Cumartesi, Aralık 27, 2008

Afrika'da Tarım Nasıl Yokediliyor?

Afrika'da Tarım Nasıl Yokediliyor?

Yazan: Prof. Dr. Walden Bello
Düşünce Gündem, Sayı: 45, 2008


Afrika’da tarımın bugün içinde bulunduğu durum, büyük şirketlerin çıkarlarına hizmet eden, doktrinlere sıkı sıkıya bağlı ekonomi modellerinin koca bir kıtanın üretim gücünü nasıl yok ettiğini anlamak açısından örnek bir vaka.

Dünyadaki biyoyakıt üretimi, günümüzde yaşanan gıda krizinin şüphesiz başlıca sebeplerinden biri. Tarım ürünlerinin gıda ihtiyacını karşılamak için değil de biyoyakıt üretimi için ayrılması, son yıllarda yaşanan gıda fiyatlarının hızla yükselmesini tetikleyen nedenlerin başında geliyor. Ancak öncelikli sebep, kendi gıda ihtiyacını karşılayabilen ekonomilerin gıda ithaline bağımlı hale dönüşmelerinde yatıyor. Bu noktada Dünya Bankası, Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) en önemli aktörler olarak öne çıkıyor.

Latin Amerika, Asya ya da Afrika’da hep benzer bir durum söz konusu. Dünya Ticaret Örgütü Tarım Antlaşması’nın bu bölgelerde serbest piyasa ekonomilerini altüst etmesinin ardından, ABD ve Avrupa Birliği (AB) ülkelerinin devlet destekli tarım ürünleri, iç piyasaları işgal etti. IMF ve Dünya Bankası’nın yapısal düzenleme programlarının yıkıcı etkileri de kırsal alanlarda yapılan devlet yatırımlarını işe yaramaz hale getirdi ve bu durumdan çiftçi üreticiler büyük zarar gördü.Afrika’da tarımın bugün içinde bulunduğu durum, büyük şirketlerin çıkarlarına hizmet eden, doktrinlere sıkı sıkıya bağlı ekonomi modellerinin koca bir kıtanın üretim gücünü nasıl yok ettiğini anlamak açısından örnek bir vaka.

İhracattan ithalata 1960’larda, kolonilerin bağımsızlıklarını kazandıkları süreçte, Afrika ülkeleri sadece kendi gıda ihtiyaçlarını karşılamakla kalmıyor, 1966-70 yılları arasında yılda ortalama 1,3 milyon tona ulaşan ihracat rakamlarıyla da gıda ihracatı yapan ülkeler arasında yer alıyorlardı. Bugün ise Afrika kıtası, gıda ihtiyacının %25’ini ithal eder durumda. Son üç yılda Kuzeydoğu Afrika, Sahil, Orta ve Güney Afrika bölgelerinde görülen gıda krizlerine baktığımızda, açlık ve kıtlık sorununun tekrar gündeme oturduğunu görüyoruz.

Kıtada tarım alanında derin bir kriz yaşanıyor ve bu krizin iç savaşlar ve AIDS’in yayılması gibi pek çok önemli nedeni var. Ancak sorunun en önemli nedeni, birçok Afrika ülkesinde, hükümetlerin dış borçlarını ödeyebilmek için IMF ve Dünya Bankası’ndan yardım almalarının bedeli olarak, uygulamak durumunda kaldıkları “yapısal uyum programları” adı altında ülke içi kontrol ve destek mekanizmalarının aşamalı olarak zayıflatılması oldu.

Uygulanan yapısal düzenlemeler, Afrika ülkelerinde ekonomik büyüme ve refah seviyesinin artmasını sağlamak yerine, yatırımların, sosyal harcamaların, tüketimin, üretimin ve verimin azalmasına, bu durumun sonucu olarak da işsizliğin artmasıyla durgunluk ve gerilemeye sebep olan bir kısır döngüye yol açtı.

Gübre üzerinde uygulanan fiyat kontrolünün kaldırılmasıyla beraber, tarımsal kredi sistemlerinde de kısıntıya gidilmesi, yatırımların ve tarımdan elde edilen gelirlerin azalmasına yol açtı. Devletin tarım sektöründeki ağırlığını çekmesiyle piyasaların ve özel sektörün tarımı hareketlendirmesi beklentisi gerçekte karşılığını bulamadı. Dahası, özel sektör yatırımcıları, devlet desteğinin azaltılmasının daha büyük bir risk doğuracağına inandı. Ardı ardına, her ülkede neoliberal doktrinlerin öngörüleri tahminlerin tam tersine sonuç verdi: Devletin sahneden çekilmesi, özel sektör yatırımlarını ülkeye çekmekten ziyade kaçırmaya yol açtı. Bu tür politikalar uygulandığında özel girişimciler, devletin sektörden ağırlığını çekmesiyle oluşan otorite boşluğunu çoğunlukla fakir çiftçilerin aleyhine olacak şekilde doldurdu ve çiftçileri gıda güvenliği açısından daha korumasız, hükümetleri de düzensiz dış yardımlara daha bağımlı hale getirdi.

Dünya Bankası ve IMF, ülkelerin kendilerine olan borçlarını ödemelerini sağlamak için hükümetleri, mali kaynaklarını tarım ürünlerinin ihracatına ayırmaları yönünde teşvik etti. Ama Etiyopya’da 1980’lerin başında yaşanan kıtlıkta olduğu gibi, bu durum verimli toprakların ihraç edilecek tarım ürünlerine ayrılmasına ve ülkenin gıda tüketimini karşılamak için gerekli tarım ürünlerinin de daha verimsiz topraklarda yetiştirilmek zorunda bırakılmasına, dolayısıyla da ülkedeki gıda krizinin artmasına yol açtı. Ayrıca Dünya Bankası’nın, birçok hükümeti, tarım ürünlerinin ihracata yönelik üretimine odaklanılması yönünde teşvik etmesi, aşırı üretime ve ardından söz konusu ürünlerin uluslararası marketlerde değer kaybetmesine sebep oldu.

Diğer birçok bölgede olduğu gibi Afrika’da uygulanan yapısal düzenlemeler de, sadece yatırımların yetersiz kalmasına değil devlet işletmelerinin de tasfiye olmasına sebep oldu. Latin Amerika ve Asya ülkelerinde Dünya Bankası ve IMF daha çok ekonomilerin makro düzeyde yönetilmesini üstlendi ya da devletin ekonomideki ağırlığının azaltılması yönünde tavsiyelerde bulundu. Bu düzenlemelerin uygulamaya geçirilmesiyle ilgili ayrıntılar ise devletlerin bürokrasilerine bırakıldı. Dünya Bankası ve IMF, daha güçsüz hükümetlerle muhatap oldukları Afrika’da, hükümetlere ne kadar devlet memurunun işten çıkartılması gerektiği, devlet desteklerinin ne derece azaltılması gerektiği ya da ülkenin tahıl rezervinin kime ne kadar satılması gerektiği gibi mikro düzeyde kararlar aldırdılar. Başka bir ifadeyle, Dünya Bankası ve IMF yetkilileri, devletin ekonomideki ağırlığını yok etmek için en ufak ayrıntılarda bile hükümetlerin ekonomi yönetimine müdahale ettiler.

Ticaretin rolü, Ticaretin liberalleştirilmesi, Avrupa Birliği ülkelerinden gelen devlet destekli ve düşük fiyatlı et ürünlerinin Batı ve Güney Afrika ülkelerine yığılmasının önünü açtı ve yerel üreticileri perişan etti. Buna ek olarak da, Dünya Ticaret Örgütü’nün Tarım Antlaşması’nın devlet desteğini meşrulaştırdığı ABD’li pamuk üreticilerinin ürünlerini uluslararası piyasalarda maliyetinin çok altında satmasıyla Batı ve Orta Afrikalı pamuk üreticileri iflasa sürüklendi. Tüm bu ticari düzenlemelerin etkilerini düşündüğümüzde, sonuç AB ve ABD’nin işine yarayacak haksız ticari uygulamalar oldu.Kısacası, karşı karşıya kalınan bu tablonun sonuçları hiç de rastlantı değil. 1986 yılında gerçekleşen Uruguay Round (Uruguay Turu) ticaret görüşmelerinde ABD’nin temsilcisi John Block “Gelişmekte olan ülkelerin gıda alanında kendi kendilerine yetebilmesi fikri, tarihsel olarak mazide kaldı. Bu ülkeler gıda ihtiyaçlarını, çoğunlukla daha düşük fiyatlara temin edebilecekleri Amerikan tarım ürünleriyle sağlayabilirler.” ifadesini kullanarak gerçek niyetlerini ifşa etmiş oldu.

Tarım alanında yapılan yapısal düzenlemelerin sosyal sonuçlarının dampinge götüreceğini öngörmek çok da zor değil. Günlük bir doların altında gelirle yaşayan Afrikalıların sayısı 1981-2001 yılları arasında iki katından fazla artış göstererek 313 milyona, yani tüm kıtanın %46’sına yükseldi. Bu durumda, gerçekleştirilen yapısal düzenlemelerin yoksulluğu yaratmasında, kıtanın tarımsal yapısını zayıflatmasında ve dışa bağımlılığı arttırmasında sahip olduğu rolü inkar etmek mümkün değil. Dünya Bankası’nın önde gelen Afrika ekonomistlerinden birisinin de itiraf ettiği gibi “Bu programların insani kayıplarının bu kadar büyük olabileceği ve ekonomik kazançlarının bu kadar yavaş olabileceği tahmin edilememişti.”

1980’lerde gerçekleştirilen yapısal düzenlemeler çiftçilere toprak, kredi, sigorta ve tarım destek organizasyonlarına erişim sağlayan kamu kuruluşlarını işlemez hale getirdi. Beklentiler ise, devletin ağırlığını çekmesiyle piyasaların özel sektör açısından serbestlik kazanacağı, özel sektörün de maliyetleri azaltacağı, kaliteyi arttıracağı ve gerileme eğilimlerini bertaraf edeceği yönündeydi. Bu beklentiler çoğunlukla gerçekleşmedi.

Özetle, biyoyakıt üretimi küresel gıda krizinin ortaya çıkmasına değil, sadece daha da artmasına sebep oldu. Ekonomilerin gıda alanında kendi kendine yetebilir olmasını teşvik etmek yerine, yerel küçük ölçekli tarımsal üreticileri yok ederek gıda ithalatını teşvik eden Dünya Bankası, IMF ve DTÖ’nün izlediği politikalar, az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeleri her geçen yıl krize doğru biraz daha yaklaştırdı. Bugün artık söz konusu kuruluşlar ve izledikleri politikalar, Afrika genelinde ve güney yarımküre ülkeleri nezdinde oldukça itibar kaybetmiş durumda. Ancak sebep oldukları zararın şimdi tanık olduğumuzdan daha yıkıcı sonuçlar doğurmadan zaman içinde telafi edilip edilemeyeceğini ileride göreceğiz.


*Prof. Dr. Walden Bello, Filipinler Üniversitesi, Sosyoloji Profesörü, “Destroying African Agriculture”, Foreign Policy in Focus www.fpif.org, 3 Haziran 2008. Amine Tuna tarafından kısaltılarak Türkçeye çevrilmiştir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder