Salı, Temmuz 06, 2010

Dünya Kupası Dışında Güney Afrika

DÜNYA KUPASI DIŞINDA GÜNEY AFRİKA
Serhat Orakçı
Dünya Bülteni, Temmuz 2010

Efsanevi lider Nelson Mandela’nın ülkesi Güney Afrika bugünlerde Afrika’da düzenlenen dünya kupası ve vuvuzela ile gündemimize girdi. Her ne kadar Türkiye kupaya katılamasa da Türk futbolseverler kupayı yakından takip ediyor. Bugünlerde futbol gündemiyle hayatımıza giren Güney Afrika bizler için pek bilinmeyen başka bir öneme sahip aslında.

İstanbul’dan direk uçuşla 8-10 saatlik bir mesafede bulunan Güney Afrika, Afrika kıtasının en zengin ülkesi durumundadır. Coğrafi olarak Afrika kıtasının en güney ucunda Hint ve Atlas okyanuslarının kesişiminde bulunmaktadır. Afrikalıların, beyaz Avrupalıların yanında Malay ve Hint kökenli müslüman toplulukların yaşadığı 49 milyon nüfuslu Güney Afrika’nın büyük bölümü hiristiyandır. Zengin altın ve elmas madenlerine sahip ülkenin iki önemli şehri Johannesburg ve Cape Town’dır. Henüz pek bilinmese de her iki şehirde de Türk siyasi tarihini ilgilendiren iki önemli şahısın mezarı bulunmaktadır. Güney Afrika’nın hayatımıza girdiği bu günlerde bu iki şahıs hakkında bilgi vermek yerinde olacaktır sanırım.

Avrupalı denizcilerin Ümit Burnunu keşfetmeleri ile sömürgecilik hareketlerinin başladığı Güney Afrika önce Hollanda peşinden de İngeltere’nin sömürüsü altına girmiştir. O dönemlerde ‘Cape Colony’ alarak adlandırılan Cape Town ve civarındaki şehirler Avrupalı göçmenlere ve farklı sömürge topraklarından getirilen esir ve kölelere ev sahipliği yapmıştır. Güney Afrika’nın İslam’la tanışmasıda bu döneme denk gelmektedir. Java adalarından getirilen tutsak esirler arasında Hollanda’nın hoşlanmadığı baskı altında tutmak istediği dini liderler de bulunmaktadır. Bunlardan en önemlisi Java adasında Hollanda’ya karşı ayaklanmış Şeyh Yusuf (Tuan Guru) olarak bilinmektedir. Güney Afrika müslümanları tarafından saygıyla anılan Şeyh Yusuf hafızasından ilk Kur’an-ı Kerimi kaleme almıştır. Bu Kur’an halen Cape Town’daki Malay mahallesinde Bookap müzesinde sergilenmektedir.

Hollanda sömürü döneminde Cape Kolonisindeki farklı dinlerin canlanmasına izin verilmemiş esir ve kölelerin geçmişleriyle ve dinleriyle bağları zayıflatılmıştır. Koloni içinde yaşayan müslüman topluluklarda aynı muameleye tabi tutulmuş özgür ibadet hakkı olmadığından gizli ibadet kültürü yerleşmiştir. Bu dönemde müslümanlar İslami kaynaklardan iyice uzaklaşmış ve İslam dışı kültürel ritüeller din adına sergilenir hale gelmiştir. Müslümanlar açık ibadet hakkını ve cami yapma iznini ancak İngiliz sömürge döneminde elde edebilmiştir.

Osmanlı Alimi Ebu Bekir Efendi
16 Nisan 1862 tarihinde Cape Town’da yaşayan müslümanlar gerçek İslam anlayışından uzaklaştıkları gerekçesi ile ilginç bir talepte bulunarak kendilerini İslami eğitim verecek bir alim istemişlerdir. İngiltere Kraliçesi’ne ulaşan talep Londra’da elçilik görevi yürüten Musurus Paşa’ya bildirilmiş ve onun aracılığıyla Cape Town müslümanlarının talebinden Sultan Abdulaziz haberdar edilmiştir. Ahmet Cevdet Paşa ve Hariciye Nazırı Ali Paşa tarafından gerekli tetkikler yapılarak bu coğrafyaya bir alim gönderilmesine karar verilmiş ve bazı adaylar arasından Ebu Bekir Efendi olarak bilinen zat seçilmiştir. 1 Ekim 1862 tarihinde önce Paris’e sonra Londra’ya oradan da 40 günlük deniz yolu ile Cape Town’a giden Ebu Bekir Efendi ve beraberindeki yeğeni Ömer Lütfi Efendi Cape Town’da müslümanlar tarafından coşkuyla karşılanmıştır. O tarihte yapılan bu atama çevredeki müslüman toplulukları merkeze yakınlaştırmış ve onların hilafete bağlılığını sağlamıştır. Ancak bu bağlılık daha sonra I. Dünya Savaşı yıllarında bir tehdi olarak algılanmış ve İngiltere siyaset yapımcıları tarafından korkuyla karşılanmıştır.

Ebu Bekir Efendi Cape Town’a gelmesinin ardından ilk iş olarak bir okul açmış ve burada kız ve erkek çocuklarına İslami eğitim vermiştir. Cuma günleri halka seslenmiş, civardaki başka vilayetleri ziyaret ederek müslümanların dertlerini dinlemiştir. Mozambik ve Maritius adasını ziyaret ederek buralar hakkında edindiği izlenimleri İstanbul’daki Mecmua-ı Fünun gazetesinde yayınlamıştır. Önemli katkılarından biri o dönemde kullanılan Afrikansça dilinde arap alfabesiyle yazmış olduğu Beyanuddin kitabıdır. Ebu Bekir Efendi’nin bu ilginç çalışması üzerine batılı akademisyenler tarafından çalışmalar yapılmıştır. Bazı kaynaklarda Ebu Bekir Efendi’nin şafi bir topluluğa hanefi mezhebini yaymak için gönderildiği iddia edilerek olay çarpıtılmak istenmiştir. Ebu Bekir Efendi Güney Afrika’da evlenerek oraya yerlemiş ve ölene kadar hayatını bu coğrafyada geçirmiştir. Efendi soyismi ile tanınan ailenin fertleri halen Güney Afrika’nın değişik şehirlerinde yaşamaktadır. Ebu Bekir Efendi’nin Atlas okyanusuna bakan bakımsız mezarı Signal Hill olarak bilinen tepelikteki küçük bir mezarlıkta bulunmaktadır.

İlk Türk Diplomat Mehmet Remzi Bey
Güney Afrika denildiğinde Mehmet Remzi Bey’i de zikretmek gerekmektedir. Johannesburg şehir merkezinde Wits üniversitesi kampüsünün hemen ön tarafındaki Braamfontein mezarlığında ay yıldızlı bir mezar taşı ile karşılaştığımda çok şaşırmıştım. Bir yüzü İngilizce diger yüzü Osmanlıca mezar taşında şöyle yazılıydı: “Ahh! Mezarımın başında duran sen ölümüme şaşırma! Geçmişte ben de senin gibiydim. Yarın sen de benim gibi olacaksın.” Osmanlı Konsolosu Mehmet Remzi Bey’e ait mezar taşında ölüm yılı 14 Nisan 1916 yazılıydı. Kendisi Osmanlı İmparatorluğunun Güney Afrika`ya gönderdiği ilk Turk diplomat olarak kayıtlara geçmiştir.

Mehmet Remzi Bey hakkında bilgimiz daha sınırlı olmasına rağmen 2004-2006 yıllarında Güney Afrika Ulusal Arşivlerinde yaptığım incelemeler sırasında rastladığım M. Remzi Bey`e ilişkin belgeler hem Osmanlı Devleti`nin Güney Afrika`yla ilişkilerine hem de Mehmet Remzi Bey`in hayatına biraz olsun ışık tutmakta. Detaylı bir makele hazırlamaya yetecek sayıdaki bu arşiv belgeleri aslında uzak diyarlardaki bir diplomatın trajik hayat hikayesini anlatmakta.

Güney Afrika’da zengin elmas ve altın madenlerinin keşfedildiği yıllarda Osmanlı yönetimi Johannesbur şehrinde bir konsolosluk açmış ve Cape Town’da uzun süredir hizmet veren konsolosluğunu buraya bağlamıştır. Lakin 1914 yılına kadar Türk asıllı diplomat atanmamış Alman, Belçikalı, Ermeni yahut İngiliz asıllı konsoloslar bu görevleri yürütmüştür. Bu rağmen Güney Afrika’da yaşayan müslüman cemaatler farklı zamanlarda İstanbul’a gönderdikleri mektuplarında Türk asıllı bir diplomatın gelmesini istemiştir. Bu istek ancak 1914’de Mehmet Remzi Bey’in Johannesburg konsolosluğuna atanması ile gerçekleşmiştir.

