Avrupa Avrupa ise Afrika da Afrika’dır!
İHH İnsani ve Sosyal Araştırmalar Merkezi
Hiçbir kıta renksel bir tanım içermezken neden Afrika söz konusu olduğunda “kara kıta” demek normaldir? Bu ifadeyi kullanmak, tekrarlamak ve yaygınlaştırmak Afrika’ya yapılan en büyük haksızlık şüphesiz. Avrupa Avrupa ise Afrika da Afrika’dır!
Medyada, gündelik hayatta gelişigüzel kullanılan bir ifade “kara kıta Afrika”. Afrika’nın bahtsızlığını, kötü kaderini ve sorunları kristalleştiren imgesel bir söylem. Televizyon haberlerinde, gazete manşetlerinde, kampanyalarda, seyahatnamelerde sıkça karşılaştığımız bir ifade. İyi niyetle kullanıldığına şüphe yok ancak içinde barındırdığı önyargılar dikkatimizi çekmemekte. “Kara kıta” ifadesinin zahiri anlamının ötesinde belli bir dünya görüşünü temsil eden mitsel bir imgeye dönüştüğünü unutmamalıyız! Bir zamanlar Osmanlı’ya yakıştırılan “Hasta Adam” gibi içinde pek çok önyargı barındıran bu “masum” ifade de Afrika’da şartların iyileşmesinin önündeki engellerden biri.
Aslında bu ifade Afrika’ya yönelik oryantalist bakışın bir meyvesidir. Batı karşısında Afrika’yı bir kalıba hapsetme çabasıdır. “Kara kıta” söyleminin İngiliz kaynaklarındaki karşılığı “the dark continent”. Zahirde Afrika’nın bilinmeyen (Avrupalılar gözünde) henüz keşfedilmemiş iç bölgelerini adlandırmak için kullanılmış bir ifade. İfade ilk olarak gazeteci Henry M. Stanley’nin Afrika’nın içlerine yaptığı meşhur yolculuğunun ardından 1878’de yazdığı kitapta karşımıza çıkıyor. Ancak terim zaman içinde coğrafik bir tanımlamanın, edebi bir benzetmenin çok ötesine geçerek Afrika’nın genelini temsil eden Avrupa merkezli bir bakışın ürünü haline gelmiştir.
Oryantalizmin maskesini düşüren meşhur akademisyen Edward Said’in sıksık alıntılar yaptığı Joseph Conrad’ın 1899 tarihli“Karanlığın Yüreği-Heart of Darkness” romanı da bu mitsel imgenin oluşumunda önemli bir rol oynamıştır. Afrika’nın talihsiz ve tarihsiz olduğu hükmünü veren bu bakışa göre Afrika her yönüyle zifiri karanlıktır. Sadece insanlarının ten rengi değil talihi de tarihi de karanlıktır. Bu söylem 19.yüzyılda Afrika’nın içlerine yolculuk yapan kâşif, denizci ve misyonerlerin sıklıkla kullandığı bir ifade haline gelmiş ve adeta Afrika’nın kaderi olmuştur. Daha düne kadar devam eden bu bakış açısı İngiliz tarihçi Hugh Trover-Roper tarafından şöyle dillendirilmiştir: “Belki gelecekte öğrenilebilecek bir Afrika tarihinden bahsedilebilir ama şu an böyle bir şey söz konusu değil veya çok az. Afrika’daki Avrupalıların tarihi mevcut sadece. Gerisi ise Avrupa öncesi ve Kolombus öncesi Amerika gibi karanlık. Ve ‘karanlık’ tarihin konusu değildir.”
“Kara kıta” Batılı kâşifler için Afrika’nın henüz keşfedilmemiş yörelerini isimlendirmek için kullanılmıştır. Afrika’nın sahilleri dışında pek başarı elde edemeyen misyonerler için ise Afrikalıların kalplerinin kutsal mesaja kapalı olduğunu ifade etmek için, kalplerin kararmasını resmetmek için kullanılmış. Bu bakışa göre “kara kıta” medenileştirilmesi, aydınlatılması ve kutsal mesajın götürülmesi gereken ilkel ve vahşi bir yerdir.
Medya üzerinden içselleştirdiğimiz, kulaklarımızın ve zihinlerimizin çokça aşina olduğu“kara kıta” söylemini yargılamıyor, yargılama gereği duymuyoruz hiç. Afrika her zaman kara kıtadır. Evet, belki bu ifadeyi bir Batılı gibi kullanmıyoruz, Avrupalı bir misyonerin bir kâşifin hissiyatını taşımıyoruz, ırksal-renksel bir ayrım yapma niyeti taşımıyoruz ancak gene de bu ifadenin kullanımını masumlaştıramayız. Avrupa’nın asılsız önyargılarını barındıran bir 19.yüzyıl ifadesini hayatta tutmamızın makul bir gerekçesi yok!
Oryantalizmden canı yanmış bizlerin daha işin başında bu söylemi terk etmemiz gerekiyor. Bu bizim Afrika’ya bakışımızın ve ilişkilerimizin temeli olmalıdır. “Kara kıta” diyerek Batı’nın önyargılarının gönüllü pazarlamacılığını yapmaya devam etmeyelim. Halklar arasında dengeli ve eşit bir ilişki kurulacaksa bu, tarafların birbirlerine saygılı, sevgili ve adil olmalarından geçer. Kara kıta olarak algıladığınız ve gördüğünüz bir yerle sağlıklı ilişkiler geliştirebilir miyiz gerçekten?
Günümüzde Afrika’nın çehresinin değişmesine bir katkı yapacaksak eğer bu tür oryantalist ifadelerin kullanımını terk etmeliyiz! Bir İngiliz’e İngiliz diyorsak bir Ganalıya da “zenci” demek yerine zorlanmadan Ganalı diyebilmeliyiz. Daha başka ifadeler arama ihtiyacı içine neden girelim ki? İçini bizim doldurmadığımız ve dünyayı kategorik görmeye programlanmış bir paradigmanın “kara kıta”ve “zenci” gibi ırkçı ve aşağılayıcı ifadelerinin zihinlerimizi gelişigüzel şekillendirmesine izin vermemeliyiz! Belki de en önemlisi, bu terminolojiyi bizden sonraki nesillere bilinçsizce transfer etmekten kaçınmalıyız!