’lik iki salondan oluşan uluslararası havalimanı tıkıştıkış. Pistte BM uçağı bekliyor. Çıkış işlemleri bittiğinde ilginç bir üst baş aramasından sonra yolcu bekleme salonuna geçiyorum. Yanımda bekleyen Pakistanlı iş adamı Wau’a gideceğini söylüyor. Peşinden elektrikler kesiliyor. Havalimanı karanlığa gömülüyor. Uçak anonsları kesiliyor. Yağmur giderek şiddetleniyor. Beş saat yağmurun kesilmesini ve uçakların kalkmasını bekliyoruz. Sonunda eski bir Rus uçağıyla havalandığımızda Güneyin yemyeşil arazilerini bir bir geride bırakarak kuzeyin sıcak çöllerine doğru yol alıyoruz.