Pazartesi, Ekim 09, 2006

Nelson Mandela


MUCİZE ADAM: MANDELA
18, 15 Haziran 1999
Yazan: Immanuel Wallerstein

Tarihçiler elli yıl sonra dönüp 20. yüzyıla baktıklarında, Nelson Mandela’nın nasıl olup da sağın ve solun, doğunun ve batının, kuzeyin ve güneyin aynı anda hayran olduğu evrensel bir kahraman haline geldiğini açıklamak isteyeceklerdir. Başka hiç kimse bu kadar evrensel bir beğeniye mazhar olmamıştı. Belki bir tek Mahatma Gandhi, ama o yarı-dinsel bir figürdü, oysa Mandela bütünüyle seküler, dünyevi bir figür.

Bu hep böyle değildi. 20 yıl önce Mandela müebbete mahkum bir terörist lider olarak hapisteydi. Hem bizzat kendisine hem de hareketi ANC’ye (Afrika Ulusal Kongresi) dair fikirler muhtelifti. Irkçı hükümet ve onun yandaşları tarafından “komünistler” olarak suçlanıyorlardı; ABD ve birçok batı ülkesi için şüpheli kişilerdi. Dahası, ANC’nin en ateşli yandaşları dahi (ahlaki açıdan haklı, ama) askeri bakımdan güçsüz olduklarını kabul ediyor, Güney Afrika’da iktidara gelmelerinin son derece güç olduğunu düşünüyorlardı. Dahası, ANC’nin kendisi de başka yerlerdeki yandaşları da ırkçılığa son vermenin tek yolunun şiddete dayalı bir silahlı mücadele olduğundan emindiler.

Fakat, mucizeymiş gibi görülen şey gerçekleşti. 1980’lerin sonlarından itibaren, ırkçı hükümet iktidarı ANC’ye devretmek için görüşmelere başladı. Görüşmeler 90’ların başında somutluk kazandı ve bugünden bakıldığında rahatça söylenebileceği gibi, epeyce de hızlı ilerledi. Yasadışı ilan edilen partiler ırkçı hükümet tarafından yeniden yasallaştırıldı, ırkçı yasalar kaldırıldı ve (hala eski ırkçı liderlerin elinde olan) hükümet, 1994’te genel oy hakkı esasına dayalı seçimlerin yapılmasına izin verdi. ANC seçimleri hiç zorlanmadan kazandı ve Nelson Mandela Güney Afrika Devlet Başkanı seçildi. Yeni bir anayasa hazırlandı, köklü bir politik dönüşüm başarıldı.

Nasıl oldu da, devlet aygıtı üstünde bu denli güçlü bir nüfuz sahibi ve inançlarında bu kadar bağnaz olan ırkçı yönetim yanlıları, bina ettikleri her şeyin bütünüyle yok olmasına, savundukları temsil ettikleri her şeyin yerle bir edilmesine izin verdiler? Bunda hiç şüphesiz çeşitli faktörler rol oynadı. ANC, 30-40 yıldan uzun bir dönem boyunca, Güney Afrika halkının büyük çoğunluğunun örgüte bağlılığını, bunu sağlayacak sürekli ve güçlü bir nüfuza sahip olduğunu kanıtladı. Sivil toplum içinde sahip olduğu desteği, askeri güce tahvil edemediyse de, hükümet ve dünyaya defalarca gösterdi. Yürüttüğü uluslararası diplomasi sayesinde ANC, Güney Afrika ırkçı hükümetinin yıllar geçtikçe gitgide yoğunlaşan bir ekonomik ve politik tecrite uğramasını sağladı. Bu durum, tecritten kurtulmak isteyen ve ANC idaresindeki ve genel oy hakkını tanımış bir Güney Afrika’da da pekala oldukça iyi yaşayabileceğini düşünen büyük iş çevreleri için özellikle rahatsız ediciydi. Soğuk Savaş’ın bitmesi ise, çok eskiden beri G. Afrika Komünist Partisi’nin ANC’nin yakın müttefiği olduğu gerçeğinin, artık Batı dünyası tarafından daha az ürkütücü bulunacağı anlamına geliyordu.

Yine de tüm bunlar, iktidarın barışçıl bir biçimde devredilmesi için yeterli değildi. ANC’nin iki anlaşma yapması gerekiyordu: Birincisi büyük iş çevreleriyle, ikincisi ırkçı hükümetle. İlk anlaşma, ANC’nin sosyalizme olan tarihsel taahhütünden vazgeçerek günümüz dünyasındaki birçok “sosyal-demokrat” hükümetinkine benzer politikalar izlemesini gerektiriyordu: kamulaştırma olmayacak, toplumsal refahı sağlamaya dönük bazı önlemlerle beraber, ülke dünya pazarına açılacak.

İkinci anlaşma ise, ırkçı yönetim dönemindeki bütün o korkunç eylemlerin -cinayet, işkence ve infazların- hesabının sorulacağı korkusunu yatıştırmak amacıyla, ırkçı hükümet ve destekçileri özellikle de güvenlik güçleriyle yapıldı. Anlaşma oldukça basitti. ANC, Nobel Barış Ödülü sahibi Rahip Desmond Tutu’nun başkanlığında bir Gerçek ve Uzlaşma Komisyonu kuracaktı. Canice edimlerin faillerini, tüm yapılanları eksiksiz itiraf etmeleri koşuluyla ve eğer istiyorlarsa affetme yetkisine sahip olan Komisyon, ifade ve tanıklıklara dayanarak ırkçı yönetim yıllarında olan bitene dair “gerçeği” araştırıp açığa çıkaracaktı.

Böylece, bu dönüşümün, ANC’nin siyasal denetimi altında bulunan ırkçı olmayan bir hükümetin kurulmasının ardından Mandela beş yıldır (1994-99) başkan koltuğunda. Hükümetin ekonomi politikaları, dünya siyasal yelpazesinin en sol ucunda ama yine de kapitalist dünya-sistemin sınırları içinde yer alıyordu. Uzlaşma yoluyla, ama ille de adaletle değil, gerçeğin peşinde olan bir hükümetti. İzlenen politikalar ANC’ye ait olan ve hareketin tarihi karakterini aksettiren politikalardı, ama bu zor program, şüphesiz Nelson Mandela’nın olağanüstü kişiliği sayesinde, problem çıkmadan uygulanabildi. Mandela, eski rakiplerine ve Güney Afrika’nın tüm beyaz nüfusuna uzanan dostluk eli ile, Güney Afrikalı çoğunluğun hakları uğruna bitmez tükenmez bir mücadeleciliği -ve bu mücadele için katlandığı kişisel bedeli- birarada yaşatabildi; ve böylece, neredeyse herkesin basiret, dirayet ve güvenilirliğine inanmasını sağladı.

Belki de, eski sistem karşıtı hareketlerin arkalarında yaygın bir hayal kırıklığı bıraktığı bu çağda dünyanın bir kahramana ihtiyacı vardı. Dünya Mandela’yı gerçekten benimsedi. O en kinikleri bile ayartan akıl almaz bir umudun sembolü olarak görülüyordu. Sabırsız yandaşlarını yatıştırdı. Irkçılığa karşı uzun ve zorlu mücadeledeki sadık müttefikleri Fidel Castro ve Muammer Kaddafi’yi kucaklarken bile ABD hükümetini memnun etmeyi bildi. Dünyanın bir ucundan diğerine, Asya’da, Afrika’da, Latin Amerika’da büyük rağbet gördü.

Görev süresi sona erdi ama, Güney Afrika’nın problemleri henüz ortada duruyor. ANC’nin büyük iş çevreleriyle yaptığı anlaşma ANC’nin sol kanadı için de, resmi müttefikleri Güney Afrika Komünist Partisi ve işçilerin sendikal örgütü COSATU için de kolay yutulur bir lokma değildi. Güvenlik güçleriyle varılan anlaşma ise, yakınları ırkçı hükümet tarafından öldürülen ve işkence gören aileler için yutulması zor bir lokmaydı. Mandela’nın başkanlık döneminin başarıları politikti: İktidar barışcıl bir biçimde devralınabildi. Ekonomik açıdan, bu kadar parlak bir tablo yok. Evet, hükümet kasabalar ve kırsal bölgeler için daha çok su imkanı sağladı ve evet, bir takım yeni iskan alanları inşa etti. Büyük iş çevreleri ülkeden kaçmadı ve ekonomi hala işliyor. Ancak, siyah çoğunluğun ihtiyaçları bakımından kaydedilen ilerleme, denizde damla kadardı.

Gerçek politika şimdi, yeni başkan Thabo Mbeki ile başlıyor. ANC 1999’da yeniden iktidara gelirken 1994’tekinden de büyük bir çoğunluğun oyunu aldı -bu halkın ANC’ye güven oyu verdiği anlamına geliyor. Ancak önümüzdeki beş yılda ekonomik anlamda da sonuçlar elde edilemezse, ANC bir daha bu kadar başarılı olamayabilir. Temelde yatan toplumsal yarık ve çatlaklar hiç mi hiç tedavi edilmiş durumda değil. Hoşnutsuzları yatıştırmaya koşacak bir mucize adam Nelson yok artık. Siyah çoğunluğun yaşam standardını ülkenin geri kalan beyaz nüfusunun yaşam standardına yakın bir yerlere yaklaştıracak hiçbir kolay yol da yok.


(© Immanuel Wallerstein. Bütün hakları saklıdır. Bu yazı, değiştirilmemek, yayın haklarına ilişkin çıkma korunmak koşuluyla bilgisayarlara yüklenebilir, elektronik ortamda iletilebilir ya da başkalarına postalanabilir, bilişim ağı üzerindeki ticari olmayan kamusal alanlarda yayımlanabilir. Bu metni çevirmek, bilişim ağı üzerindeki ticari alanlar ile alıntıları da kapsamak üzere basılı olarak ya da başka biçimlerde yayımlamak için yazarına başvurunuz: immanuel.wallerstein@yale.edu; faks: 1-607-777-4315.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder