Kültür etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kültür etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Cumartesi, Aralık 11, 2010

Sudan'ın Kültürel Geleceği Nasıl Şekillenecek

Sudan’ın Kültürel Geleceği Nasıl Şekillenecek?
Serhat Orakçı
Aralık 2010, Dünya Bülteni

Toprak büyüklüğü, nüfusu, barındırdığı farklı kültürler ve tarihi geçmişi dikkate alındığında şüphesiz Afrika kıtasının en önemli ülkelerinde biri olarak göze çarpan Sudan önümüzdeki ay yarı-özerk Güney Sudan bölgesi için referanduma gitmeye hazırlanıyor. Tarihi bir gelişme olarak nitelendirilen bağımsızlık referandumunun Sudan ve Doğu Afrika içinde bölgesel etkilerinin olması bekleniyor. Hristiyan çoğunluğun yaşadığı 10 milyon nüfusa sahip neredeyse Türkiye büyüklüğündeki Güney Sudan bölgesinin referandum sonucuna göre tam bağımsızlık hakkı kazanması ve yeni ülke kimliğiyle yoluna devam etmesi muhtemel olasılıklar arasında yer alıyor. Kuzey-güney sınır hattında zengin petrol rezervlerinin yeraldığı düşünüldüğünde önemli ekonomik sonuçlar doğurması beklenen referandumunun Sudan’daki kültürel dokuyu derinden etkilemesi beklenebilir.

Konunun ekonomik boyutu bir kenara bırakılarak sadece kültürel açıdan bakıldığında şu soruyu sormak gerekiyor: Hristiyan çoğunluğun ve Müslüman azınlığın yanında Afrika yerli inanışlarının hala yaşadığı Güney Sudan bölgesinin Sudan’dan ayrılması durumunda ülkenin kültürel geleceği nasıl şekillenecek? Bu sorunun cevabı sadece günümüz politikası ve beklentileri ile alakalı değil elbette uzantıları yüzyıllar öncesine İslam’ın Sudan ve Doğu Afrika ülkelerinde yayıldığı yıllara aynı zamanda da kıtanın geçirdiği sömürge sürecine kadar uzanmakta.

Afrika kültürleri üzerine önemli değrlendirmeler yapan akademisyen Ali Mazrui 1986’da yayınlanan (The Africans: A Triple Heritage) kitabında Güney Sudan’ın yakın gelecekte Araplaşacağından ve İslamlaşabileceğinden söz ediyor. Kolonyalist güçlerin İslamın Afrika kıtasındaki ilerleyişini Kenya, Etiyopya gibi Doğu Afrika ülkelerinde kesmeyi başardıklarını belirten Mazrui bugünlerde referandum süreci ile gündemden düşmeyen Güney Sudan’ın İslamlaşmasına neredeyse kesin gözüyle bakıyor. Ali Mazrui ortaya koyduğu görüşü şöyle açıklıyor: “Güney Sudanlılar, Araplaşma sürecinin İslamlaşma sürecinden daha fazla ve hızlı şekilde yaşandığı tek Alt-Sahara topluluğudur. Güney’de yaşayan Sudanlılar, Arapçayı İslam’dan daha çabuk ve hızlı benimsemişlerdir ve bu süreç bugün de devam emektedir. Sudan’ın Güney bölgelerininin böylesine hızlı bir şekilde dilsel düzlemde Araplaşmasının iki olası sonucu olacaktır: Güney Sudanlılar Mısır’daki Kıptilere benzer bir topluluk haline gelecektir. Ya da Güney Sudan’ın Araplaşması İslamlaşmasını da beraberinde getirecektir. Böylece Sudan’ın güney bölgeleriyle kuzey bölgelerindeki farklılıklar ortadan kalkacak ve bu yörelerdeki insanlar birbirleriyle kaynaşmış olacaktır.” Seksenli yılların başında Sudan’da patlak veren ve 2003’e kadar süren kuzey-güney iç savaşı dikkati alındığında oldukça iyimser bir yaklaşım ortaya koyan akademisyen öngörüsünü şöyle tamamlıyor: “Olaya tarihsel ve toplumbilimsel gerçekler ve gelişmeler açısından bakıldığında uzun bir süre Araplar tarafından yönetilmiş bulunan Sudan’ın tümünün yakın bir gelecekte bütünüyle otomatik olarak İslamlaşacağını görmek hiç de zor olmasa gerek.”

Karşıt minvalde görüş belirten medeniyetler çatışması tezinin babası Huntington’a göre ise Güney Sudan, Hıristiyan ve İslam medeniyetlerinin arasına sıkışmış bir fay hattı. Çok ilgi gören “Medeniyetler Çatışması” kitabında İslam’ın kanlı sınırları başlı altında Güney Sudan’a değinen Huntington Sudan’da kuzey-güney arasında 1956 yılından beri yaşanan çekişmenin temeline dini ve kültürel faktörleri oturtuyor. Ona göre fay hattı savaşlarının yaşandığı bu coğrafyada Müslüman çoğunluğa sahip kuzey İslam coğrafyasından destek alırken Hıristiyan çoğunluğa sahip güney Hristiyan dünyadan besleniyor.

Yaşanan son gelişmeler bu bölgede bir kutuplaşmayı doğurdu. İslam ülkeleri bloğu Arap-Afrika Zirvesi gibi organizasyonlar aracılığıyla Sudan’da merkezi hükümeti ve Sudan’ın bütünlüğünü destekleyen açıklamalar yaptı. Amerika’nın başını çektiği Batı ülkeleri bloğu ise Güney Sudan’ın ayrılmasını açıktan destekleyen mesajlar verdiler. Bu desteğin arkasında hiç şüphesiz klise odaklarının bulunuğunu da unutmamak gerekir. Tarihi referandumda çoğunluğun sağlanması ve Güney Sudan’ın yeni bir ülke kimliğine bürünmesi halinde Mazrui’nin zaten Araplaşmış Güney Sudan bölgesinin otomatikman İslamlaşacağı yönündeki öngörüsü büyük oranda sekteye uğrayacaktır. Bu öngörünün gerçekleşmesi başka dinamiklere bağlı hale gelecektir. Bölgede fiziksel olarak toprak ve sınır ayrışmasının yaşanması Huntington’un bölge hakkındaki tespiti ışığında Hıristiyan-Müslüman kültürel ayrımı daha keskin hale gelecektir. Böylesi bir durumun ise İslam coğrafyasını gösteren sınırların haritalar üzerinde resmen gerilemesi ve İslam’ın Afrika’da gerileyişi veya Hıristiyan dünyanın zaferi olarak zihinlere yansıyacaktır.

Pazartesi, Ekim 09, 2006

Afrika - Adi Suçlar - Şiddet Kültürü

ŞİDDET KÜLTÜRÜ
Yazan: Serhat ORAKÇI
Düşünce Gündem Dergisi, Sayı: 33, 2007

Tshepang adlı bebek 27 Ekim 2001 tarihinde tecavüze uğradığında sadece 9 aylıktı.

Güney Afrika’da tecavüz kurbanlarının büyük çoğunluğu 12 ve altı yaş grubu kız çocuklarından oluşmakta. Güney Afrika Polis Teşkilatının son verilerine göre tecavüz ve tecavüze yeltenme gibi rapor edilmiş suçların %41’i direk çocukları hedef almakta. Bebekleri hedef alan tecavüzler ise ülkede ortaya çıkan yeni bir fenomen.

Güney Afrika’da ki en büyük siyahi yerleşim birimi SOWETO’da mahkemeye yansıyan cinsel şiddet içerikli suçların %70’i çocuk davalarından oluşmaktadır. En taze olaylardan biri yine aynı bölgede yaşanan 3 aylık bebeği hedef alan tecavüzdür. 11 yaşında bir kız çocuğunun başına gelen şu olay aslında yaşanan başka olaylara çok benzemekte. Habere göre, fakir bir muhitte yaşayan kız çocuğu evine gitmek için yakınlardaki bir semtten geçerken tecavüze uğramıştır. Tecavüzcü, 11 yaşındaki kıza bir kova su vererek yıkanmasını söylemiş sonra da cebinden çıkarttığı 2 Rand'i (yaklaşık 50 Yeni Kuruş) vererek kızı tekrar sokağa salmıştır. Bu olaydaki en çarpıcı unsur ise tecavüzü işleyen kişiye bunu niye yaptığı olayı görenler tarafından sorulduğunda, tecavüzcünün “kadınların çok pahalı” olmasından yakınmasıdır.


Bu türden tecavüz haberleri aslında Güney Afrika’daki günlük gazete sayfalarından eksik olmamaktadır. Sosyologlara göre insan haklarını hiçe sayan şiddet içerikli suçların temelinde Aparheid rejiminden devralınan şiddete maruz kalmış bir topluluk olması yatmakta. Bu görüşe göre, bugün tecavüze maruz kalan kız çocukları ve bebekler, özellikle ailelerin parçalanmasıyla sonuçlanan bir çok Apartheid politikasının ürünüdür. Ülkenin ahlaki temellerini derinden sarsan şiddet yüklü olaylar aynı zamanda toplumun ve bireylerin ne kadar yozlaştığının da bir göstergesi. Lara Foot Newton ve Gerhard Marx’ın bebek tecavüzlerinden etkilenerek birlikte sahneye aktardığı kısa film ‘And There In the Dust’ bu konuda atılmış cesur adımlardan biri. Tecavüze uğrayan bir bebeği ufalanmış ekmekle sembolize edildiği filmde verilen mesaj aslında çok anlamlıdır: “Ufalanan ekmek kırıntılarını toplayıp ekmek haline getirmek artık imkansızdır.”

AIDS virüsü taşıyan erkekler arasındaki aslı astarı olmayan garip bir söylenti bahsettiğimiz çocuk ve bebek tecavüzlerinin bir kısmında rol oynamakta. Batıl bir inanışa göre, bakire bir kadınla girilen cinsel ilişki insanı HIV virüsünden arındırmaktadır. Halk arasında ağızdan ağıza dolaşan ve çıkış kaynağı tam olarak belli olmayan bu mit, bu tür olayların altındaki sebeplerden biri olarak gösterilmekte. Her ne kadar kulağa saçma gelse de bu tür inanışlarla deva bulacağına inanan insan sayısı az değil. Aslında bulaşıcı hastalıklardan bakire biriyle girilen cinsel ilişki yoluyla kurtulma, kökleri Avrupa’ya kadar uzanan eski bir inanıştır. Bunun temel nedeni ise cehaletten başka bir şey değildir.

Kadınlara ve çocuklara yönelik şiddet Güney Afrika’daki çözüm bekleyen ciddi sorunlar arasında. Nisan 2003 ile Mart 2004 arasında Güney Afrika Polis Teşkilatına 52,733 tecavüz vakıası rapor edilmiştir. Hükümet 2004 yılında uygulama koyduğu ‘Cinsel Suçlar Yasası’ ile bu konuda önemli bir adım atmış olsa da özellikle tecavüz kurbanları günden güne artmaktadır. Halkın dörtte birinin HIV+ olduğu ülkede tecavüz kurbanları çoğunlukla AIDS virüsü kapmaktadır. Hükümet özellikle tecavüz vakıalarında şiddete maruz kalan kişilere nasıl davranılması gerektiği konusunda polisleri eğitmekte. Ve yine yüksek rakamlara ulaşan tecavüz davalarına bakmak için bu konuda uzmanlaşmış mahkemeler kurmakta.

BBC’de yayınlanan bir haberde Güney Afrika’nın en büyük şehri Johannesburg ‘Dünya Tecavüz Merkezi’ olarak adlandırılmakta. Yine aynı habere göre şiddet içerikli cinsel suç oranı şehirde artmaya devam etmekte. CIET Afrika tarafından yapılan bir araştırma sonucuna göre araştırmaya katılan 4,000 kadından üçte biri geçmiş yıllarda tecavüze uğradıklarını belirtmiştir. İlginç bir istatistiğe göre ise Güney Afrika’da doğan bir kadının tecavüze uğrama olasılığı okuma öğrenme olasılığından daha yüksek. Kız çocuklarının dörtte biri 16 yaşına basmadan tecavüze maruz kalmakta. Her ne kadar tecavüz vakıalarına tepkiler ve alınan önlemler geçen yıllara göre artmış olsa da rapor edilmeyen vakıalarının yüksekliği dikkat çekicidir.

Ülkedeki yüksek suç oranını sadece bir faktör yardımıyla açıklamak elbette mümkün değildir. Konu üzerindeki çalışmalar bir çok faktörün konu üzerinde önemli rol oynadığına işaret etmektedir. Ülkenin özellikle 1994’ten sonra bir geçiş dönemi yaşaması ve bu dönemde başta adalet sistemi olmak üzere bir çok alanda yeni kanunların yürürlüğe konularak suçlar için öngörülen cezaların hafifletilmesi önemlidir. Bir diğer önemli faktör ise ülkenin devraldığı şiddet yüklü politik geçmiş ve zamanla oluşan ‘Şiddet Kültürü’dür. Apartheid rejiminin yol açtığı ayrılıkçı rejim ve ırkların toplu yaşamını öngören yapı sonuçta aile yaşamının parçalanmasına yol açmış, ebeveynlerin çocuklar üzerindeki kontrolünü azaltarak aile biriminin temellerini kökten sarsmıştır. Yine aynı dönemde iş için kırsaldan şehre göçler artmış, sonuçta aileler kırsal-şehir arasında sıkışmıştır. ‘Şiddet Kültürü’ teorilerine göre Apartheid ev içinde ve dışında şiddeti çözüm olarak gören bir anlayışın tohumlarını atmıştır. Bu anlayışa göre ise şiddet, bireyin evde, işte ve sosyal çevresinde karşılaştığı sorunları baş etmek için başvurduğu bir çözüm yoludur.

Ülkede tecavüz vakıalarının bu kadar yaygın olmasının bir diğer nedeni ise adalet sistemindeki yetersizliğin halk arasında güvensizlik oluşturmasıdır. 2001 yılında rapor edilen 50,000 tecavüz olayından sadece 5,000’i tutuklamayla sonuçlanmıştır. Bu ise tüm tecavüz vakıaların ancak %10’u yapmaktadır. Bu durumda suçluların büyük kısmı ne mahkeme salonu ne de hücre yüzü görmektedir. Bu tabloya rağmen umutlar hala tükenmemiştir. İnançlı bireyler, Güney Afrika’nın mücadeleci bir ulus olduğuna ve eğer Apartheid rejimini devirdiyse, aynı ulusun kadınları ve çocukları hedef alan şiddet kültürünü de eninde sonunda yeneceğine inanmaktadırlar.

Açık olan aslında şu ki, ülke geçmişinin oluşumunda büyük rol oynayan şiddet kültürü, toplum sağlığını ve ülkedeki insan hakları gelişimini bugün çok ciddi oranda tehdit etmektedir. Ortada cevap bekleyen çok sayıda soru bulunmaktadır. Baskıcı ve zorba bir rejimin sağlıklı düşünebilen, inisiyatif kullanabilen, sağduyulu bireyler yetiştirmediği ise apaçık ortadadır.