Osmanlı Hariciye Nezareti tarafından 21 Nisan 1914`de Johannesburg baş konsolosluğuna atanan Mehmet Remzi Bey’in Güney Afrika’daki diplomatik hayatı oldukça kısadır aslında. Daha öncesinde Tahran’da resmi görevde bulunan M. Remzi Bey Rus asıllı eşi Helena ve erkek çocukları ile I. Dünya Savaşı arefesinde Johannesburg’a vardığında tren itasyonunda kalabalık bir grupla karşılanmıştır. Mehmet Remzi Bey’in Kanada’da yaşayan torunu Misha Low’a Türk makamları tarafından verilen arşiv belgelerinde bulunan gazete küpürlerine göre Park istasyonunda düzenlenen kalabalık karşılama törenine Güney Afrika’daki müslüman cemaatler katılmıştır. 28 Agustos 1914 tarihli Güney Afrika Hükümet Gazetesinde yayınlanan bir yazıyla Remzi Bey`in konsolosluk görevine başladığı resmen ilan edilmiştir.

Ancak kısa bir süre sonra I. Dünya Savaşı patlak vermiş ve İngiltere ile Osmanlı İmparatoluğu farklı cephelerde karşı karşıya gelmiştir. İngiltere hükümeti Güney Afrika dahil tüm sömürgelerindeki Osmanlı konsolosluklarının ivedilikle kapatılmasına karar vermiştir. M. Remzi Bey Güney Afrika hükümetine gönderdiği 7 Kasım 1914 tarihli yazıyla Osmanlı`nın İngiltere Başkonsolosundan aldığı talimat üzerine Osmanlı Devletinin Johannesburg`daki çıkarlarını Amerika Konsolosluğuna devretmiş, birkaç gün içerisinde karısı ve küçük çocuğuyla Cape Town üzerinden İstanbul`a gitmek istediğini bildirmiştir. Yetkili makamlara talebini hatırlatnak için üstüste telgraflar çekmiş ama her seferinde “...mümkün olan en kısa zaman içerisinde cevap verilecektir.” yatını almıştır. 13 Kasım 1914’te İngiltere’nin isteği üzerine Osmanlı tebasının Güney Afrika’dan çıkışına izin verilmediği bildirilmiş böylece nereye varacağı belli olmayan bir süreç başlamıştır.

Savaşın ilerleyen günlerinde İngiltere ile Osmanlı İmparatorluğu arasında esir mübadelelerini içeren görüşmeler başlamıştır. M. Remzi Bey ile birlikte İngiliz sömürgelerindeki diğer tutsak Türk diplomatlar da bu mübadelelere dahil edilmiştir. Amerika’nın aracılık yaptığı görüşmelerde Türkiye`de bulunan İngiliz Konsolosların serbest bırakılması şartıyla İngiliz sömürgelerindeki Turk diplomatların serbest bırakılması kararlaştırılır. Daha sonra bu plan değişmiş ve yeni bir istek üzerine Osmanlı yönetimi Amara`daki yirmi beş Osmanlı memuru ile Bombay, Johannesburg, Malta ve Manchester`deki dört konsolosun iadesi karşılığında Osmanlı sınırlarında bulunan bütün İngiliz kadınların ve on beş yaş altı çocukların iade etmeyi kabul etmiştir.

1916 yılının Ocak ayında aynı pazarlık sürerken Johannesburg`da tutsak muamelesine tabi tutulan Mehmet Remzi Bey ani beyin kanaması nedeniyle hayata veda etmiştir. Eşi Helena cesedin İstanbul’a gönderilmesini talep etmiş ama savaş yıllarının zorlu şartları Mehmet Remzi Bey’in cesedinin İstanbul’a getirilmesine mani olmuştur. M. Remzi Bey’in ani ölümünün ardından eşi Helena çocuğuyla birlikte Cape Town’a yerleşmiş, burada yeniden evlenerek iş hayatına atılmıştır. Son dönemde irtibat kurabildiğim Remzi Bey’in torunlarından Güney Afrika’nın East London şehrinde ikamet eden Helene Remzi-Bey Stevens büyükannesi Helena’nın o yıllarda ikinci çocukları Fazile’ye hamile olduğunu eşi M.Remzi Bey’in ölümü ile Johannesburg’da çocuklarıyla bir başına çaresiz kaldığını belirtti. Ayrıca o yıllarda yaşanan ağır trajediden aile içinde özellikle bahsedilmekten kaçınıldığını söyledi. M. Remzi Bey’in ölümüne ilişkin Güney Afrikalı bir doktorun tuttuğu belgeye rağmen öldürülmüş olduğu yönünde bir iddianın da varolduğunu bildirdi.

Dünya kupası ve vuvuzela ile tanıdığımız Güney Afrika ile tanışıklığımız eskilere 19.yy’a gitmektedir. Osmanlı İmparatorluğunun buradaki müslümanlarla ilişki kurması ve onlara sahip çıkması Güney Afrika müslümanlarının İstanbul’a bağlılık duygularını geliştirmiştir. Bu duygu bugün bile bu coğrafyada devamlılığını sürdürmektedir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder