Cumartesi, Aralık 18, 2010

Güney Sudan Bağımsızlık Referandumu

GÜNEY SUDAN REFERANDUMA GİDİYOR
Yazan: Serhat Orakçı
Dünya Bülteni, Aralık 2010

Sudan’ın yarı-özerk statüdeki Güney Sudan bölgesi bağımsızlık oylaması için gün sayıyor. 9 Ocak 2011’de yapılması beklenen oylama birçok yönden tarihi dönüm noktası olarak değerlendiriliyor. Neredeyse Türkiye büyüklüğündeki bölgede 10 milyon civarında nüfus yaşamakta ve bölgede Hıristiyan çoğunluğun yanında Animistler ve Müslüman azınlık yaşamakta. Bağımsızlık oylaması için öngörülen seneryolar arasında bölgenin tamamen Sudan’dan ayrılarak yeni bir devlet kimliğine bürünmesi ihtimali de bulunmakta. Bölgenin ayrılması durumunda ise Türkiye büyüklüğüne bir kara parçasının ve 10 milyon nüfusun Sudan’dan kopması bekleniyor. Bu nedenle Sudan ve Doğu Afrika için tarihi dönüm noktası olarak değerlendirilen referandum yerel ve uluslararası kamuoyu ve özellikle komşu Afrika ülkeleri tarafından dikkatle izleniyor.

1983-2005 yılları arasında Afrika kıtasının en uzun süren iç savaşına sahne olan Sudan etnik ve kültürel açıdan farklı din, dil ve ırklara ev sahipliği yapmakta. 40 milyon nüfusun yaşadığı ülkede Müslümanlar, Hıristiyanlar ve Animist inanışların içiçe geçtiği kültürel bir doku hakim. Genel net ayrımlar olmamasına rağmen Müslümanlar ülkenin kuzey eyaletlerinde Hıristiyan ve Animistler ise güney eyaletlerinde yoğunluklu olarak yaşamakta. Bu üç dinsel unsurun biraraya geldiği çok sayıda köy-kasaba-şehir görmek mümkün. Örneğin Sudan’ın başkenti Hartum bu unsurları içinde barındıran bir şehir görünümünde; şehride yarım milyon civarında Güneylinin yaşadığı tahmin ediliyor. Başka bir örnek ise Batı Bahrel Gazel eyaletinden verilebilir: Raja adındaki küçük yerleşim yeri eyalet genelinin Hıristiyan ve Animist olmasına rağmen çok sayıda Müslümanın yaşadığı bir sınır kasabası. Irksal ayrımın da benzer bir şekilde net olmadığı ülkede Arap ve daha esmer Afrika kökenli insanları görmek mümkün. Ülkenin çoğu yerinde bu ırklar da içiçe geçmiş vaziyette. Genel itibariyle Arapların ülkenin kuzeyinde Afrikalıların ise Güney Sudan ve Darfur bölgelerinde yoğunlaştığı kabul ediliyor. Irksal ve dinsel farklılaşmalara rağmen ülkenin büyük çoğunluğu ülkenin tek resmi dili Arapçayı benimsemiş durumda.

Yarı-Özerk Güney Sudan Bölgesi

9 Ocak 2011 tarihinde yapılacak referandumun ile ismi gündemden düşmeyen Güney Sudan bölgesi Sudan içinde yarı-özerk statüye sahip. Ülke genelinde Şeriat hukukuna dayalı bir yargı sistemi uygulanırken Güney Sudan bölgesi kendi anayasasına, başkanına, bayrağına ve meclisine sahip. İçişlerinde bağımsız olan bölge dış işlerinde Sudan’ın başkenti Hartum’daki merkezi hükümete bağlı. Güney Sudan Devlet Başkanı aynı zamanda Sudan devlet başkan yardımcılığı görevini yürütmekte. Ülke genelinde resmi dil Arapça olmasına rağmen sömürge dili İngilizce Güney Sudan’da yaygın olarak kullanılmakta.

640.000 km² toprak büyüklüğüne sahip 10 milyon nüfuslu Güney Sudan bölgesinde iki yüzün üzerinde etnik dilin konuşulduğu tahmin edilmekte. Dinka, Şuluk ve Aşoli gibi büyük kabilelerin yaşadığı stratejik öneme sahip bölge, Afrika içinde etkin siyaset yürüten Kenya, Uganda, Etiyopya ve Orta Afrika Cumhuriyeti ile ortak sınır paylaşmakta. Bu ülkeler arasında sıkışmış Güney Sudan komşu ülkelerde cereyan eden siyasi ve ekonomik olaylardan da büyük oranda etkilenirken bu ülkelerden göç almakta ya da göç vermekte. Bir çok ticari mal da yine sınır ticareti vasıtasıyla Güney Sudan’a ulaşmakta. Bu yüzden Güney Sudan sınırları içerisinde çalışan Uganalıları, Kenyalıları görmek ya da bu ülkelerde üretilmiş malları görmek mümkün.

Birçok kabilenin bir araya geldiği Güney Sudan bölgesi sık sık kabileler arası çatışmalara sahne olmakta. Zaman zaman Dinka kabilesi ile Şuluk kabilesi arasında yaşanan gerilim bazen kanlı çatışmalara sebep olmakta ve bu çatışmalarda yüzlerce insan hayatını kaybetmekte. Düşük siyasi içerikli bu çatışmaların çoğunluğu toprak sınırları ile ilgili anlaşmazlıklar yahut hayvan sürülerinin kontrol edilmeyişi yüzünden çıkmakta. Güney Sudan’da büyük nüfusa sahip Dinka kabilesi siyasi açıdan Güney Sudan’da iktidarda bulunan Sudan Halk Kurtuluş Hareketi (SPLM)’e yakınken Şuluk kabilesi merkezi Hartum yönetimine daha yakın durmakta.

Yaklaşık 10 milyon nüfusa sahip Güney Sudan’da kültürel açıdan üç önemli etken göze çarpmakta. Hıristiyan, İslam ve Yerli kültürlerin oluşturduğu mozaik içerisinde en baskın unsur Animist olarak adlandırılan yerli Afrika inanışları. Nüfusun büyük çoğunluğunu yerli Afrika inanışlarının oluşturduğu bölgede %10 civarında Müslüman ve %30 civarına Hıristiyan yaşamakta. Bölgenin Hıristiyan olarak nitelendirilmesinde ise en önemli etken bölge yöneticilerini oluşturan elit sınıfın Hıristiyan olması. Geneli dışarda eğitim almış yahut kolonyalist zihniyetin kurduğu okullardan mezun bu elit sınıf bölgenin siyasi kaderinde de önemli roller oynamakta. Bölgenin vitrinini oluşturan elit sınıf Güney Sudan’da iktidarı elinde bulunduran SPLM etrafında toplanırken bölgenin de üst düzey siyasi temsil gücünü simgelemekte. Yerli Afrika inançlarının küreselleşmenin etkisiyle zayıfladığı bölgede Müslümanlar azınlık olarak kabul görmekte.

9 Ocak 2011 Bağımsızlık Referandumu

1956 yılında İngiliz-Mısır yönetimine karşı gösterdiği politik dirençle bağımsızlığını kazanan Sudan Afrika kıtası içinde bağımsızlığını en erken kazanan ülke olmuştu. Sömürge yönetimin bitmesiyle tam bağımsızlık kazanan ülkede çok geçmeden kuzey-güney gerilimi büyüyerek iç savaşa dönüşmüştü. Ülkedeki Güney eyaletlerinin özerk statü talebiyle başlayan süreç 1955-1972 yılları arasında önce gerilla mücadelesi olarak başlayan sürtüşmeye daha sonra iç savaşa dönüşerek Anyanya ayaklanması olarak tarihe geçmişti. 1972 yılında kuzey kanadını temsilen Başbakan Cafer Nimeyri ile Güney Sudan Özgürlük Hareketi(SSLM) lideri Joseph Lagu arasında Etiyopya’nın başkenti Addis Ababa’da imzalanan Addis Ababa Barış Anlaşması ile ülke on bir yıl sürecek sulh dönemine kavuşmuştur.

72 anlaşmasının ihlali olarak değerlendirilen Nimeyri hükümetinin İslami politikaları 1983 yılında tekrar çatışmaları tetiklemiş ve 2005 yılına kadar sürecek Afrika’nın en uzun iç savaşını başlatmıştır. II.Anyanya olarak adlandırılan bu süreçte kuzey-güney arasında şiddetli çatışmalar cerayen etmiş özellikle sınır hattını oluşturan yerleşim birimleri ağır zararlara maruz kalmıştır. Bugün ismi sık sık petrol kaynakları ile gündeme gelen Abyei şehri de bu süreçten en çok etkilenen yerleşim birimlerinin başında gelmektedir.

2005 yılında tarafların silah bırakması ve Kapsamlı Barış Anlaşmasının kabulü ile iç savaş yılları sonra ermiş ülke politikacıları ciddi sorunlar ile yüzleşmek zorunda kalmıştır. Ülkeyi ciddi sorunlarla yüzyüze gelirken 1983-2005 arasında yaşanan çatışmalar 2 milyon insanın ölümü ve 4 milyon civarında insanın göç etmesiyle sonuçlanmıştı. Güney-kuzey çekişmesinin değerlendiren bazı akademisyen sürece tek bir olgu olarak bakmayı yeğlemekte ve 1955-2005 yılları arasında gerçekleşen çatışmalara tek bir iç savaş olarak bakmakta.

Üzerinde önemle durulan 2005 Kapsamlı Barış Anlaşması kuzey-güney gerilimi bakımından bir dönüm noktası olarak kabul edilmekte. Arabulucu devletlerin eşliğinde Kenya’da gerçekleşen anlaşma ile Güney Sudan bölgesi yarı-özerk statü kazanırken 2010 yılında ülke çapında genel seçimlerin yapılması ve 9 Ocak 2011’de de tam bağımsızlık için Güney Sudan’da referandum yapılması öngörülmüştür. 9 Ocak 2005 tarihinde Sudan’da iktidara bulunan Ulusal Kongre Partisi ve Güney Sudan’da iktidarda bulunan Sudan Halk Kurtuluş Hareketi (SPLM) arasında imzalanan anlaşma Niavsha anlaşması olarak da adlandırılmaktadır. Yine 2005 Kapsamlı Barış Anlaşması kapsamında petrol gelirlerinin kuzey-güney arasında eşit dağıtılması ve Abyei bölgesinde eş zamanlı ayrı bir referandumun yapılması kararlaştırılmıştır.

SPLA veya SPLM

Güney Sudan siyasi hayatında önemli bir rol üstlenen Sudan Halk Kurtuluş Ordusu (SPLA)’in kurulması Güney Sudan’ın efsanevi lideri John Garang tarafından 1983 yılında gerçekleşmiştir. 1983-2005 yılları arasında merkezi hükümete karşı çarpışan askeri yapılanma 2005 Kapsamlı Barış Anlaşmasından sonra siyasi parti kimliğine bürünmüş ismi Sudan Halk Kurtuluş Hareketi (SPLM) olarak değişmiştir. 22 yıl silahlı mücadele veren SPLA Kenya, Etiyopya, Uganda gibi sınır ülkelerden beslenirken Afrika kıtasının dışında Amerika’dan askeri destek almıştır. 30 Temmuz 2005’de John Garang’ın helikopter kazasında şaibeli ölümünün ardından liderliği bugün hala Güney Sudan devlet başkanlığı görevini yürüten Salva Kiir Mayardit teslim almıştır. Güney Sudan halkının büyük desteğini alan SPLM Sudan’da gerçekleşen son 2010 Nisan genel seçimlerinde Güney Sudan bölgesinde %92,8’lik ezici bir üstlünlük sağlamıştır.

Doksanlı yıllarda Sudan’da iktidarda bulunan Ömer El Beşir ile arası açılan Amerika, Sudan’ı terörü destekleyen ülkeler listesine alarak ambargo uygulamaya başlamıştır. Bu tarihlerde Sudan’ın başkenti Hartum’daki Şifa ilaç fabrikasını kimsayal silah ürettiği iddiasıyla bombalyan Amerika, Ömer El Beşir’i devirmek için SPLA’e askeri destek sağlamıştır. 1996 yılında 20 milyon dolar tutarında Güney Sudan Kurtuluş Ordusu’na askeri teçhizat sağlayan Amerika bugün de Güney Sudan’ın tam bağımsızlık kazanmasını desteklemektedir.

Referandum Öncesi Anlaşmazlıklar

Sudan’da merkezi hükümet Sudan’ın birliği için kampanya yürtürken Güney Sudan’da iktidarda bulunan SPLM bölgenin tam bağımsızlık kazanması için uğraş vermekte. Referandum tarihine çok az bir zaman kalmasına rağmen taraflar arasında çözüm bekleyen onlarca önemli sorun bulunmakta. Referanum öncesi çözüm bekleyen konuların başında petrol gelirlerinin yeniden dağılımı, sınırların netleşmesi, vatandaşlık hakları, dış borçların bölüşümü ve petrol bölgesi Abyei sorunu gelmekte.

Merkezi hükümet çözüm bekleyen anlaşmazlıklar giderilmeden referandumun yapılmasını arzulamazken Amerika’nın da desteğini alan Güney Sudan referandumun tam tarihinde yapılmasında ısrarlı. Geçtiğimiz aylarda Amerika’nın arabuluculuğu ile Addis Ababa’da iki kez biraraya gelen kuzeyli-güneyli diplomatlar anlaşmaya varamadılar. Taraflar arasındaki anlaşmazlığı gidermek adına Afrika Birliği de temaslarını sürdürmekte.

Petrol ve Abyei Sorunu

Perol gelirleri Sudan ekonomisinin son yıllardaki hızlı büyümesinde önemli rol oynamakta. Bu yüzden 2003 yılından bu yana ülkede çıkmaya başlayan petrol ülke ekonomisi için stratejik öneme sahip. Ülkede ekonomik büyümenin devamı büyük oranda petrol ve perole bağlı yan endüstrilerin gelişmesine bağlı. Günlük 500.000 varil ham petrol üreten Sudan OPEC içinde misafir üye statüsünde. Sudan’ın milli gelirinin yıllık 80 milyar dolar düzeyinde olduğu düşünüldüğünde ham petrol satışından elde edilen yıllık 10 milyar dolar ülke için büyük öneme sahip.

Çin-Malezya-Hindistan ortaklığı ile çıkarılan Sudan petrollerinin %80’lik bölümü bugün Güney Sudan olarak nitelendirilen bölge sınırları içinden çıkmakta. 2005 Kapsamlı Barış Anlaşması yıllık 10 milyar doları geçen petrol gelirlerini ülkenin kuzeyi ve güneyi arasında eşit bölüştürülmesini öngörmekte. Bu gelir Güney Sudan bütçesinin %98’ini teşkil etmekte. Bugüne kadar devam eden petrol gelirlerinin eşit dağılımı referandum sonrasında Güney Sudan’ın bağımsızlık kazanması halinde ise tekrar revize edilecek. Bu yüzden referandum öncesi taraflar arasında petrol gelirlerinin yeniden dağılımı hakkında tartışmalar devam etmekte.

2005 Kapsamlı Barış anlaşması gereği zengin petrol rezervlerinin varlığı ile bilinen Abyei bölgesinde Güney Sudan referandumu ile eş zamanlı referandum yapılması bekleniyor. Bu referandum ile bölgenin kaderini belirlemesi ve Güney Sudan’a katılıp katılmayacağına karar vermesi bekleniyor. Petrol gelirlerini kaybetmek istemeyen kuzey ve güney hükümetleri için Abyei’in geleceği stratejik öneme sahip. Abyei’nin Güney Sudan’a katılması halinde ülkenin küzeyinin petrol gelirlerini büyük oranda kaybedeceği tahmin ediliyor. Aynı ihtimal Abyei’in Güney Sudan’a katılmaması halinde güney kanadı için de geçerli.

Referandum öncesi Abyei konusunda tarafların anlaşmazlığa düştüğü konuların başında seçmen listelerinin oluşturulması gelmekte. Abyei’ye senenin belli aylarında kuzeyden gelen Mısriyye kabilesi gibi göçmenlerin referandumda oy kullanıp kullanamayacağı tartışılmakta. Merkezi hükümet bu göçebelerin referandumda oy kullanmasını isterken Güney Sudan hükümeti bölgede yerleşik olmayan göçebelerin oy kullanmasını kabul etmemekte.

Güney Sudan ve Nil Sorunu

Doğu Afrika ülkeleri arasında yaşanan son gelişmeler başını Mısır’ın çektiği Nil havzasındaki ülkeleri neredeyse çatışmanın eşiğine getirdi. Nil suyunun kullanım haklarının büyük oranda Mısır’ın tekelinde bulunması Etiyopya, Uyanga gibi Nil nehrine kaynaklık eden ülkeleri yeni bir platformda buluşturdu. Yukarı Nil ülkeleri olarak adalandırılan bu ülkeler Mısır’a karşı cephe alırken Nil suyunun kullanım haklarının ülkeler arasında eşit dağıtılmasını talep etmekteler. Tarım ve ticari aktivitelerinin ve elektrik üretiminin %80’i Nil suyuna bağımlı Mısır ise bu öneriyi şiddetle reddetmekte. Nil suyunun kaderi başta Mısır sonrasında ise havzadaki diğer ülkeleri etkileyecek.

Sudan’ı baştan sona kateden Nil Nehri Sudan için de stratejik öneme sahip. Etiyopya’dan çıkan Mavi Nil ile Uganda’dan çıkan Beyaz Nil Sudan’ın başkenti Hartum’da birleşerek Mısır’a akmakta. Özellikle tarım arazilerinin sulanması ve elektrik üretimi için kullanılan Nil suyu sınırlı sayıdaki dünya kullanılabilir tatlı su kaynakaları içinde büyük öneme sahip. Küresel ısınma nedeniyle 2020 yılında dünyanın ciddi su krizi ile karşılaşacağını öngören analizler Nil suyunun bu çerçevede çok daha önemli hale geleceğini belirtmekte. Nil tartışmasında bugüne kadar Mısır’ın yanında yeralan Sudan mevcut kullanım haklarını koruma isteğinde.

Etiyopya, Uganda gibi nüfusu hızla artan, şehirleşen ve küreselleşmeye ayak uydurmaya çalışan ülkelerin Nil suyunda daha fazla yararlanma isteğini bastırmak elbette mümkün değil. Nil havzasında bugün yaşanan tartışmaların gelecek yıllarda artması beklenmekte. Güney Sudan’da gerçekleşecek referandum sonrasında yaşanan tartışmaların buyutunun değişmesi beklenebilir. Güney Sudan’ın Sudan’dan ayrılması halinde özellikle elektrik üretimi için ve tarım arazilerinin sulanması için nehirden faydalanma isteği yurakı Nil ülkeleri arasındaki ittifakı güçlendirir. Bu doğrultuda Güney Sudan’ın Etiyopya, Uganda kanadına katılması ve Mısır-Sudan ittifakının karşısında yeralması beklenebilir. Son yayınlanan Wikileaks dosyaları da Mısır’ın bu konuda endişe duyduğunu ve Güney Sudan’ın ayrılmasını istemediğini ortaya koydu.

Referandum Olasılıkları

Tarihi nitelemesi yapılan Güney Sudan referandumu Sudan’ın siyasi, ekonomik ve kültürel geleceğinin şekillenmesinde önemli rol oynayacağa benziyor. Referandum öncesi üç senaryonun konuşulduğu Sudan’daki gelişmeler elbette komşu ülkeler üzerinden bölgesel etkilere de gebe durumda. Üç senaryo içerisinde ülkenin bölünmesi, taraflar arasında iç savaşın tekrar başlaması ya da şu anki mevcut durumun korunması yeralmakta.

Güney Sudan’ın yeni bir ülke olarak tam bağımsızlık kazanması halinde bunun Sudan üzerinde önemli etkilerinin olması beklenmekte. Öncelikle önemli bir toprak parçası ve nüfus kaybına uğrayacak ülke güney sınırındaki komşuları ile de irtibatını yitirecek. Bunların yanında daha öncede bahsettiğimiz gibi petrol rezervlerinin büyük bölümünü kaybetmesi ve ekonomik durgunluğa girmesi beklenmekte. Afrika kıtasının en büyük ülkesi konumundaki ülke böylece büyük bir potansiyeli yitirerek kültürel açıdan daha homojenik hale gelecektir. Elbette böylesi bir tablo ülkeyi ciddi sorunlarla burun buruna getirecekken Sudan’ı petrole alternatif olacak kaynak arayışına sürükleyecektir. İlk kertede olumsuz görünen bu tablo Sudan’ın tarım, turizm, hayvancılık gibi alternatif kaynakları daha aktif hale getimesi halinde ise uzun vadede ülkeye önemli getirileri olacaktır. Petrole bağımlılığı azalan ülkede başka sektörler gelişim imkanı bulacakken ülke stratejik açıdan tek bir kaynağa bağlı kalmayacaktır. Alternatif kaynakların geliştirilmemesi durumunda ise ülke ciddi ekonomik beraberinde de sosyolojik sorunlarla yüzleşecektir.

Güney Sudan’ın tam bağımsızlığa geçmesi halinde temel altyapı yatırımlarından yoksun bölge büyük oranda dış etkilere maruz kalacaktır. Karasal bir devlet olacak bölge deniz bağlantısını kaybedeceği için gene Hartum yönetimine ya da alternaif olarak Kenya’ya bağımlı hale gelecektir. Ülkenin kalkınması için başta Amerika olmak üzere dış yatırımlar teşvik edilecek bağımsızlık kazanan Afrika ülkelerinin izlediği yolu izleyerek özelleştirmeye gidecektir. Pek tabi petrol rezervlerini koruma iç güdüsü ile de askeri yatırımları arttırmanın yollarını arayacaktır.

Güney Sudan bağımsızlık referandumu öncesi düşük ihtimal olarak gündeme gelse de ülkenin iç savaşa tekrar sürüklenebileceği göz önünde bulundurulmakta. Referandumun merkezi hükümet tarafından iptal edilmesi, referandum sonucunun kabul edilmemesi yahut oylamaya şaibe karışması durumunda taraflar arasında çatışma çıkması ihtimaline Sudan’ın geleceği için en karamsar senaryo denebilir. Silah satıcıları dışında kimsenin istemediği bu senaryonun gerçekleşmesi durumunda hiç şüphesiz ülke çok derin yaralar alacaktır.

Güney Sudan referandumunda oy çoğunluğunun sağlanamaması durumunda ise ülke şimdiki mevcut durumunu koruyacak bölünmeye gitmeyecektir. Kısa vadede Güney Sudan’ın kaybı gibi görünecek bu manzara aslında uzun vadede Sudan’ı bölgesel bir güç yapmanın anahtarıdır. Sudan’ın toprak bütünlüğünü koruması halinde Afrika kıtası içine belirleyici bir aktör olmasının yolu açılacak özellikle kıtadaki Arap unsurlar ile Afrikalı unsurlar arasında köprü vazifesi görecektir. Dokuz ülkeyle bulunan sınırı sayesinde ekonomik ilişkilerini güçlendirecek belki de en önemlisi mevcut çok kültürlü yapısını koruyacaktır. Çok kültürlülüğün kullanıldığında önemli bir avantaj haline geldiği günümüzde bu sayede hem Batı ülkeleri olan ilişkilerini hem de Arap dünyası ile olan ilişkilerini geliştirebilecektir.

Cumartesi, Aralık 11, 2010

Sudan'ın Kültürel Geleceği Nasıl Şekillenecek

Sudan’ın Kültürel Geleceği Nasıl Şekillenecek?
Serhat Orakçı
Aralık 2010, Dünya Bülteni

Toprak büyüklüğü, nüfusu, barındırdığı farklı kültürler ve tarihi geçmişi dikkate alındığında şüphesiz Afrika kıtasının en önemli ülkelerinde biri olarak göze çarpan Sudan önümüzdeki ay yarı-özerk Güney Sudan bölgesi için referanduma gitmeye hazırlanıyor. Tarihi bir gelişme olarak nitelendirilen bağımsızlık referandumunun Sudan ve Doğu Afrika içinde bölgesel etkilerinin olması bekleniyor. Hristiyan çoğunluğun yaşadığı 10 milyon nüfusa sahip neredeyse Türkiye büyüklüğündeki Güney Sudan bölgesinin referandum sonucuna göre tam bağımsızlık hakkı kazanması ve yeni ülke kimliğiyle yoluna devam etmesi muhtemel olasılıklar arasında yer alıyor. Kuzey-güney sınır hattında zengin petrol rezervlerinin yeraldığı düşünüldüğünde önemli ekonomik sonuçlar doğurması beklenen referandumunun Sudan’daki kültürel dokuyu derinden etkilemesi beklenebilir.

Konunun ekonomik boyutu bir kenara bırakılarak sadece kültürel açıdan bakıldığında şu soruyu sormak gerekiyor: Hristiyan çoğunluğun ve Müslüman azınlığın yanında Afrika yerli inanışlarının hala yaşadığı Güney Sudan bölgesinin Sudan’dan ayrılması durumunda ülkenin kültürel geleceği nasıl şekillenecek? Bu sorunun cevabı sadece günümüz politikası ve beklentileri ile alakalı değil elbette uzantıları yüzyıllar öncesine İslam’ın Sudan ve Doğu Afrika ülkelerinde yayıldığı yıllara aynı zamanda da kıtanın geçirdiği sömürge sürecine kadar uzanmakta.

Afrika kültürleri üzerine önemli değrlendirmeler yapan akademisyen Ali Mazrui 1986’da yayınlanan (The Africans: A Triple Heritage) kitabında Güney Sudan’ın yakın gelecekte Araplaşacağından ve İslamlaşabileceğinden söz ediyor. Kolonyalist güçlerin İslamın Afrika kıtasındaki ilerleyişini Kenya, Etiyopya gibi Doğu Afrika ülkelerinde kesmeyi başardıklarını belirten Mazrui bugünlerde referandum süreci ile gündemden düşmeyen Güney Sudan’ın İslamlaşmasına neredeyse kesin gözüyle bakıyor. Ali Mazrui ortaya koyduğu görüşü şöyle açıklıyor: “Güney Sudanlılar, Araplaşma sürecinin İslamlaşma sürecinden daha fazla ve hızlı şekilde yaşandığı tek Alt-Sahara topluluğudur. Güney’de yaşayan Sudanlılar, Arapçayı İslam’dan daha çabuk ve hızlı benimsemişlerdir ve bu süreç bugün de devam emektedir. Sudan’ın Güney bölgelerininin böylesine hızlı bir şekilde dilsel düzlemde Araplaşmasının iki olası sonucu olacaktır: Güney Sudanlılar Mısır’daki Kıptilere benzer bir topluluk haline gelecektir. Ya da Güney Sudan’ın Araplaşması İslamlaşmasını da beraberinde getirecektir. Böylece Sudan’ın güney bölgeleriyle kuzey bölgelerindeki farklılıklar ortadan kalkacak ve bu yörelerdeki insanlar birbirleriyle kaynaşmış olacaktır.” Seksenli yılların başında Sudan’da patlak veren ve 2003’e kadar süren kuzey-güney iç savaşı dikkati alındığında oldukça iyimser bir yaklaşım ortaya koyan akademisyen öngörüsünü şöyle tamamlıyor: “Olaya tarihsel ve toplumbilimsel gerçekler ve gelişmeler açısından bakıldığında uzun bir süre Araplar tarafından yönetilmiş bulunan Sudan’ın tümünün yakın bir gelecekte bütünüyle otomatik olarak İslamlaşacağını görmek hiç de zor olmasa gerek.”

Karşıt minvalde görüş belirten medeniyetler çatışması tezinin babası Huntington’a göre ise Güney Sudan, Hıristiyan ve İslam medeniyetlerinin arasına sıkışmış bir fay hattı. Çok ilgi gören “Medeniyetler Çatışması” kitabında İslam’ın kanlı sınırları başlı altında Güney Sudan’a değinen Huntington Sudan’da kuzey-güney arasında 1956 yılından beri yaşanan çekişmenin temeline dini ve kültürel faktörleri oturtuyor. Ona göre fay hattı savaşlarının yaşandığı bu coğrafyada Müslüman çoğunluğa sahip kuzey İslam coğrafyasından destek alırken Hıristiyan çoğunluğa sahip güney Hristiyan dünyadan besleniyor.

Yaşanan son gelişmeler bu bölgede bir kutuplaşmayı doğurdu. İslam ülkeleri bloğu Arap-Afrika Zirvesi gibi organizasyonlar aracılığıyla Sudan’da merkezi hükümeti ve Sudan’ın bütünlüğünü destekleyen açıklamalar yaptı. Amerika’nın başını çektiği Batı ülkeleri bloğu ise Güney Sudan’ın ayrılmasını açıktan destekleyen mesajlar verdiler. Bu desteğin arkasında hiç şüphesiz klise odaklarının bulunuğunu da unutmamak gerekir. Tarihi referandumda çoğunluğun sağlanması ve Güney Sudan’ın yeni bir ülke kimliğine bürünmesi halinde Mazrui’nin zaten Araplaşmış Güney Sudan bölgesinin otomatikman İslamlaşacağı yönündeki öngörüsü büyük oranda sekteye uğrayacaktır. Bu öngörünün gerçekleşmesi başka dinamiklere bağlı hale gelecektir. Bölgede fiziksel olarak toprak ve sınır ayrışmasının yaşanması Huntington’un bölge hakkındaki tespiti ışığında Hıristiyan-Müslüman kültürel ayrımı daha keskin hale gelecektir. Böylesi bir durumun ise İslam coğrafyasını gösteren sınırların haritalar üzerinde resmen gerilemesi ve İslam’ın Afrika’da gerileyişi veya Hıristiyan dünyanın zaferi olarak zihinlere yansıyacaktır.

Salı, Kasım 23, 2010

Güney Sudan-İsrail Yakınlaşması

Çok Boyutlu Güney Sudan-İsrail Yakınlaşması
Serhat Orakçı
Dünya Bülteni, Kasım 2010
Sudan'da yaşanan son gelişmeler ışığında doğal kaynakların Afrika kıtasına yarardan çok zarar verdiğini öne süren tezleri dikkate almak gerekiyor. Büyük bir ulus parçalanmanın eşiğine gelmişken ortaya atılan tüm seneryolar pertol ve su etrafında şekilleniyor. Kuzey-Güney arasında 2003 yılından bu yana çıkmaya başlayan pertol şu an referandum tartışmalarının temel odak noktası. Amerika aracılığı ile Etiyopya'da biraraya gelen kuzeyli ve güneyli diplomatlar birinci turda anlaşmaya varamadan döndüler. Abyei bölgesinin kimin elinde kalacağı ülkenin bölünmesinin yanında daha çok önem kazandı. Referandum yaklaştıkça Obama yönetimi Sudan üzerinde sesini daha çok yükseltmeye başladı. Obama Etiyopya'da düzenlenecek ikinci tur görüşmelerde mutlaka sonuca varılmasını ve ihtilafların giderilmesini isterken 1997'den beri Sudan'a uygulanan ekonomik ambargoyu da uzatmak istiyor.

Günlük 500-600 varil pertol üretimi bulunan Sudan uzakdoğulu şirketler aracılığıyla çıkarttığı pertolden yıllık 10 milyar dolar gelir elde ediyor. 2000'li yıllarda ülke ekonomisinde başlayan canlanma ve büyüme hızında pertolden elde edilen gelirin payı büyük. Bugüne kadar pertol gelirlerini kuzey-güney arasında yarı-yarıya bölüştüren sistem Güney Sudan'da yapılacak referandum sonrasında değişime uğrayacak. Güney Sudan'ın referandum sonunda bağımsızlığını ilan etmesi ve yeni ülke kimliği ile yola devam etmesi durumunda pertol gelirlerinin %80'ini eline alacak. Bu durumda merkezi Hartum hükümetinin pertol gelirleri azalacak. Kuzey-güney sınırı arasında kalan petrol bölgesi Abyei'nin paylaşımı ise Sudan'da gündemin ilk maddesi. Ekonomik canlanmayı sürdürmek isteyen taraflar Abyei'den vazgeçmek istemezken Amerika aracılığı ile ara formüller geliştirilmeye çelışılıyor. Sudan'dan ayrılma planları ayyuka çıkmış Güney Sudan yönetimi merkezi Hartum yönetiminin ekonomik kaygılarını dindirmek adına sıfır faizli uzun vadeli kredi açabileceklerinden bahsediyor.

Ekonomik canlanmayı sürdüren taraflar büyük pertol rezervlerinin bulunduğu Abyei bölgesini kaybetmek istemiyor. Yapılan tüm hesaplar bu bölgeye odaklanmış durumda. Amerika yönetimi çatışma ihtimaline karşı sınır hattına BM barış gücü yerleştirmek niyetinde lakin bu öneri Sudan hükümeti tarafından şiddele reddediliyor. Sudan petrollerini çıkartıp işleyen konsorsiyumun büyük ortağı Çin de BM gündemine getirilen barış gücü önerisini kabul etmeyerek Sudan'la birlikte hareket ediyor. Amerika'nın bölgeye gönderdiği diplomatlar ise savaş çığırtkanlığı yapmanın ötesine geçmeyerek her fırsatta ABD ordusunun Sudan'a müdahaleye hazır olmasını istiyor.

Güney Sudan'ın bağımsızlığını eline alması ve Sudan'dan tamamen ayrılması bazı kesimlerce cesaretlendiriliyor. Bu bölücü propaganda da Güney Sudan'ın yeraltı ve yerüstü zenginliklerine vurgu yapılarak Hıristiyan güneylilerin Müslüman kuzeylilerden ayrılması teşvik ediliyor. Bölgede çıkan petrolün kuzeyli Araplarla paylaşılmadığı taktirde tek başına güneylilere yeteceği ve dahası Güney Sudan'ın ayrılır ayrılmaz zenginleşip Afrika'yı saran tüm hastalık, yoksulluk gibi dertlerden kurtulacağı yönünde pembe bir tablo çiziliyor. Ama işin aslı hiçte göründüğü gibi değil.

Güney Sudan'ın bölünmesi durumunda kuzey-güney hattında 2000 km.'lik yeni bir sınır ortaya çıkacak. Sancılı geçeceğe beklenen bölünme sonrasında iki tarafın önceliği de bu sınırı korumaya odaklanacak. Yapılacak olan sınır koruma maliyeti ise muhtemelen tarafların elde edeceği petrol gelirinden kat ve kat daha fazla olacak. Bu durumda petrolün bırakın fayda getirmesini damlasının bile ülkeye bir yararı olmayacak. Bu durumu görmekten uzak siyaset yapımcıları tüm hesaplarını petrol üzerine kurarken büyük bir yanılgı içinde olduklarını görmekten uzaklar. İki sınır arasında kalan petrol bölgesini korumanın askeri maliyeti o bölgeden elde edilecek muhtemel gelirlerin çok üstünde olacağı kesin.

Güney Sudan'ın petrolün yanında el değmemiş verimli tarım arazilerinin olduğunu öne sürerek bölünmeyi cesaretlendiren zihniyete bu tarım arazilerinin neden bugüne kadar el değmeden durduğunu bölgede yaşayan insanlara bir nebze faydasının dokunmadığını da sormak lazım. Bugüne kadar işlenmeyen bu toprakların ülke bölünür bölünmez nakit paraya dönüşeceğini, ülkenin birden refaha kavuşacağını umanlar yanılıyorlar. Sudan'ın bölünmesinden kuzey de güney de bir fayda görmezken bu işten karlı çıkacaklar yeraltı ve yerüstü zenginliklerine zaafı olan, hiçbir bölgede güçlü odak istemeyen küresel büyük güçler olacaktır.

Sudan'da yapılacak referandum Orta Doğu'yu doğrudan etkileyebilecek gelişmelere de gebe. Güney Sudan yönetimi geçtiğimiz günlerde en yetkili ağızdan İsrail ile siyasi ilişkiye girebileceklerini duyurdu. İsrail'in bölünme sonrasında Güney Sudan'ı tanıması halinde siyasi ilişki kuracakları mesajının Güney Sudan yönetimi tarafından verilmesi boşuna değil elbette. Benzer mesajlar daha öncede verilmişti. Tüm hesaplarını Sudan'ın bölünmesi üzerine kuran Güney Sudan yönetimi çok iyi biliyorki Etiyopya, Uganda, Kenya, Sudan gibi ülkeler arasında kaldığında dışardan korumaya ihtiyacı olacak. Özellikle Hartum ile arasına 2.000 km.'lik sınır girdiğinde bu sınırın korunması gerekecek. Petrol bölgesi Abyei'yi kendine bağlayacağını düşünen Güney Sudan'ın pertol bölgesini koruması hiç de kolay olmayacaktır. Tüm bu güvenlik ihtiyacı içinde sağlam bir partner bulma güdüsü ile hareket eden Güney Sudan öncelikle Amerika'nın yardımına ihtiyacı duyacaktır. Bu desteği almanın kesinleşmiş yolu ise İsrail ile iyi ilşkiler kurmak, İsrail yatırımlarını bölgeye çekmekten geçiyor. Elbette bu güvenlik çemberinden yararlanmanın bir maliyeti de olacaktır ki o da bölge petrolünü işlemekten, Nil suyundan faydalanmaktan ve verimli tarım arazilerine konmaktan geçiyor.

Afrika'da yaşanan insani sorunları zerre kadar umursamayan dahası işgal ettiği topraklardaki Afrikalı göçmenleri bir şekilde postalamanın yolunu arayan İsrail ayağına kadar gelen bu fırsatı elbette kullanacaktır. Bölgede Uganda, Kenya ve Etiyopya ile iyi ilişkiler içinde olan İsrail, Güney Sudan'a nüfuz etmesi durumunda hem Mısır'ı hem de Sudan'ı Nil üzerinden siyasi baskı uygulayabilir. Dahası gıda ihtiyacının çok büyük bölümünü bu bölgede yapacağı tarım projelerinden elde edebilir. 2020 yılında dünya kullanılabilir su kaynaklarının azalacağı ve tüm dünyayı su krizinin beklediği düşünüldüğünde Nil havzası gibi bir kaynağın başına çöreklenmeyi kim istemez ki? Güney Sudan bölünürse politik açıdan varlığını ilk tanıyacak ülkeler şüphesiz İsrail peşinden de Amerika olacaktır. Biri bölgedeki petrole diğeri de su kaynaklarına ve el değmemiş tarım arazilerine konacaktır.

Çarşamba, Ekim 13, 2010

South Sudan Referendum Process

Is United Sudan Still Possible?
Serhat Orakçı
Worldbulletin, Oct. 2010

The biggest county in Africa, Sudan, is going to start coming new year with a referendum which may pave the way for independence to its semi-autonomous South Sudan region. It seems that the referendum result will change millions of southerners’ future in some degree. It will affect cultural, economic and population balance of whole Sudan in general as well. Moderate change for political and religious balance in the East/Central Africa can also be expected after the referendum. Even the Nile water discussion between the countries in Nile Basin Initiative will get new dimension if South gets independency since it will demand construction of new dams and water projects for its agricultural activities.

As Sudan is getting close to the historic referendum, some crucial problems between north and south is still outstanding. Border demarcation, foreign debts, citizenship and distribution of oil resources are eminent issues waiting to be solved until referendum date. Especially, discussion on oil-rich Abyei region that located on south-north border should be completed. It is expected that simultaneously with South Sudan general referendum, another regional referendum will be organized for Abyei. Neither the central government nor the semi-autonomous government in South is willing to lose control over oil-rich area Abyei due to petroleum income which each side needs for economic development. For that reason, future of Abyei looks more important than rest of the South Sudan’s future.

Apparently, both sides (north and south governments) have different motivation regarding the future of South Sudan. While the central government, led by President Omar Al Basher’s National Congress Party (NCP), supports unity of Sudan for economical and geopolitical reasons, Sudan People Liberation Movement (SPLM), ruling party in South Sudan led by Salva Kiir, considers secession idea more than unity for Sudan. Recently, South Sudan President Salva Kiir addressed world leaders in United Nations General Assembly and revealed that the idea of united Sudan was no longer his party SPLM’s priority. In the same session, US President Obama asked for free and transparent referendum and explained US efforts as mediator between north and south wings. Further, after his return to Southern capital Juba Kiir announced his own vote color and said he will vote for independency in the referendum.

President Salva Kiir’s SPLM has been running secession campaign in South Sudan territory since Comprehensive Peace Agreement signed in 2005. By %92 of general votes, SPLM received huge support in recent April election in the South for presidency. It is a very important indicator for prediction of expected referendum result which followed with great concern by all sectors in the country. However, NCP’s campaign statement for unity remains still weak in the South since what it promises for South’s future is not very clear. How Unity can change Southerners life standards should be explained more clearly by ruling NCP. In current situation it seems that while SPLM basically vows independency for Southerners, NCP vows continuation of current conditions for them. But present circumstances in South Sudan needs more improvement in all directions especially infrastructure, health and education sectors. For instance, the capital of South Juba has only 60km. paved proper road and definitely needs more than this.

South Sudan President Salva Kiir has stressed South Sudan’s willingness for secession in his recent speeches in and out of Sudan. According to his idea, South Sudan might conduct its own referendum if President Basher’s NCP attempts to hinder the historic referendum. South Sudan and SPLM seems decisive for South’s independency till now. Their effort for the long awaited self-determination referendum is also supported by international community, Western countries and religious leaders of South Sudan churches. On the other hand, President Omar Al Basher and his party NCP have accused South President Salva Kiir of supporting for the South’s secession in public. NCP has stressed that Kiir’s open support for separation was clear violation of the 2005 Comprehensive Peace Agreement (CPA) which terminated two decades of civil war between north and south in Sudan. The Unity campaign of NCP receives support from Arab and some African countries in general. At the latest Afro-Arab Summit in the Libyan town of Sirte, Arab leaders gave huge support to Sudan for its Unity. Besides, they all agreed that secession of South might have negative effect on African continent as well as some Arab states. In the Summit, Libyan leader M. Gaddafi described Southerner’s demand for the referendum as contagious disease that affects the continent. However, Gaddfi’s statement was in contrast to comments he made in March after the Muslim and Christian clashes in Nigeria.

In conclusion, it seems that Sudan is in important phase which might change identity of millions of Sudanese citizens. If the historic referendum result provides south to establish a new state in Africa, Southerners should also establish their own new identity. So far, SPLM’s campaign for secession gained more support than NCP’s unity campaign amongst Southerners. As previously mentioned, NCP should be clearer in his statements for Unity. As well known in history, “independency/freedom” is the strongest statement of all times.






Perşembe, Ekim 07, 2010

GÜNEY SUDAN'DA REFERANDUM

Tarihi Referandum Sudan’ı Böler mi?
Serhat ORAKÇI
Dünya Bülteni, Ekim 2010

Hıristiyan ve Müslüman nüfusun beraber yaşadığı Sudan Ocak 2011’de yarı-özerk Güney Sudan için bağımsızlık referandumuna gitmeye hazırlanıyor. Referandum öncesi Sudan siyasi yaşamı hiç olmadığı kadar hareketli. Referandum sonucu öncelikle Güney Sudan’da yaşayan milyonları ilgilendirirken Sudan’ın geri kalanı da bu süreçten etkileneceğe benziyor. Beklenen referandum Sudan’ın İngiliz-Mısır yönetiminden bağımsızlığını kazandığı 1956’dan bu yana tarihindeki en önemli siyasi gelişme denebilir. 40 milyonun yaşadığı Sudan’ın demografik, ekonomik, dini, kültürel ve politik yapısı tarihi referandum sonrasında tümden değişime uğrayabilir.

Sudan’da seksenli yıllarda küzey-güney arasında çıkan çatışmalar iç savaşa dönüşerek 2 milyon insanın yaşamını yitirmesi ve milyonlarca insanın bölgeden göç etmesiyle sonuçlanmıştı. 2005 yılında taraflar arasında imzalanan Kapsamlı Barış Anlaşması ile iç savaş sona ererken tam da o yıllarda Sudan’ın Darfur bölgesinde benzer çatışmalar patlak vermişti. 2003 yılında Darfur’da başlayan çatışmalar yedi yıldır devam ederken Afrika’nın en büyük ülkesi Sudan tarihi bir olayın eşiğine geldi. 2011’in ilk günlerinde yapılacak bağımsızlık referandumu ile halihazırda yarı-özerk statüdeki Güney Sudan’a tam bağımsızlık yolunun açılması söz konusu. Hıristiyan çoğunluğun yaşadığı bölge oyların %60’ı bulması halinde yeni bir devlet olarak yoluna devam edebilir.

Tarihi referanduma sayılı günler kalmasına rağmen ortada cevaplanması gereken pek çok soru bulunuyor. Oy pusulalarının basımı henüz tamamlanmış değil. Devlet Güney Afrika’da basılan gecikmiş oy pusulalarını bekliyor. Bunun yanında referandum yapılacak bölgenin sınırları netlik kazanmış değil. Güney Sudan’ın bağımsızlık kazanması durumunda kuzey vilayetlerinde yaşayan güneylilere ne olacağı ve tam tersi güney illerinde yaşayan kuzeyli Sudanlıların nasıl bir statüde olacağı belirsizliğini koruyor. Ülkenin sahip olduğu dış borçların paylaşımı ve ülkenin en önemli gelir kaynağı olan petrolün nasıl bölüştürüleceği soruları cevap bekliyor. Son günlerde ilgili tarafların yaptığı açıklamalar ise saydığımız bu belirsizlikleri daha da derinleştiriyor.

Güney Sudan referandumu geçtiğimiz hafta Birleşmiş Milletler gündemindeydi. Süreci yakından takip eden dünya liderleri görüşlerini bildirirken ortak temenni referandum sürecinin çatışma ya da iç savaşa dönüşmeden işlemesi yönündeydi. Petrol kaynakları ve Hıristiyan nüfusu nedeniyle bölgeye özel ilgi duyan Batı referandum sürecini yakından takip ediyor. Obama, BM Genel Kurulunda yaptığı konuşmada referandumun özgür bir ortamda gerçekleşmesini istedi. Aynı oturumda konuşan Güney Sudan Devlet Başkanı Salva Kiir birleşme fikrinin Güney Sudan için cazibesini yitirdiğini belirterek bölünmeden yana tavrını göstermiş oldu.

Güney Sudan’da iktidarı elinde bulunduran Sudan Halk Kurtuluş Hareketi (SPLM) yoğun bir bağımsızlık kampanyası yürütmekte. SPLM’in son yapılan Nisan seçiminde Güney Sudan’da %92’lik bir oy aldığı düşünülürse yürütülen kampanyanın etkisi anlaşılabilir. Sudan genelinde iktidarı elinde bulunduran Devlet Başkanı Ömer El Beşir’in Ulusal Kongre Partisi’nin yürüttüğü birleşme kampanyası ise Güney Sudan’da zayıf kalmakta. Bunun en önemli sebebi ise birleşmenin Güney Sudan’a gelecekte ne kazandıracağının açıkca dillendirilmemesi. Bu durumda ayrılıkçı kampanya Güneylilere bağımsızlık vaadederken birleşme kampanyasının vaadettiği en önemli unsur Güney Sudan’daki mevcut durumun bundan böyle de devam etmesi. 10 milyon nüfusun yaşadığı, İspanya büyüklüğündeki bölgenin mevcut durumu ise pek iç açıcı gözükmüyor. Başkent Juba’daki 60km.’lik asfalt dışında yol olmayan bölgede altyapı oldukça yetersiz. Son aylarda başlatılan altyapı yatırımlerı ise henüz tamamlanabilmiş değil.

Taraflar arasında asıl çekişmenin yaşanacağı kuzey-güney sınırı arasına sıkışmış Abyei bölgesini ayrıca değerlendirmek gerekiyor. Sudan’daki petrolün büyük bölümünün çıktığı özel statüdeki bölgede genel referandumdan ayrı bir referandum eşzamanlı ya da önümüzdeki sene yapılacak. Sudan’da petrol gelirlerini kaybetmek istemeyen taraflar ekonomik kalkınmanın sürdürülebilirliği açısından Abyei bölgesini ellerinde tutmak istiyor. Bu yüzden kuzey-güney arasında taktiksel açıdan asıl mücadelenin yaşandığı yer burası. İktidardaki Ulusal Kongre Partisi Ocak referandumunda Güney Sudan’ı kaybetse bile Abyei bölgesini elinde tutmak için bölgesel referanduma kadar özel çaba içinde olacaktır. Aynı şekilde tarımsal ve sanayi faaliyetlerinin düşük düzeyde kaldığı Güney Sudan da Abyei’yi elinde tutmak için çaba sarfedecektir. Ngok Dinka kabilesinin yaşadığı bölge aynı zamanda kuzeyden gelen Mısıriye göçebelerin de uğrak yeri. 2004 yılında kuzey-güney tarafları arasında Kenya’da imzalanan protokol Abyei’ye özel statü tanımakta. Buna göre merkezi hükümet bölgede çıkan petrolden %50 pay alırken Güney Sudan hükümeti %42, Ngok Dinka kabilesi %2, Mısıriye göçebeleri %2, Bahr El Gazel eyaleti %2, Kurdufan eyaleti %2 pay almakta. Abyei de yaşayanlar Bahr El Gazel ve Kurdufan eyaletleri vatandaşı kabul edilmekte.

Sudan’da tarihi referandum yaklaşırken tansiyon giderek yükselmekte. Ekonomik kalkınmayı sürdürmek istiyen taraflar kuzey-güney arasına sıkışmış petrol zengini bölgeleri elde tutmanın hesabını yapmakta. İktidardaki Ulusal Kongre Partisi birleşme kampanyasını Güney Sudan’daki geniş kitlelere yayamazsa SPLM’in ayrılıkçı kampanyasının büyük destek görmesi kaçınılmaz. Ama asıl mücadelenin yaşandığı Abyei’de sonucun ne olacağını şimdiden kestirmek oldukça güç.

Çarşamba, Eylül 01, 2010

Türkiye'yi Afrika Kanatlandırır

Türkiye’yi Afrika Kanatlandırır
Serhat Orakçı
Dünya Bülteni, Eylül 2010

Doksanların sonunda Dış Ticaret Müşavirliği dergisinde yayınlanan bir makale ‘Afrika Umut mu?’ diye soruyordu. Türkiye’nin Afrika ile ilişkilerini dış ticaret verileri üzerinden değerlendirilen yazıda Afrika ile ilişkilerin hastalık ve beladan başka birşey getirmeyeceği sonucuna varılıyordu. Aslında yaklaşım 90’lı yıllarda Türkiye’den Afrika’ya bakıldığında zihinlerimizde canlanan Afrika imgesi ile tutarlı bir bütünlük teşkil ediyordu. Özellikle televizyon yayınlarının aşıladığı bu imge son derece aciz, hastalıklı, çaresiz ve yardıma muhtaç en önemlisi de vahşi ve uzak durulması gereken yer olarak tasvir ediyordu Afrika’yı.

Çok geçmeden Nisan 2001’de şimdiki Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun Stratejik Derinlik kitabı çıktı. Türkiye’nin uluslararası konumunu değerlendiren Ahmet Hoca ise Türkiye’nin küresel ölçekte etkinlik kurması için başta Afrika olmak üzere yeterince ilgi kuramadığı bölgelere bakış açısını değiştirmek zorunda olduğunu savunuyordu. Afrika’ya Açılım fikrini savunan Davutoğlu’nun kitabındaki önemli tespitlerinden biri de şöyleydi: Geçmişte Balkanlar-Anadolu omurgası üzerinde yükselen Osmanlı, Kırım Hanlığını kuzey, Mısır’ı da Afrika kıta derinliği için stratejik kanatlar olarak kullanmıştır(syf. 206). Davutoğlu kitabında özetle Osmanlının Mısır üzerinden ekvator hattına kadar uzanan bir alanda etki alanı oluşturduğu Afrika ile ilişkilerimizi tekrar canlandırmamız gerektiğinin önemini vurguluyordu.

Ahmet Davutoğlu’nun kullandığı kanat metaforunu ödünç alarak günümüz Türkiyesi için kullanacak olursak Afrika’nın Türkiye’yi kanatlandırabileceğini rahatlıkla ileri sürebiliriz. Son on yılda ortaya çıkan tablo Afrika’nın Türk dış politikasında ve dış ticaretinde öneminin eskiye nazaran nispeten arttığı gösteriyor. Türkiye’nin Afrika algılamasında önemli bir zihni dönüşüm yaşanmakta.

Dönüşümünü anlamak adına Türkiye’nin bazı ekonomik göstergeleri incelendiğinde son yıllarda gelinen nokta daha net görülebilir. 2000 yılında Türkiye’nin Afrika’ya ihracatı 1,2 milyar dolar seviyesinde (toplam ihracat içindeki payı %4,9) ve Afrika’dan ithalatı ise 2,4 milyar dolar seviyesinde seyretmiş (toplam ithalat içindeki payı %4,9). Türkiye-Afrika toplam dış ticaret hacmi 3,6 milyar dolara ulaşırken aynı yıl dış ticaret dengesinde Türkiye 1,2 milyar dolar açık vermiş. 2009 yılında ise global krize rağmen Türkiye’nin Afrika ülkelerine ihracatının 10 milyar dolar sevyesini geçtiğini görüyoruz. Bu rakam Türkiye’nin 2009 toplam ihracatının %10’una tekabül ediyor. Aynı yıl içinde Afrika’dan yapılan ithalatın 6 milyar dolar seviyesinde seyrettiğini görüyoruz. Bu da Türkiye’nin 2009 toplam ithalatının %4’üne denk düşmekte. Böylelikle Türkiye ile Afrika ülkeleri arasındaki dış ticaret hacminin 2009 yılında 16 milyar dolar seviyesine ulaştığını ve en önemlisi de Türkiye’nin Afrika ile dış ticaret dengesinde artıya geçtiğini görüyoruz.

Ekonomik rakamlara ülkeler bazında baktığımızda ise dış ticaret işlemlerinin çok büyük kısmının sadece Mısır, Libya, Cezayir gibi Osmanlı mirası kuzey Afrika ülkeleri ile gerçekleştiğini görüyoruz. Bu açıdan değerlendirildiğinde aslında Türkiye Afrika’da hala derinlik kazanabilmiş değil. 2005 yılını Afrika Açılım yılı ilan eden Türkiye, özellikle Ekvator hattı, Güney Afrika ve Batı Afrika ülkelerine yeterince açılabilmiş ve kendini yeterince tanıtabilmiş değil. Bu açıdan değerlendirildiğinde Türkiye’yi büyük bir Afrika potansiyeli beklemekte.

Son on yılda yaşanan iyileşmeyi iki taraflı değerlendirmek gerekir. Türkiye’nin Afrika’ya bakışı yıllar içinde revize olurken Afrika’nın Türkiye algısı da dönüşmekte. Bu dönüşümde kıtada yaşanan olumlu ekonomik, eğitim, kültürel vs. gelişmelerin payı bulunmakta. Dünyanın en genç nüfus yapısına sahip Afrika kıtasının tüm dünya yaşlanırken dinamizmini koruduğunu unutmamak gerekir. 2050’li yıllarda 2 milyar nüfusa ulaşması beklenen kıta genç nüfus potansiyelinden faydalanacakların başında geliyor. Hem artan nüfusu ile hem de artan dinamizmi ile Afrika’nın önümüzdeki on yıllarda her alanda daha etkin rol oynaması bekleniyor. Bu yüzden Afrika’nın Türkiye’yi kanatlandırabileceği iddiasına hiç şaşmamalı.

Türkiye’nin ekonomik göstergeleri, her geçen gün Afrika’da etkinliğini arttıran Çin ve Hindistan gibi küresel güçlerle kıyaslandığında ise görece düşük kalmakta. Buna rağmen global vizyonu gittikçe güçlenen Türkiye, Afrika’daki varlığını eskiye nazaran daha güçlü hissettirmekte. Sadece ekonomik faaliyetler değil Afrika’da açılan yeni Büyükelçilikler, TİKA ofisleri, THY seferleri ve Sivil Toplum Kuruluşlarının başarılı çalışmaları da şüphesiz bu etkinin oluşumunda ciddi rol oynamakta. Afrika’nın önümüzdeki dönemde artacak önemi düşünüldüğünde Türkiye’nin Afrika’da her alanda etkinleşmesi önemli hale geliyor. Tüm kıtayı kapsayan etkili bir Afrika Açılım vizyonu için Türkiye’nin özellikle kuzey Afrika hattını aşarak Afrika’nın derinliklerine inmesi gerekiyor.

Perşembe, Ağustos 26, 2010

Sudan'da Referandum

Sudan için Ayrılma-Birleşme-Çatışma Zamanı
Serhat Orakçı
Dünya Bülteni, Ağustos 2010

Afrika’nın devasa ülkesi Sudan bölünmenin eşiğinde duruyor. Eğer işler planlandığı gibi gider de sürpriz bir gelişme olmazsa altı ay sonra Sudan’ın yarı-özerk Güney Sudan bölgesinde referandum var. Sudan’da yirmi yıl süren kuzey-güney iç savaşını sona erdiren, 2005 yılında tarafların kabül ettiği Kapsamlı Barış Anlaşması(CPA) gereği 2011 başında Güney Sudan halkı referandum ile kendi kaderini belirleyebilecek.

Ancak planlanan referanduma az bir zaman kala, merkezi kuzey yönetimi ile güney arasındaki ilişkilerin giderek gerildiği zaman zaman sözlü münakaşaların yaşandığı bugünlerde belirsizlik hala devam ediyor. Referandum planlanan zamanda yapılırsa sandıktan ne çıkacağı da bilinmemekle birlikte tarafların zıt fikirleri ortada. Merkezi kuzey yönetimi bölünme fikrine sıcak bakmadığını sıksık yinelerken güney yönetimi ayrılıkçı tutumunu sürdürmekte ısrarlı. Özellikle Güney Sudan’da medya ve etkili kiliseler üzerinden yürütülen propaganda ile ayrılık fikri destekleniyor. Referandumdan ‘evet’ çıkarsa 2011 yılında dünya haritalarına yeni bir devlet dahil olacak.

İki taraf arasında yaşanan tartışmalara Darfur’daki isyancı gruplar da dahil oldular. Darfur kanadını temsilen Adalet ve Eşitlik Hareketi (JEM) yazılı bir bildiri yayınlayarak referandum fikrini desteklediklerini Güney Sudan’ın ayrılmak istemesinin El Beşir rejiminden kaynaklandığını dile getirdi. JEM aslında son derece politik bir açıklama yaptı. Güney Sudan kanadına destek mahiyetindeki açıklamanın gerisinde aslında JEM’in kendi varlığını sürdüme çabası yatmakta. JEM yönetimi Güney Sudan ile yakın ilşkilerini hem sürdürmek hem de yeni ortamdan faydalanmak istiyor. Çad ve Libya’dan eskisi gibi lojistik destek alamayan JEM, Güney Sudan’ın bağımsızlığını kazanması durumunda yakın ilişkilerini kullanarak Güney Sudan’ı kendine askeri üst yapmanın hesapları içinde.

Son günlerde yaşanan gelişmeler aslında gösteriyor ki kamoyu nazarında merak edilen konu referandum sonucundan ziyade referandumun gerçekten yapılıp yapılamayacağı. Güney Sudan’da iktidarda bulunan Sudan Halkı Kurtuluş Hareketi(SPLM) referandumun iptali ya da ertelenmesi durumunda konuyu Güney Sudan parlemontosuna taşıyacaklarını ve referandum sonucu olmadan bağımsızlık ilan edebileceklerini bildirdi. Merkezi Hatum yönetimi ise en yetkili ağızlardan böyle bir ihtimalin gerçekleşmesi durumunda bunun Güney Sudan için intihar niteliğinde olacağı mesajını verdi. Salva Kiir başkanlığındaki Güney Sudan yönetimi referandumu bir formalite olarak değerlendiriyor; sonuçta referandum olmadan da bağımsızlık ilan edebileceğini düşünüyor. Merkezi Hartum yönetimi ise Kapsamlı Barış Anlaşmasının da şartlarından olan sınırlar netleşmeden referanduma gitmek istemiyor.

Referandum tartışmalarının tıkandığı nokta daha önceki yazılarımızda da belirttiğimiz gibi dönüp dolaşıp sınır belirsizliğine dayandı. Referandum planına karşın kuzey-güney sınır ayrımı hala net değil ve zengin petrol rezervlerine sahip ihtilaflı bölgeler bulunmakta. İki tarafta bu bölgeler üzerinde hak iddia etmekte ve petrol gelirlerinden vazgeçmemekte. Son yedi yılda Sudan’da yaşanan ekonomik canlanmanın ana faktörünün petrol olduğu düşünüldüğünde iki taraf da tutumunda haksız sayılmaz. Ortaya çıkan tabloda görünen o ki eğer Sudan bölünürse petrolü ele geçiren taraf ekonomik canlılığını sürdürürken kaybeden taraf alternatif kaynaklara (yabancı yardımlar da dahil) yönelmek zorunda kalacak.

2005 Kapsamlı Barış Anlaşması öncesinde kuzey-güney arasında yirmi yıl süren Sudan iç savaşının yaraları bile henüz tam manasıyla sarılamamışken Sudan önemli bir dönüm noktasının eşiğinde tekrar. Sudan’da dile getirilen Güney Sudan referandum tartışmaları üç farklı senaryonun etrafında şekilleniyor. Kuzey ile Güney Sudan arasında gerçekleşmesi beklenen muhtemel senaryolar Ayrılma-Birleşme-Çatışma perspektiflerinden ele alınıyor. Sudan’da taraflar ya ayrılacak ya birleşecek ya da çatışacak. Önümüzdeki altı ay içinde öyle ya da böyle Sudan’da yaşayan 40 milyon nüfusun kaderi değişecek. Peşinden özellikle Doğu ve Orta Afrika’da kabul görmüş politik, ekonomik, kültürel ve dinsel dinamikler değişime uğrayacak.

Pazartesi, Temmuz 26, 2010

Batı Darfur Gezi Notları

Batı Darfur Gezi Notları
Serhat Orakçı

Dünya Bülteni, Tammuz 2010

Sudan’ın başkenti Hartum’dan küçük uçaklar kalkıyor Batı Darfur’a. Geneli Rus yapımı eski uçaklar bunlar. Batı Darfur Eyaletinin başkenti El Cenine’ye gidiş-geliş bileti 400 dolar civarında. Sudan’da kişibaşına düşen milli gelirin yıllık ortalama 1000 dolar civarında olduğu düşünülürse bu fiyat oldukça pahalı.


El Cenine Sudan-Çad sınırına sıkışmış bir şehir. Nüfusu göçmenlerle birlikle 1.5 milyon civarında. El Cenine şehri etrafında çok sayıda mülteci kampı bulunmakta. Bu kamplarda Darfur krizi yüzünden köylerini yahut kasabalarını terketmiş insanlar barınıyor. Bazı mülteci kamplarında 10-15 bin kişi barınıyor. Buralara toplanmış insanlar dışarıdan gelen yarımlarla hayatlarını emaneten sürdürmekte. El Cenine Darfur’daki diğer bölgelere göre daha az yardım alıyor. Gerek güvenlik gerekse ulaşım sıkıntıları STK’ların bölgede çalışmasını zorlaştırıyor. Yardımlar kesintiye uğradığında ise açlık ve benzeri sorunlar başgösteriyor. İstihdam oranının çok düşük olduğu bölgede fakirlik seviyesi oldukça yüksek. Ticari ve tarımsal faaliyetler de güvenlik nedeniyle kısıtlanmış durumda.



El Cenine şehri Sudan’ın batı sınırındaki en son yerleşim birimi. Çad’a giden bir nehir yatağı ile çevrelenmiş şehirde iki katlı bina görmek imkansız neredeyse. Şehrin merkezinde bir meydan ve bu meydanda ufak dükkanlar ve seyyar satılar mevcut. Tahıl pazarı, hayvan pazarı gün içindeki kalabalık yerler. Saat beşten sonra ise meydan boşalıyor. Akşam karanlığı çöktüğünde ise üç beş açık dükkanın dışında sokaklarda kimse kalmıyor. El Cenine’de akşamları sokağıa çıkmak sakıncalı hele de yabancılar için. Son zamanlarda bölgede çalışan bazı yabancılar Sudan Ulusal Ordusu ile çatışan isyancılar tarafından fidye için kaçırılmış. Bu yüzden geceleri sokakta gezinmek riskli.



Şehrin 10-15km. dışında güvenlik sorunu daha da artıyor. Bu yüzden askeri koruma olmadan bölgede dolaşmak mümkün değil. Afrika Birliği ve Birleşmiş Milletler Darfur Barış Misyonu (UNAMIS) bölgede sivilleri korumaya çalışıyor. Ağır silah taşıyan askeri araçlar şehrin içinden konvoy halinde geçiyor. Bu manzaraya alışan halk askerlere pek aldırış etmeden işine gücüne bakıyor. Buna rağmen halk cancavit ismi verilen silahlı milislerden korkuyor. At sırtında gezinen cancavitlerin yüzleri kapalı olduğu için sadece gözleri görünüyor. Sırtlarında her daim tüfek taşıyan bu atlı milisler Sudan Ulusal Ordusu ile işbirliği yaparak isyancı gruplara karşı savaşıyor. Ordunun zayıf olduğu bölgelerde bu milisler kontrolü elinde tutuyor.



El Cenine şehrinin dışında yerleşim oldukça dağınık. Beş-on hanenin kümelendiği çok sayıda ufak köy var. Bu köylerde derme çatma evler sazlıktan, çalı çırpıdan yapılmış. İsyancı gruplar ile Sudan Ordusu arasında gerçekleşen silahlı çatışmalar yüzünden çoğunluğu bir ailenin ya da kabilenin yaşadığı bu ufak yerleşim birimleri büyük risk altında. Bu yüzden insanlar köylerini terkederek şehirlerin etrafındaki mülteci kamplarına sığınıyor. El Cenine nüfusunun neredeyse yarısı mülteci statüsünde. Bu mülteciler güvenlik nedeniyle geldikleri yerlere geri dönmek istemediklerinden bu kamplarda yaşamlarını zor şartlar altında devam ettiriyor. Bu kamplarda bina yapmak hükümet tarafından yasaklanmış. O yüzden kamplarda bina yok sadece dermeçatma kulubeler var. Hükümet El Cenine şehrinin yerlileri tarafından yabancı olarak algılanan mültecileri geldikleri gerlere geri göndermek istiyor ama bu göründüğünden oldukça zor bir iş.



Limon, Mandalina, Portakal ve Mango yetişen bölge tarıma elverişli olmasına rağmen neredeyse hiçbir tarımsal faaliyet yok. Gerek güvenlik sorunu gerekse teknolojik altyapı yokluğu bu potansiyelin kullanılmasının önündeki engeller. Aynı şekilde sanayi üretimide yok denecek düzeyde. Bu yüzden bölgenin ihtiyaçları Hartum ya da Çad’dan karşılanıyor. Hartum-El Cenine arasında 10-15 günde gidip gelen kamyonlar şehrin ihtiyaçlarını getiriyor. Benzer bir şekilde Çad’dan da bazı ürünler gelmekte. Şehir merkezinden Çad’a taksi dolmuşlar gidip gelmekte. Her saferinde beş kişi götüren bu taksilerin kişi başı fiyatı 2 dolar civarında.



Şehir su şebekesi olmadığından suya ulaşım kısıtlı bu yüzden şehirde su taşıyan eşekleri sıkça görmek mümkün. Su taşıma işini çocuklar üstlenmiş. Bir eşek yükü su 2 cüneyh ediyor. Eşeklerin sırtlarında sağlı sollu tulumlar var. Bu tulumlar özel bir deriden yapılıyor ve eşeğin fiyatından daha pahalı. Eşeklerle eve getirilen su varillere transfer ediliyor. Daha sonra ev-içi kullanımı ve banyo tuvalet kullanımı için farklı kaplara aktarılıyor. Eşeğin dengesini bozmamak için bu tulumlar sağlı sollu azar azar boşaltılıyor. Bu şekilde sağ ve sol her zaman dengede kalabiliyor. Su satıcıları bu işte ustalaştığı için suyu hızlı bir şekilde transfer edebiliyor.



Özellikle mülteci kamplarında sağlık koşulları çok yetersiz. Su kaynaklarının kısıtlı olması kamplardaki hijyen şartlarını olumsuz etkiliyor. El Cenine şehir merkezinde bulunan hastanelerin imkanları da kısıtlı. Bu yüzden ciddi operasyon gereken hastaların mutlaka Niyala ya da Hartum’a gitmesi gerekiyor. Gelir seviyesinin çok düşük olduğu bölgede bu imkana sahip insan sayısı sınırlı.



Batı Darfur’da ve Darfur’un diğer bölgelerinde yaşamın normale dönmesi için uzun bir zamana ihtiyaç var sanki. İnsanların emaneten yaşadığı koşulların değişmesi ticari, tarımsal faaliyetlerin yanında eğitim ve sağlık şartlarının da iyileşmesine bağlı. Şimdilik geleneksel toplumlara özgü güçlü kabile ve aile bağları insanları bu kriz topraklarında ayakta tutuyor. Bu güçlü bağlar sayesinde kenetlenen Darfur halkı sosyal ve psikolojik gerginliklere yol açan zorlu şartlara direniyor. Barışın gelmesi, çatışmaların bitmesi ve halkın huzura kavuşması krizin içindeki tüm tarafarın özveride bulunmasını gerektiriyor.

Salı, Temmuz 06, 2010

Dünya Kupası Dışında Güney Afrika

DÜNYA KUPASI DIŞINDA GÜNEY AFRİKA
Serhat Orakçı
Dünya Bülteni, Temmuz 2010

Efsanevi lider Nelson Mandela’nın ülkesi Güney Afrika bugünlerde Afrika’da düzenlenen dünya kupası ve vuvuzela ile gündemimize girdi. Her ne kadar Türkiye kupaya katılamasa da Türk futbolseverler kupayı yakından takip ediyor. Bugünlerde futbol gündemiyle hayatımıza giren Güney Afrika bizler için pek bilinmeyen başka bir öneme sahip aslında.

İstanbul’dan direk uçuşla 8-10 saatlik bir mesafede bulunan Güney Afrika, Afrika kıtasının en zengin ülkesi durumundadır. Coğrafi olarak Afrika kıtasının en güney ucunda Hint ve Atlas okyanuslarının kesişiminde bulunmaktadır. Afrikalıların, beyaz Avrupalıların yanında Malay ve Hint kökenli müslüman toplulukların yaşadığı 49 milyon nüfuslu Güney Afrika’nın büyük bölümü hiristiyandır. Zengin altın ve elmas madenlerine sahip ülkenin iki önemli şehri Johannesburg ve Cape Town’dır. Henüz pek bilinmese de her iki şehirde de Türk siyasi tarihini ilgilendiren iki önemli şahısın mezarı bulunmaktadır. Güney Afrika’nın hayatımıza girdiği bu günlerde bu iki şahıs hakkında bilgi vermek yerinde olacaktır sanırım.

Avrupalı denizcilerin Ümit Burnunu keşfetmeleri ile sömürgecilik hareketlerinin başladığı Güney Afrika önce Hollanda peşinden de İngeltere’nin sömürüsü altına girmiştir. O dönemlerde ‘Cape Colony’ alarak adlandırılan Cape Town ve civarındaki şehirler Avrupalı göçmenlere ve farklı sömürge topraklarından getirilen esir ve kölelere ev sahipliği yapmıştır. Güney Afrika’nın İslam’la tanışmasıda bu döneme denk gelmektedir. Java adalarından getirilen tutsak esirler arasında Hollanda’nın hoşlanmadığı baskı altında tutmak istediği dini liderler de bulunmaktadır. Bunlardan en önemlisi Java adasında Hollanda’ya karşı ayaklanmış Şeyh Yusuf (Tuan Guru) olarak bilinmektedir. Güney Afrika müslümanları tarafından saygıyla anılan Şeyh Yusuf hafızasından ilk Kur’an-ı Kerimi kaleme almıştır. Bu Kur’an halen Cape Town’daki Malay mahallesinde Bookap müzesinde sergilenmektedir.

Hollanda sömürü döneminde Cape Kolonisindeki farklı dinlerin canlanmasına izin verilmemiş esir ve kölelerin geçmişleriyle ve dinleriyle bağları zayıflatılmıştır. Koloni içinde yaşayan müslüman topluluklarda aynı muameleye tabi tutulmuş özgür ibadet hakkı olmadığından gizli ibadet kültürü yerleşmiştir. Bu dönemde müslümanlar İslami kaynaklardan iyice uzaklaşmış ve İslam dışı kültürel ritüeller din adına sergilenir hale gelmiştir. Müslümanlar açık ibadet hakkını ve cami yapma iznini ancak İngiliz sömürge döneminde elde edebilmiştir.

Osmanlı Alimi Ebu Bekir Efendi
16 Nisan 1862 tarihinde Cape Town’da yaşayan müslümanlar gerçek İslam anlayışından uzaklaştıkları gerekçesi ile ilginç bir talepte bulunarak kendilerini İslami eğitim verecek bir alim istemişlerdir. İngiltere Kraliçesi’ne ulaşan talep Londra’da elçilik görevi yürüten Musurus Paşa’ya bildirilmiş ve onun aracılığıyla Cape Town müslümanlarının talebinden Sultan Abdulaziz haberdar edilmiştir. Ahmet Cevdet Paşa ve Hariciye Nazırı Ali Paşa tarafından gerekli tetkikler yapılarak bu coğrafyaya bir alim gönderilmesine karar verilmiş ve bazı adaylar arasından Ebu Bekir Efendi olarak bilinen zat seçilmiştir. 1 Ekim 1862 tarihinde önce Paris’e sonra Londra’ya oradan da 40 günlük deniz yolu ile Cape Town’a giden Ebu Bekir Efendi ve beraberindeki yeğeni Ömer Lütfi Efendi Cape Town’da müslümanlar tarafından coşkuyla karşılanmıştır. O tarihte yapılan bu atama çevredeki müslüman toplulukları merkeze yakınlaştırmış ve onların hilafete bağlılığını sağlamıştır. Ancak bu bağlılık daha sonra I. Dünya Savaşı yıllarında bir tehdi olarak algılanmış ve İngiltere siyaset yapımcıları tarafından korkuyla karşılanmıştır.

Ebu Bekir Efendi Cape Town’a gelmesinin ardından ilk iş olarak bir okul açmış ve burada kız ve erkek çocuklarına İslami eğitim vermiştir. Cuma günleri halka seslenmiş, civardaki başka vilayetleri ziyaret ederek müslümanların dertlerini dinlemiştir. Mozambik ve Maritius adasını ziyaret ederek buralar hakkında edindiği izlenimleri İstanbul’daki Mecmua-ı Fünun gazetesinde yayınlamıştır. Önemli katkılarından biri o dönemde kullanılan Afrikansça dilinde arap alfabesiyle yazmış olduğu Beyanuddin kitabıdır. Ebu Bekir Efendi’nin bu ilginç çalışması üzerine batılı akademisyenler tarafından çalışmalar yapılmıştır. Bazı kaynaklarda Ebu Bekir Efendi’nin şafi bir topluluğa hanefi mezhebini yaymak için gönderildiği iddia edilerek olay çarpıtılmak istenmiştir. Ebu Bekir Efendi Güney Afrika’da evlenerek oraya yerlemiş ve ölene kadar hayatını bu coğrafyada geçirmiştir. Efendi soyismi ile tanınan ailenin fertleri halen Güney Afrika’nın değişik şehirlerinde yaşamaktadır. Ebu Bekir Efendi’nin Atlas okyanusuna bakan bakımsız mezarı Signal Hill olarak bilinen tepelikteki küçük bir mezarlıkta bulunmaktadır.

İlk Türk Diplomat Mehmet Remzi Bey
Güney Afrika denildiğinde Mehmet Remzi Bey’i de zikretmek gerekmektedir. Johannesburg şehir merkezinde Wits üniversitesi kampüsünün hemen ön tarafındaki Braamfontein mezarlığında ay yıldızlı bir mezar taşı ile karşılaştığımda çok şaşırmıştım. Bir yüzü İngilizce diger yüzü Osmanlıca mezar taşında şöyle yazılıydı: “Ahh! Mezarımın başında duran sen ölümüme şaşırma! Geçmişte ben de senin gibiydim. Yarın sen de benim gibi olacaksın.” Osmanlı Konsolosu Mehmet Remzi Bey’e ait mezar taşında ölüm yılı 14 Nisan 1916 yazılıydı. Kendisi Osmanlı İmparatorluğunun Güney Afrika`ya gönderdiği ilk Turk diplomat olarak kayıtlara geçmiştir.

Mehmet Remzi Bey hakkında bilgimiz daha sınırlı olmasına rağmen 2004-2006 yıllarında Güney Afrika Ulusal Arşivlerinde yaptığım incelemeler sırasında rastladığım M. Remzi Bey`e ilişkin belgeler hem Osmanlı Devleti`nin Güney Afrika`yla ilişkilerine hem de Mehmet Remzi Bey`in hayatına biraz olsun ışık tutmakta. Detaylı bir makele hazırlamaya yetecek sayıdaki bu arşiv belgeleri aslında uzak diyarlardaki bir diplomatın trajik hayat hikayesini anlatmakta.

Güney Afrika’da zengin elmas ve altın madenlerinin keşfedildiği yıllarda Osmanlı yönetimi Johannesbur şehrinde bir konsolosluk açmış ve Cape Town’da uzun süredir hizmet veren konsolosluğunu buraya bağlamıştır. Lakin 1914 yılına kadar Türk asıllı diplomat atanmamış Alman, Belçikalı, Ermeni yahut İngiliz asıllı konsoloslar bu görevleri yürütmüştür. Bu rağmen Güney Afrika’da yaşayan müslüman cemaatler farklı zamanlarda İstanbul’a gönderdikleri mektuplarında Türk asıllı bir diplomatın gelmesini istemiştir. Bu istek ancak 1914’de Mehmet Remzi Bey’in Johannesburg konsolosluğuna atanması ile gerçekleşmiştir.

Osmanlı Hariciye Nezareti tarafından 21 Nisan 1914`de Johannesburg baş konsolosluğuna atanan Mehmet Remzi Bey’in Güney Afrika’daki diplomatik hayatı oldukça kısadır aslında. Daha öncesinde Tahran’da resmi görevde bulunan M. Remzi Bey Rus asıllı eşi Helena ve erkek çocukları ile I. Dünya Savaşı arefesinde Johannesburg’a vardığında tren itasyonunda kalabalık bir grupla karşılanmıştır. Mehmet Remzi Bey’in Kanada’da yaşayan torunu Misha Low’a Türk makamları tarafından verilen arşiv belgelerinde bulunan gazete küpürlerine göre Park istasyonunda düzenlenen kalabalık karşılama törenine Güney Afrika’daki müslüman cemaatler katılmıştır. 28 Agustos 1914 tarihli Güney Afrika Hükümet Gazetesinde yayınlanan bir yazıyla Remzi Bey`in konsolosluk görevine başladığı resmen ilan edilmiştir.

Ancak kısa bir süre sonra I. Dünya Savaşı patlak vermiş ve İngiltere ile Osmanlı İmparatoluğu farklı cephelerde karşı karşıya gelmiştir. İngiltere hükümeti Güney Afrika dahil tüm sömürgelerindeki Osmanlı konsolosluklarının ivedilikle kapatılmasına karar vermiştir. M. Remzi Bey Güney Afrika hükümetine gönderdiği 7 Kasım 1914 tarihli yazıyla Osmanlı`nın İngiltere Başkonsolosundan aldığı talimat üzerine Osmanlı Devletinin Johannesburg`daki çıkarlarını Amerika Konsolosluğuna devretmiş, birkaç gün içerisinde karısı ve küçük çocuğuyla Cape Town üzerinden İstanbul`a gitmek istediğini bildirmiştir. Yetkili makamlara talebini hatırlatnak için üstüste telgraflar çekmiş ama her seferinde “...mümkün olan en kısa zaman içerisinde cevap verilecektir.” yatını almıştır. 13 Kasım 1914’te İngiltere’nin isteği üzerine Osmanlı tebasının Güney Afrika’dan çıkışına izin verilmediği bildirilmiş böylece nereye varacağı belli olmayan bir süreç başlamıştır.

Savaşın ilerleyen günlerinde İngiltere ile Osmanlı İmparatorluğu arasında esir mübadelelerini içeren görüşmeler başlamıştır. M. Remzi Bey ile birlikte İngiliz sömürgelerindeki diğer tutsak Türk diplomatlar da bu mübadelelere dahil edilmiştir. Amerika’nın aracılık yaptığı görüşmelerde Türkiye`de bulunan İngiliz Konsolosların serbest bırakılması şartıyla İngiliz sömürgelerindeki Turk diplomatların serbest bırakılması kararlaştırılır. Daha sonra bu plan değişmiş ve yeni bir istek üzerine Osmanlı yönetimi Amara`daki yirmi beş Osmanlı memuru ile Bombay, Johannesburg, Malta ve Manchester`deki dört konsolosun iadesi karşılığında Osmanlı sınırlarında bulunan bütün İngiliz kadınların ve on beş yaş altı çocukların iade etmeyi kabul etmiştir.

1916 yılının Ocak ayında aynı pazarlık sürerken Johannesburg`da tutsak muamelesine tabi tutulan Mehmet Remzi Bey ani beyin kanaması nedeniyle hayata veda etmiştir. Eşi Helena cesedin İstanbul’a gönderilmesini talep etmiş ama savaş yıllarının zorlu şartları Mehmet Remzi Bey’in cesedinin İstanbul’a getirilmesine mani olmuştur. M. Remzi Bey’in ani ölümünün ardından eşi Helena çocuğuyla birlikte Cape Town’a yerleşmiş, burada yeniden evlenerek iş hayatına atılmıştır. Son dönemde irtibat kurabildiğim Remzi Bey’in torunlarından Güney Afrika’nın East London şehrinde ikamet eden Helene Remzi-Bey Stevens büyükannesi Helena’nın o yıllarda ikinci çocukları Fazile’ye hamile olduğunu eşi M.Remzi Bey’in ölümü ile Johannesburg’da çocuklarıyla bir başına çaresiz kaldığını belirtti. Ayrıca o yıllarda yaşanan ağır trajediden aile içinde özellikle bahsedilmekten kaçınıldığını söyledi. M. Remzi Bey’in ölümüne ilişkin Güney Afrikalı bir doktorun tuttuğu belgeye rağmen öldürülmüş olduğu yönünde bir iddianın da varolduğunu bildirdi.

Dünya kupası ve vuvuzela ile tanıdığımız Güney Afrika ile tanışıklığımız eskilere 19.yy’a gitmektedir. Osmanlı İmparatorluğunun buradaki müslümanlarla ilişki kurması ve onlara sahip çıkması Güney Afrika müslümanlarının İstanbul’a bağlılık duygularını geliştirmiştir. Bu duygu bugün bile bu coğrafyada devamlılığını sürdürmektedir.

Cuma, Haziran 25, 2010

AFRİKA'DA LİDERLİK SORUNU

Afrika’da Liderlik Sorunu
Serhat Orakçı
Dünya Bülteni, Haziran 2010

Afrika’nın en büyük açmazlarından biri belki de ‘liderlik sorunu’ ya da hali hazırdaki liderlerin alternatifsiz oluşu. Afrika’da yaşanan sorunlara ülke liderleri perspektifinden bakıldığında, bir çok Afrika ülkesinde hala 70’lerde ve 80’lerde iş başına gelmiş, dünyadaki değişime ayak direyen yöneticilerin yönetimde olduğu dikkat çekmekte. Bu liderlere 1967’de başa geçen Gabon Devlet Başkanı El-Hac Ömer Bongo Ondimba, 1969’da başa geçen Libya Devlet Başkanı Kaddafi, 1987’den beri Zimbabve’yi yöneten Robert Mugabe ve 1982’de başa gelen Kamerun Devlet başkanı M. Paul Biya örnek verilebilir. Geçtiğimiz yıl hayata veda eden Gine Devlet Başkanı Lansana Conte’de 1984’den beri ülkesini yönetmekte idi.

Soğuk savaş döneminin etkili olduğu siyasi bir ortamda devlet başkanı olmuş bu ülke liderlerini ‘Eski Kuşak Yönetciler’ olarak adlandırabiliriz. İş başına geliş şekilleri ve yönetim ilkeleri birbirine benzeyen bu liderlerin en önemli özelliği bulundukları çevrede alternatifsiz olmaları. Bir diğer özellikleri ise kendilerine muhalefet eden grupların güçlenmesine asla izin vermeyen bir yönetim anlaşıyla ülkelerini idare etmeleri ve düyadaki değişimi önemsememeleri. Geçtiğimiz yıl Gine’de gerçekleşen askeri darbe aslında bu bağlamda irdelenebilir. Hatırlanacağı gibi 24 yıl Gine’yi yöneten Lansana Conte’nin ölümünün ardından daha 24 saat bile geçmeden bir grup asker yeniden darbe yaparak idareyi ele aldığını açıkladı. Kan dökülmeden gerçekleşen darbe askeri darbelere alışık halk nazarında da çok çabuk kabul gördü. Lansana Conte’nin yönetimde bulunduğu süre zarfında kendine alternatif olacak bir yönetim kadrosu bırakmaması ülkeyi ani bir krizin içine düşürdü. Gine’nin içine düştüğü ‘alternatifsizlik krizine’ daha önce birçok Afrika ülkesi de düştü ve düşmeye devam edecek.

Darbeye karşı diğer Afrikalı liderlerden gelen tepkiler de ez az Gine’de yaşananlar kadar ilginçti. Kendileri de darbe ile iş başına geçmiş bazı liderler Gine’deki darbecileri hemen tanırken Batı tarzı demokrasiyi benimsemiş Afrika Birliği darbeyi demokrasi zaafiyeti olarak değerlendirip Gine’nin birliğe üyeliğini askıya aldı. Afrika Birliği bünyesinde kurulan ticari komisyonlar da Gine’nin komisyonlardaki aktivitelerini durdurma kararı aldı. Ama mesela Libya Devlet Başkanı Kaddafi ve Senegal Devlet Başkanı Abduley Ware hiç vakit kaybetmeden Gine’deki darbeci yeni lider Camara’nın desteklenmesi gerektiğini savundular.

Bütün dünyada yeni kuşak dinamik liderlerin iş başına geçtiği düşünüldüğünde Soğuk Savaş dönemi siyaset psikolojisi ile ülke idare etmeye çabalayan Eski Kuşak Afrikalı Liderler yerlerini genç ve dinamik kadrolara bıraktıkça Afrika’nın kara talihinin değişeceği mutlak. Soğuk savaş döneminde iki kutuptan birini diğerine tercih eden Afrikalı liderlerin soğuk savaşın sona ermesine rağmen halen bu siyasi mantıkla hareket etmeyi sürdürdüklerini görmekteyiz. O dönemde Amerika’ya karşı Rusya kozunu yahut tam tersini oynayan devlet başkanları şimdilerde Rusya yerine yeni küresel aktör Çin’i politik tercihlerine angaje etmekte. 2000’li yılların başından beri dünyada değişmekte olan güç dengelerini ve dahası değişen yönetim anlayışını iyi okuyamayan bu eski kuşak liderler şimdilerde ya tamamen Çin’den yana ya da tamamen Amerika’dan yana tavır sergileyerek ülkelerindeki doğal kaynakların sömürülmesine göz yummakta. Aynı zihniyet, işin daha da kötüsü sırf yönetimde kalabilmek adına ülkelerinin geleceğini küresel güçlerin insiyatifine terketmekte hiçbir beis görmemekte.

İyi bir lider ülkesinin geleceği için nerede bırakması gerektiğini de bilmelidir muhakkak. Bu konuda Nelson Mandela tüm Afrika’lı liderlere güzel bir ders vermiştir. Her türlü yasayı kendi çıkarları doğrultusunda değiştirmek yerine, buna imkanı varken, ve halk nazarında ölene kadar Güney Afrika’yı yönetebilecekken o bu işi kendinden sonra gelen genç kuşaklara bırakmayı yeğlemiştir. Ve bu sayede Nelson Mandela Afrika halklarının nazarında büyük bir saygınlık kazanmış ve Afrika’nın efsanevi lideri olmuştur. Hiç şüphesiz Afrika ülkelerindeki lider profili olumlu yönde değiştikçe, kendine güvenen ve yolsuzluktan uzak kadrolar iş başına geldikçe kıtanın makus talihi de olumlu yönde değişecek ve kıtanın doğal zenginlikleri kıta halkının yararına hizmet edecektir.

Pazartesi, Haziran 21, 2010

Güney Sudan-Juba Gezi Notları

Güney Sudan-Juba Gezi Notları

Serhat Orakçı

Dünya Bülteni, Haziran 2010

Şehrin göbeğinde iki katlı pembe bir malikane gösteriyor Ali. “Burası Salva Kiir’in yeri” diyor. Bahsettiği kişi kovboy şapkasını başından çıkartmayan Güney Sudan Devlet Başkanı ve aynı zamanda Sudan Devlet Başkan Yardımcılığını yürüten Salva Kiir Mayardit. Pembe malikanenin hemen on metre ilerisinde üç beş kuzu otluyor ve kulubemsi evlerden çıkan kadınlar tel örgülere çamaşır seriyor. Araba ilerledikçe yol üstünde farklı tabelelar gözüme çarpıyor: UNDP, WHO, Unicef, New York Hotel, Welcome Juba...



Fazla değil yedi ay sonra Referandum var Güneyde. İsterse Sudan’dan tamamen ayrılıp bağımsız bir devlet olduğunu ilan edecek. Bu göründüğü kadar kolay olmayabilir. Güney Sudan’ın başkenti Juba büyük ama hala çok cılız. Şehirde üç katlı bina görmek bile neredeyse imkansız. Şehrin iki üç kilometre dışında kabile yaşamı başlıyor. Katetmesi gereken çok yol var gibime geliyor.


Şehir nüfusunun 1 milyonun üstünde olduğunu öğrendiğimde pek şaşırmadım. Oysa daha beş sene önce 200 bin nüfuslu bir yermiş Juba. Dışardan devamlı göç alıyor ve aldıkça genişliyor. Uganda, Kenya, Etiyopya ve Orta Afrika Cumhuriyeti ile karayolu bağlantısı ve aynı zamanda günlük uçak seferleri var. Sadece Afrikalılar değil Pakistan, Hindistan’dan gelenleri bile görmek mümkün. Şehir merkezindeki Konyo Konyo çarşısı oldukça hareketli. Yan yana sıralanmış küçücük dükkanlarda ananastan cep telefonu kadar herşey satılıyor. Ama fiyatlar dudak uçuklatıyor. Hartum’da 5 Cüneyhe aldığım seyyar şarj cihazı için 20 Cüneyh istiyor satıcı. Hayret içinde kaldığımı görünce “Eeee burası Juba” diyor sırıtarak.

Sudan’ın başkenti Hartum’da alışık olduğum yan gelip yatma, sıcaktan ayılıp bayılma sendromu burada yok. İklim kuzeye göre oldukça farklı ve yaşanabilir. Tropikal iklim kuşağındaki Juba senenin 6-7 ayı yağmur aldığından olsa gerek yemyeşil. Şehrin etrafındaki tepeliğe gidip şehre bakıyoruz. “Burası Jebel Kucur” diyor mihmandarım Ali. Aşağıda dümdüz bir arazi. Ağaçlar, evler ve diğer uçta akıp giden Beyaz Nil Nehri var. Tepeliğin eteğinde toplanmış gençler kurdukları çakıl tepelerinin kenarında iskambil oynuyor. Oyun bitince birazdan kalkıp gene taş kırmaya devam edecekler. Güzel bir sistem oluşturmuşlar kendilerince. İçlerinden biri tepenin yüksek bir noktasına çıkarak irice taşları aşağıya yuvarlıyor. Bir alt sıradaki bu iri taşları balyozla döverek bir kaç parçaya ayırıyor ve aşağıya atıyor. Onun altında çalışan gençler bu taşları bir kenarda toplayarak kümeliyorlar. Bir kısmını da kırarak daha küçük çakıl taşı kıvamına getiriyorlar. Böylece sekiz on kişilik bir grup organize olarak inşaat sektörü için küçük bir taş tesisi oluşturmuş oluyor. “Ekmeğini taştan çıkarmak” deyimi tam da bu gençlere yakışıyor.



Kucur tepeliğinin biraz ilerisinde büyük bir otoyol çalışması var. Ömer El Beşir’in Güney Sudan halkına hediyesi olduğunu öğreniyorum. Yoldaki hummalı çalışma devam ederken yağmur çiselemeye başlıyor. İki yıl önce Salva Kiir tarafından açılan Nyokuron Kültür Merkezi ilgimizi çekiyor. Hoş tabelasına ve bahçesine rağmen içeride pek birşey bulamıyoruz; takım elbise ve iskarpin ayakkabılar satan dükkanın dışında. Ülkeye damgasını vuran ‘yokluk’ burada da karşımıza çıkıyor. Şehrin içinde ilerledikçe sağlı sollu bira solunlarını ve çok sayıda oteli geride bırakıyoruz. Şeriatla yönetilen Sudan’da içki satmak, almak, aracılık etmek büyük suç aslında. Ama güneyde bu kural da değişiyor. Kenya’dan ve Uganda’dan getirilen bol miktarda içki çok sayıda birahane açılmasına olanak veriyor anlaşılan.

Şehirdeki son durağımız Nil kenarındaki Juba Otelinin kafeteryası. Gerçekten çok hoş bir manzara çıkıyor karşımıza. Nil nehri ayalarımızın dibinden usul usul akıp gidiyor akşam serinliğinde. İki yakayı birbirine bağlayan eski demir köprü görünüyor ilerde. Tek tük balıkçı tekneleri gözümüze çarpıyor. Güneş batarken Uganda’dan yola düşen Nil usul usul Hartum’a doğru akmaya devam ediyor.


Kendi içinde özerk yapıda olan Güney Sudan’ın başkenti Juba’da yaşam kuzeydekinden oldukça farklı geldi gözüme. Kuzeyin beyaz cellabiyeli erkeklerine ve tesettürlü kadınlarına rastlamak imkansız. Kuzey güney arasında bayraklar ve tatiller bile farklı. Kuzeyin resmi tatili cuma-c.tesi iken güneyin resmi tatili c.tesi-pazar. Kuzey Arapça konuşurken güneyde İngilizce daha yaygın kullanılmakta.

Osmanlı yönetiminin Sudan’da en son ilerlediği nokta bugün Güney Sudan’ın başkenti olan Juba şehriymiş. 1900’lü yılların başından beri sadece misyonerlerin eğitim ve sağlık faaliyeti yürüttüğü Güney Sudan, Sudan’ın diğer bölgelerine göre oldukça geri bence. Zaten bu bölgenin hiristiyanlaşması da bu misyoner okulları aracılığıyla gerçekleşmiş. 1950’lere kadar Güney Sudan’da hiçbir resmi devlet okulu açılmamış. Kuzey ile Güneyi karşı karşıya getiren iç savaş 1985’de başlayıp 2005 yılına kadar devam etmiş. Bu süre zarfında büyük göç hareketleri yaşanmış. 2005 yılında iki tarafın yaptığı ateşkes anlaşması gereği Güney Sudan 2011’in Ocak ayında referanduma gidiyor. İç savaş yıllarında büyük yıkıma uğrayan bölge her açıdan geri kalmış durumda. Ayrılmasına şimdiden kesin gözle bakılsa da Güney’in idari yapısı oldukça zayıf ve arada 3-5 yıllık bir geçiş süreci olması gerekiyor. Bu süre zarfında kuzey-güney ilişkilerinin normal seyretmesi beklenebilir sanırım. Uganda, Kenya, Etiyopya ve Orta Afrika Cumhuriyeti ile sınırı bulunan Güney Sudan bu çevre ülkeler ile sınır ticareti yapıyor. Siyasi istikarı sağlaması durumunda hızla gelişebilecek bir bölge. Doğal kaynakları oldukça fazla. Şu an Sudan petrollerinin %70’i güneyden çıkıyor. Tarıma henüz hiç açılmamış bakir toprakları mevcut. Kafamdan güneyle ilgili farklı düşünceler geçerken Ali hissetmiş gibi “Hükümet bu yıl içerisinde tarım projelerine ağırlık verecek.” diyor.

Üç günlük kısa gezim bittiğinde Juba Havalimanının yolunu tutuyorum. Hava parçalı bulutlu. Geliş ve gidiş olmak üzere 200 m2’lik iki salondan oluşan uluslararası havalimanı tıkıştıkış. Pistte BM uçağı bekliyor. Çıkış işlemleri bittiğinde ilginç bir üst baş aramasından sonra yolcu bekleme salonuna geçiyorum. Yanımda bekleyen Pakistanlı iş adamı Wau’a gideceğini söylüyor. Peşinden elektrikler kesiliyor. Havalimanı karanlığa gömülüyor. Uçak anonsları kesiliyor. Yağmur giderek şiddetleniyor. Beş saat yağmurun kesilmesini ve uçakların kalkmasını bekliyoruz. Sonunda eski bir Rus uçağıyla havalandığımızda Güneyin yemyeşil arazilerini bir bir geride bırakarak kuzeyin sıcak çöllerine doğru yol alıyoruz.

Çarşamba, Mayıs 26, 2010

Nil Nehrinin Yeni Rotası

Nil Nehrinin Yeni Rotası
Serhat Orakçı
Dünya Bülteni, Mayıs 2010


Nil havzasındaki ülkeleri son dönemde ilgilendiren konuların başında nehrin su kullanım hakları üzerine yürütülen müzakereler yer almakta. Havzada bulunan dokuz Afrika ülkesini yakından ilgilendiren konu aynı zamanda Afrika ve Orta Doğu ekonomi-politiği açısından da önem arzetmekte. 2020 yılında dünyanın kullanılabilir su kaynakları yönünden ciddi bir krize gebe olduğunu ortaya koyan çalışmalar ışığında ‘Nil Nehri’ ve ‘kullanılabilir su kaynakları’ hayati bir öneme sahip. Bir kolu(Beyaz Nil) Uganda’dan çıkıp diğer kolu(Mavi Nil) Etopya’dan çıkıp Sudan’ın başkenti Hartum’da iki kolun birleşerek Mısır’a yürüdüğü ve oradan da Akdenize döküldüğü 6.825 km. uzunluğundaki dünyanın en uzun nehri Nil, hem enerji üretimi açısından, hem de tarımsal sulama ve içme suyu temini bakımından oldukça önemli bir potansiyele sahip. Geçtiği güzergahta 400 milyon Afrikalı nehir suyundan faydalanmakta ve bu sayı yoğun nüfus artışı münasebetiyle her geçen gün artmakta.

Nil Havzası İnsiyatifinde bulunan dokuz ülkenin (Mısır,Sudan, Etopya, Uganda, Kenya, Ruanda, Burundi, Demokratik Kongo Cumhuriyeti) bu güne kadar su kullanım haklarını 1929 ve 1959 yıllarında imzalanan anlaşmalar belirlemekteydi. İngiliz sömürgeciliğinin Afrika’daki mirası sayılabilecek anlaşmalar nehir suyunu tek başına Mısır’a açarken diğer ülkelerin su kullanım haklarını minimum seviyeye indirgemekte. 1980’lere kadar pek sorun teşkil etmeyen bu durum son dönemde Afrika ülkelerinin ekonomik kalkınma girşimleri ve yoğun nüfus artışları karşısında giderek sorun oluşturmaya başladı. Mısır’a nehir üzerinde yapılacak su ve baraj projelerinde isterse veto hakkı tanıyan anlaşmalar Afrika ülkelerinin su ve baraj projelerini hayata geçirmesinin önündeki en büyük engeldi. Bu durumun değişmesini arzulayan havza ülkeleri Mısır’ı karşılarına alacaklarını çok iyi bildikleri bu konuda bir adım attılar ve yeni bir anlaşma ortaya koydular. Mısır ve Sudan dışında diğer ülkelerin mutabakat sağladığı anlaşma ile Afrika ülkeleri Nil nehrinden eşit düzeyde faydalanmayı umuyorlar.

Ekonomik büyümenin ve nüfus artışının getirdiği baskı Afrika ülkelerini daha fazla su arayışına sürüklemekte. 2025 yılına gelindiğinde kıta üzerinde ondan fazla ülkenin su kaynağı yönünden sıkıntı yaşayacağı tahmin edilmekte. Daha fazla tarım alanını sulama imkanı elde etmek isteyen ülkeler nehir üzerinde baraj kurarak elektrik üretmek, balıkçılığı teşvik etmek ve sulama projelerini devreye sokarak tarım arizilerine su taşımak ve yeni istihdam alanları açmak istiyorlar. Lakin mevcut yapı Mısır dışındaki ülkelerin bu yöndeki taleplerini karşılamadığı gibi Mısır’a nehir üzerinde denetleme ve veto hakkı tanıyor. Nehir üzerinde tarihi hakları olduğunu iddia eden 80 milyon nüfuslu Mısır için Nil demek hayat demek adeta. Nehirdeki su seviyesinin azalması ve tarım alanlarına kanalize edilen su miktarındaki düşüş Mısır’daki tüm tarımsal ve ekonomik dengeleri altüst edebilecek boyutta.

Geçtiğimiz günlerde Mısır ve Sudan dışındaki yedi havza ülkesi Etopya’nın önderliğinde Uganda’nın başkenti Entebbe’de biraraya gelerek yeni bir anlaşma ortaya koydu. Mısır ve Sudan’ın tepkisine yol açan yeni anlaşma nehir suyundan eşit miktarda faydanılmasını öngörürken Mısır’ın tekbaşına veto hakkını da ortadan kaldırıyor. Nil nehrine hayat veren kaynak ülkelerin kazan-kazan stratejisi olarak niteledikleri yeni anlaşma ile ülkeler nehir suyundan istedikleri gibi faydalanabilecek, baraj ve sulama projelerini hayata geçirebilecek. Bir seneliğine imzaya açık bırakılan yeni anlaşmayı beş ülke geçtiğimiz günlerde imzalarken Demokratik Kongo Cumhuriyetinin ve Burundi’nin de yakında imzalaması bekleniyor. Mısır ve Sudan da bir yıl içerisinde imzaya açık bırakılan anlaşmayı isterlerse imzalayabilecekler.

Mısır ile ittifak halindeki Sudan mevcut durumun korunmasından dokuz ülkenin katılmadığı yeni bir anlaşmanın yürürlüğe girmemesinden yana. Mısır ile tarihi yakınlığı bulunan Sudan için de Nil suyu son derece büyük öneme sahip. Özellikle son dönemde topraklarını yabancı yatırımcılara ve körfezdeki Arap ülkeleri yatırımcılarına açan Sudan tarım sektöründe canlanma hedefliyor. Nüfusunun büyük çoğunluğu halen tarım sektöründe istihdam edilen ülkede büyük bir elektrik açığı da mevcut. Halihazırdaki barajların elektrik üretimi yeterli olmadığından barajlarda kapasite artışına giden Sudan Mısır’dan da elektrik ithal etmekte. Sudan’ın Nil’e bağımlılığı da azımsanmayacak boyutlarda. Ülkeyi baştan sona kateden Nil nehri geçtiği güzergaha hayat vermekte ve Sudanlılar büyük oranda verimli tarım arazilerinin bulunduğu Nil havzasındaki yerleşim birimlerinde yaşamakta. 2.5 milyon km²’lik yüzölçüme sahip devasa ülkede nüfus Nil etrafında yoğunlaşmakta yani bir diğer ifadeyle insanlar su kaynağının yakınlarında yaşamayı tercih etmekte.

Sudan’ın mevcut su kullanım hakkı Mısır ile kıyaslandığında son derece düşük seviyede lakin diğer ülkelere oranla daha fazla su kullanım hakkı bulunmakta. Sudan’ın Entebbe’de imzalanan yeni anlaşmayı kabul etmesi durumunda mevcut durumu çok fazla bir değişikliğe uğramayabilir. Sudan bu yönüyle kilit bir rol oynamakta. Mısır-Sudan ittifakının kırılması Mısır’ı bölgede yalnızlaştırıp güçsüzleştirebilir. Meselenin bir diğer boyutu da su üzerine yaşanan bölgesel gerginliğin kıtadaki Afrikalı-Arap ayrımcılığını tetikleyebilecek boyutta olması. Nil nehrine kaynaklık eden güneyli ülkeler ile Nil’e katkıda bulunmayan kuzeyli ülkelerin karşı karşıya gelmesi söz konusu. Sudan’ın oynadığı kritik rol 2011 yılında Güney Sudan’ın Sudan’dan ayrılması ile farklı bir boyut kazanacak. Nil havzası ülkelerine bir yenisi daha eklenerek havza ülkelerinin sayısı ona çıkacak. Güney Sudan’ın Nil ile ilgili nasıl bir tavır alacağını şimdiden kestirmek güç. Bir zamanlar parçası olduğu Sudan’ı ve haliyle Sudan-Mısır ittifakı içinde yer alması beklenebilecekken etnik olarak kendisine daha yakın bulduğu güneydeki kaynak ülkeleri de destekleyebilir. 2011 yılında ortaya çıkacak tablo içerisinde Güney Sudan’ın eğer Sudan’dan ayrılırsa Nil ile ilgili tavrı bölgesel su anlaşmazlığına yeni bir boyut kazandıracak.

Meseleyi incelerken zaman zaman dile getirildiği gibi İsrail’in Etopya ve Uganda üzerinde etki alanı oluşturarak Mısır’a karşı Nil suyunu politik baskı aracı haline getirmek istemesi veyahutta Nil suyunu İsrail’e kanalize etmek istemesi gibi iddiaların dikkate alınması gerekir. Özellikle Kuzey Doğu Afrika coğrafyasını kapsayan derinlikli analizlerin Orta Doğu dinamiklerinden bağımsız değerlendirilmemesi gerekir. Coğrafi ve tarihsel yakınlığı bulunan bu iki coğrafyada yaşanan siyasi, ekonomik ve kültürel gelişmeler birbirini hızla etkileyebilecek boyutlarda. Bu yüzden Kuzey Doğu Afrika’nın sahip olduğu su kaynakları sadece İsrail için değil Orta Doğu’daki diğer ülkeler için de alternatif kaynak olma açısından önem arzetmekte. İsrail’in bu yönde stratejeler geliştiriyor olması oldukça rasyonel iken diğer Orta Doğu ülkelerinin bu coğrafyayı içine alan çalışmalar yapmaması büyük bir hatadır.

Nil nehri üzerinde yürütülen müzakereler bölge ülkelerinin gelecekleri şekillendirmeleri açısından önemli siyasi ve ekonomik sonuçlar barındırmakta. Su kaynaklarına dönük bağımlılığın hızla arttığı günümüzde havza ülkelerinin alacakları pozisyon bölgesel barış ve işbirliği ya da bölgesel çatışma riskini şekillendirecek. Birçok ülkeyi siyasi, ekonomik ve küşltürel açıdan etkileyen çok boyutlu bir meselenin gerçekçi çözümü sadece sadece ülkeler arasında tam ittifak sağlandığında çözüme kavuşabilir. Bu durumda Nil havzasındaki ülkelerin birbirlerinin çıkarlarınıı dikkate alarak hareket etmesi gerekmektedir. Nil üzerinde yapılan tüm modern müdehalelerin Nil nehrinin çehresini, yaşayan balık türlerini ve bitki örtüsünü değiştirdiğini, Nil güzergahındaki tarımsal etkinlikleri ve iklimi değiştirdiğini unutmamak gerekir. Mısır’ı susuz bırakacak bir çözüm ya da diğer ülkeleri sudan mahrum bırakacak bir çözüm asla bölgede kabul görmeyecektir. Bölgesel istikrarın sağlanması taraflar arasında kabul görecek bir formülün geliştirilmesinde yatmaktadır.

Cumartesi, Mayıs 08, 2010

Afrika'nın Değişen Dinamikleri

Afrika’nın Değişen Dinamikleri
Yazan: Serhat Orakçı
Dünya Bülteni, Mayıs 2010

Afrika’nın devasa ülkesi Sudan önemli bir seçimi geçtiğimiz günlerde geride bıraktı. 24 yıl aradan sonra yapılan seçimle Ömer El Beşir ülke genelinde aldığı %68’lik oy ile tekrar başkanlık koltuğuna otururken Salva Kir Mayardit yarı-özerk Güney Sudan’da aldığı %92,9’luk oyla tekrar Güney Sudan Devlet Başkanlığına seçildi. Kuzeyde Ulusal Kongre Partisinin, Güney de ise Sudan Halk Kurtuluş Hareketi (SPLM)’in beklenen zaferi ile sonuçlanan seçim bir nevi Sudan’daki kutuplaşmayı pekiştirmiş oldu. Kuzey eyaletlerinin Ömer El Beşir etrafında toplanırken Güney Sudan halkının güneyin bağımsızlığını isteyen Salva Kir etrafında toplanması 2011 Güney Sudan Referandumu için de önemli bir ipucu vermiş oldu.


Yakın bir zamanda bilindiği gibi Sudan’ın güneyden ikiye bölünmesi beklenmekte. Lakin bu bölünme kendi içinde bazı açmazlar barındırmakta. Öncelikle belirtmek gerekir ki güney-kuzey ayrımı çok net bir sınır hattı tarafından belirlenmiş değil. Sudan Dışişleri Bakanı Deng Alor’un geçtiğimiz günlerde yaptığı açıklama bu ayrımın %80’inin tamamlandığı yönündeydi. Sorun içeren sınırlar ise geri kalan %20’lik kısım içerisinde. Bahsi geçen tartışmalı bölgelerin başında ilkin Abyei gelmekte. Büyük miktarda petrol rezervi barındıran bölge güney-kuzey sınırında stratejik bir lokasyonda bulunmakta. Yirmi yıl süren Sudan iç savaşında büyük tahribata uğrayan bölge muhtemel bir bölünmede tekrar tartışmaların merkezine oturacaktır. Güney yönetimi de Kuzey yönetimi de bu stratejik bölgeyi kaybetmek istemeyecektir.


Güney Sudan’ın bölünmesi Sudan’ın geçmişine bakıldığında da tarihi bir açmaza işaret ediyor. Sudan’ın 19.yy’dan beri parçası olan bölge 1980’lere değin bağımsız bir yönetim talebinde bulunmazken hep kabile reislerinin yönetimi altında bulunmuş ve zayıf da olsa merkez ile bağlarını devam ettirmiştir. Ancak 1980’lerde Sudan Halk Kurtuluş Hareketi (SPLM) tarafından ilk kez dillendirilen bağımsızlık fikri Güney Sudan’ın kuzeydeki Hartum yönetiminden ayrılarak bağımsız bir ülke kurmasını öngörmüş ve ülkeyi yirmi yıllık iç savaşa sürüklemiştir. 2005 yılında güney ile kuzey arasında barış zemini oluşturan anlaşma ile taraflar Güney Sudan’ın 2011 yılında bağımsız bir referandum ile kaderini belirlemesinin yolunu açmıştır.


Batılı devletler tarafından desteklenen bölünmenin gerçekleşmesi durumunda Güney Sudan, Afrika kıtasının en genç ama buna karşın en zayıf devleti statüsü kazanacak. Böylece Güney Sudan, Afrika kıtasının en büyük devletinin önemli bir bölgesi olmaktan çıkıp bir çok Afrika ülkesi arasına sıkışmış, deniz bağlantısı olmayan küçük bir devlet konumu kazanacak. Bölünme aynı zamanda Sudan’ı tümden etkileyerek Sudan’ın Afrika’nın önemli bir aktörü olma potansiyelini zedeliyecek. Bölünmeyle birlikte coğrafi olarak büyük bir toprak kaybına uğrayacak ülke Kenya, Uganda, Kongo gibi güney sınır komşuları ile irtibatını da yitirecek. Bu bölünme aynı zamanda Nil Nehri suyunun kullanım hakları üzerinde yeni bir tartışmayı da beraberinde getirecektir.


Güney Sudan’ın bölünmesi stratejik açıdan bakıldığında Kuzey, Doğu ve Orta Afrika üzerinde varolan dengelerin tekrar gözden geçirilmesine yol açacaktır. Bu itibarla bakıldığında Nil Nehrinin kullanımı açısından da Nehir üzerindeki denkleminde değişmesi beklenebilir. Sudan-Mısır ittifakı karşısında Etopya-Kenya-Uganda ittifakı yeni bir partner kazanarak Güney Sudan’ı yanlarına aldıklarında bu Sudan ve Mısır için ciddi bir tehdit oluşturacaktır.


Sıradan halkın en basit haliyle ‘Hiç olmazsa Güneylilerden kurtuluruz...’ ya da ‘Böylece Araplardan kurtuluruz...’ şeklinde dillendirdiği Güney Sudan’ın bölünmesi aslında sancılı bir döneme işaret etmekte. Muhtemel bölünme başta Kuzey ve Doğu Afrika olmak üzere Orta Afrika’da kıta iç dinamiklerini derinden etkileyerek bölgesel parametreleri değiştirecektir. Bu bölünme sonrasında Güney Sudan büyük bir kazanım elde edemeyecekken; genel olarak Sudan çok şey kaybedecektir. 2011 Ocak ayında yapılacak referandum sonrasında Güney Sudan’ın ayrılması gerçekleşir ise Sudan önemli bir nüfus ve toprak kaybına uğrayacak, petrol gelirlerininin büyük bir bölümünü yitirecek ve aynı zamanda dört ülke ile sınırını kaybederek gelecek zaman dilimi içerisinde bölgesel bir güç olma şansını tammen yitirecektir. Beklenen bölünme gerçekleşmez ise bu Sudan’ın varolan potansiyel gücünü devreye sokarak Afrika kıtası içerisinde etkili bir bölgesel aktör olmanın yolunu açarak; farklı dinleri, dilleri ve ırkları barındıran Sudan’a kültürel zenginliğini sürdürme şansını tekrar tanıyacaktır.

Pazar, Nisan 11, 2010

SUDAN'DA SEÇİM

Sudan’da Seçim Neyi Değiştirecek?
Yazan: Serhat Orakçı
Nisan 2010, Dünya Bülteni

Afrika’nın 2.5 milyon km2’lik devasa ülkesi Sudan önemli bir dönüm noktasının eşiğinde. 16 milyonu aşkın seçmen sandık başına giderek oy kullanacak. 24 yıl gibi uzun bir zaman diliminin ardından halk ilk kez seçim sürecine katılıyor ve yöneticilerini belirliyor. 11-13 Nisan seçimi, Sudan’ın İngiliz-Mısır yönetiminden bağımsızlığını aldığı 1956 yılından sonra Sudan siyasi tarihinin belki de en önemli dönüm noktası. Görünürde pek bir şeyin değişmeyeceği, Ömer El Beşir’in tekrar devlet başkanlığına seçileceği seçimle aslında çok şey değişecek. Seçimi Sudan için önemli kılan nokta sandıktan kimin birinci çıkacağı değil Ulusal Kongre Partisi’nin ve Sudan Halk Kurtuluş Hareketi’nin (SPLM) güney ve kuzey eyaletler ile Darfur’da alacakları oy oranları. Bu ayrıntı önümüzdeki dönemde Sudan’daki siyasi aktörlerin politik tavırlarını belirleyecek.

Kısa bir süre zarfında seçimlere hazırlanan siyasi partilerin seçimden beklentileri çok farklılık göstermekte. Seçim öncesi bir çok parti tarafından ve uluslararası kamuoyu tarafında seçimin ertelenmesi gündeme getirildi ama iktidar tarafından bu istek kabul görmedi. Bazı partiler ise seçimi boykot ederek iktidar üzerinde baskı oluşturdu ve seçimin kredibilitesine gölge düşürdü. Buna rağmen iktidar ısrarını sürdürerek ertelemeye gitmedi. 26 eyaletten oluşan 2.5 milyon km2’lik devasa ülkenin tüm şehir ve kasabalarında seçim propagandası yürütemeyen partiler taktik olarak güçlü oldukları merkezlere çekildiler. Bu partilerin başında Sudan Halk Kurtuluş Hareketi (SPLM) ve Ümmet Partisi gelmekte. SPLM önce başkan adayını çekerek daha sonra da kuzey eyaletlerinde ve Darfur’da seçime katılmayacağını duyurdu. Böylelikle Güney eyaletlerinde güçlü olan parti seçim propagandasını da sadece bu bölgede yürüterek sürdürdü. Ümmet Partisi de önce seçimi tamamen boykot ettiğini duyurdu ama daha sonrasında güçlü olduğu iki eyalette seçime gireceğini duyurdu. Siyasi partiler açısından Sudan’ın tümünde güçlü bir seçim propagandası yürütmek ciddi bir finansal kaynak ve organizasyon gerektirdiğinden; bu güçten yoksun partiler güçlü oldukları bölgelere yöneldiler.

2000’li yıllarda Sudan siyasi hayatı dört önemli olayın gölgesinde şekillendi. Bunlardan ilki güney ile küzey eyaletler arasındaki iç savaşı sona erdiren 2005 barış anlaşmasıydı. Bu anlaşma ile güney ile kuzey silah bırakarak barış yaptı. Bir diğer önemli gelişme 2003 yılında Sudan’ın Darfur bölgesinde patlak veren çatışmalardı. Uzun süre dünya gündeminden düşmeyen Darfur sorunu kısa sürede Sudan’ın dışarda elini kolunu bağlayıcı bir niteliğe büründü. Başka bir önemli gelişme yine aynı tarihte 2003 yılında Güney Sudan’da hatırı sayılır petrol rezervlerinin çıkartılmaya başlamasıydı. Bu gelişme ile Sudan batı ekseninden uzak doğu eksenine kaymaya ve Çin-Malezya gibi ülkeler ile işbirliği yapmaya başladı. Son önemli gelişme ise 2009 yılında Uluslarası Ceza Mahkemesinin (UCM) Sudan Devlet Başkanı Ömer El Beşir hakkında Darfur’da soykırım yaptığı gerekçesiyle tutuklama kararı çıkartmasıydı. Tüm bu gelişmeler ışığında 2010’a gelen ülke bazı yönlerden bakıldığında bir kör düğümü andırmakta. Özellikle Darfur meselesi ve UCM’nin kararı ülkenin önündeki en büyük engeller. İşte bu yüzden Sudan seçim sürecine bakıldığında sandıktan çıkacak sonuç ülke için son derece önemli.

UCM’nin Sudan Devlet Bşkanı Ömer El Beşir hakkında çıkarttığı karar ile Uluslarası kamuoyunun Sudan üzerindeki baskıları doruğa ulaştı. Darfur meselesinin mimarı olarak lanse edilen diktatör devlet başkanı imajı sık sık uluslarası kamuoyu tarafından dillendirildi. Dışarda bu söylem geliştirilirken Sudan’ın içinde pro-aktif bir söylem inşaa edildi. Sudan halkı ülkelerinin elden gitmekte olduğunu, dış güçler tarafından parçalanmak ve sömürülmek istendiklerine inanırken böyle bir dönemde güçlü bir liderin başlarında olması gerektiği görüşüne sarıldı. Özellikle UCM’nin kararının sonrasında ülkede Devlet Başkanı Ömer El Beşir sevgisi fanatiklik boyutuna ulaştı. “UCM bana hayaledemeyeceğim bir iyilik yaptı,” diyen Ömer El Beşir’in kendisi de bu gerçeği sık sık dillendirmekte. Halk devlet başkanını dış etkilere karşı koruma kararı alarak Ömer El Beşir’in arkasında olacağının mesajını vermekte gecikmedi. Karar sonrası düzenlenen mitinglerde halkla buluşan Devlet Başkanı gittiği şehirlerde büyük bir coşku ile karşılandı. Müslümanların yıllardır özlemle beklediği ‘batıya karşı kafa tutan lider’ profili böylelikle Ömer Beşir de hayat buldu. İşte bu gelişme seçim sürecinde de kendini gösterdi. Ulusal Kongre Partisinin seçimden zaferle çıkması aslında UCM kararını büyük bir paradoksla başbaşa bırakacak. İstenmeyen diktatör lider imajı desteklenen demokratik lidere dönüşecek.

Seçimin bir diğer önemli sonucu da Sudan’ın siyasi haritasının yeniden çizilecek olması. Seçimde Ömer El Beşir’in Ulusal Kongre Partisi ve Güney Sudan’ı temsil eden Sudan Halk Kurtuluş Hareketi (SPLM)’in toplayacakları oylar Güney Sudan ve Darfur üzerine üretilen siyasette etkili olacak. 2011 yılında Referandum ile Sudan’dan ayrılması mümkün olan yarı özerk Güney Sudan için 11-13 Nisan seçimi bir nevi ‘ön referandum’ mahiyetinde. SPLM’in Güney Sudan’da güçlü çıkması Güney’in ayrılmasına yorumlanacakken Ömer El Beşir’in burada yüksek oy alması Güney’in birleşmeden yana olduğuna yorulacaktır. Gene bu bağlamda Güney Sudan’ın sınırlarının çizilmesinde bu seçim referans noktası olarak kabul görecektir. Zira, 2011 referandumu ile Sudan’dan tamamen ayrılması gündem de olan Güney Sudan’ın net sınırları hala belirgin değil. Bu konuda spekülasyon ve ihtilaflar sürmekte. İhtilaflı bölgelerde sandıktan çıkacak oylar bu bölgelerin güneye mi kuzeye mi ait olacağını belirleyecektir. Kısaca özetlersek bu seçimle Güney Sudan’ın sınırları daha belirgin hale gelecektir.

Yine benzer bir şekilde seçim sonucu Darfur’da da etkile olacaktır. Ömer El Beşir’in bu sorunlu bölgede alacağı oylar Darfur sorunun çözümünde halkın beklentisini yansıtacaktır. Beşir’in alacağı oy devletin buradaki varlığını belirleyecektir. Beşir için Darfur’da yüksek oy çıkması aynı zamanda burada devletle çatışan silahlı grupları da köşeye sıkıştıracak ve Darfur’u kurtarma manifestoları büyük darbe alacaktır. Beşir’in burada beklediği oyu alamaması halinde ise UCM’nin ve Darfur isyancı gruplarının elleri daha da güçlenecektir.

Ömer El Beşir’in kazanmasına kesin gözle bakılan seçimde iki kriter ön plana çıkmakta. Bunlardan ilki Güney Sudan’ın kimi destekleyeceği ve ikincisi de sorunlu Darfur bölgesinde Ömer El Beşir’in ne kadar oy alacağı. Seçimi Ömer El Beşir’in kazanacağı neredeyse kesin iken bu iki kriter Sudan’ın önümüzdeki dönemde siyasi hayatını şekillendirecek.