Cumartesi, Ağustos 25, 2012
SOMALİ’DE YENİ DÖNEM VE TÜRKİYE
Serhat ORAKÇI
Dünya Bülteni, Ağustos 2012
Somali`den bir dost ilginç bir şey anlattı geçenlerde. Başkent
Mogadişu’daki havalimanında yolunu şaşırıp yanlışlıkla bir odaya girdiğini ve içeride
takım elbiseli, eli yüzü düzgün tipleri toplantı halinde gördüğünü söyledi. Somali şartlarında pek alışık olunmayan bir
manzara olduğu doğru olsa da anlattığına pek anlam verememiştim. Şimdi ise o
dostun gördüğü manzaraya anlam verebiliyorum. Gördüğü o oturum muhtemelen meclis
toplantısı gördüğü kişiler de yeni dönemde milletvekili olacak kişilerdi.
Afrika’nın istikrardan yoksun ülkesi Somali teknik olarak yeni bir döneme
giriyor. Ülkedeki geçici hükümet yapısı kalıcı hale dönüyor. Yeni bir anayasa
yapıldı. Şimdilerde yeni bir parlamento oluşturma çabası var. Yakın bir zamanda
da çok sayıda aday arasından yeni devlet başkanı seçilecek.
Teknik olarak diyorum çünkü işin aslına bakılırsa çok büyük bir değişiklik de
beklenmiyor. Eski kurulu düzen devam ederken bazı isimler değişecek sadece.
Kuvvetle muhtemeldir ki mevcut Devlet Başkanı Şeyh Şerif Ahmet yeniden
seçilerek görevine devam edecek. Ama bu sefer atanan olarak değil parlamento
tarafından seçilmiş olarak yani bir nebze olsun meşruiyet kazanacak bulunduğu
koltukta.
Ramazan bayramı arifesinde kabileler tarafından belirlenen parlamento
üyelerinin büyük bir bölümünün seçimi tamamlandı ve bu ilk meclis havalimanında
ilk meclis toplantısını yaptı. AMISOM (Afrika Birliği Somali Misyonu)
tarafından korunan havalimanı şehrin en güvenli yeri kabul ediliyor. Yüzlerce
askerin çevresine konuşlandığı havalimanı bu yüzden meclis oturumlarına ev
sahipliği yapıyor. Bu parlamento şimdi devlet başkanını seçecek. Havalimanı
diyince öyle büyük bir yer akla gelmesin. 30’a 30 iki salondan oluşan bir bina.
Biri gidiş terminali biri varış terminali. Somali’nin eski parlamento binası
şehrin merkezinde ve tarumar vaziyette.
SOMALİ’NİN SON BİR YILI VE TÜRKİYE
Hatırlanacağı gibi Somali geçtiğimiz yıl yaz aylarında ölümcül bir
kuraklığın pençesine düşmüştü. Yüz binlerce insan kurak bölgelerden göç ederek
mülteci kamplarına sığınmıştı. Bir o kadarı da yollarda açlıktan ölerek hayata
veda etmişti. Somali o acı günlerin etkilerini hala silebilmiş değil. Göç eden
göçmenler köylerine bir daha dönmediler, mülteci kamplarında yaşamlarını
sürdürmekteler.
Somali’nin son bir yılına bakıldığında siyasi yapıda büyük bir değişiklik
olmadı. Birleşmiş Milletler (BM) tarafından desteklenen geçici hükümet (TFG)
varlığını AMISOM sayesinde sürdürürken ufak tefek bazı kazanımlar elde etti.
Mogadişu’nun bir bölümü, Afgoye, Beledweyne, Baydawa gibi yerleşim birimleri El
Şebab kontrolünden çıkarak TFG’nin eline geçti. Ülkenin güneyinde Kenya Ordusu El
Şebab’ın önemli üstlerinden Kismayo şehri üzerinde baskı kurarken batısında ise
Etiyopya Ordusu baskıları sürdürdü. ABD ve AB, Hint Okyanusu üzerinden noktasal
operasyonlar düzenlemeye devam etti. Bu baskılara düzenlediği bombalı
saldırılarla karşılık veren El Şebab örgütü ise orta ve güney Somali üzerindeki
kontrolünü sürdürdü. Ülkenin kuzeyindeki Somaliland ve Putland ise ayrı bağımsız
yapılarını sürdürmekte kararlı olduklarını her fırsatta gösterdiler.
Bu politik manzara içerisinde Türkiye yeni bir aktör olarak belirdi.
Somali’de yaşanan insani trajediye sesiz kalmayan Türkiye devlet ve sivil
toplum kuruluşlarını seferber ederek Somali halkı için çalışmaya koyuldu.
Başbakan Tayyip Erdoğan’ın kalabalık bir heyet ile Mogadişu’ya gidişi ise
Somali tarihine geçen bir dönüm noktası oldu. Somali halkının kısmen takdirini
kazanan Türkiye ancak Somali’deki geleneksel aktörler tarafından pek o kadar da
hoş karşılanmadı. Türkiye’nin sahadaki becerisini ölçüp tartan bu aktörler
bariz şekilde tedirgin oldular.
Somali’deki iç karışıklıkta kilit rol oynayan Etiyopya özellikle
Amerika’nın bu bölgede en güvendiği ve yatırım yaptığı ülke. Her sene milyar
dolarlık dış yardım alan Etiyopya gerek Somali içindeki askerleri gerekse de
Somaliland’in bağımsızlığı tanıyarak bu bölgeye verdiği destek ile Somali
meselesinin çözümünde en büyük engel. 1996 yılında Doğu Afrika ülkelerinin
katılımıyla kurulan IGAD(Intergovernmental Authority on development)’ı Somali
ilgili karar mekanizmasında başa oturtan Etiyopya, Ogedan bölgesinde yaşayan
Somalili nüfusunu da baskı altında tutmakta. Somali konusunda zıt fikirlere
sahip Türkiye ve Etiyopya’nın çıkar çatışmasına girmesi hiç de ihtimal dışı
değil bu şartlar altında. Somali’nin istikrara kavuşması adına belki de en
önemli gelişme 1991’den beri Etiyopya’yı demir yumruk ile yöneten Devlet
Başkanı Meles Zenawi’nin geçtiğimiz günlerde ölmesi oldu.
SOMALİ’YE YARDIM ÇETREFİLLİ İŞ
Son bir yılda çok sayıda projeye imza atan Türkiyeli kuruluşların
hizmetleri karşısında Somali halkı umuda yelken açarken kısa sürede Türkiye’nin
yardım politikasının Somali’nin genelini kapsamadığı gerçeği ayyuka çıktı.
Türkiye yardımlarının güvenlik gerekçeleriyle başkent Mogadişu dışına çıkamadığı
anlaşıldı. Dış dünyada Türkiye’nin en çok eleştirildiği noktada bu açmaz oldu. Bu sınırı zorlayarak kuraklığın olduğu güney
bölgelerine yardım götürmeye çalışan sivil toplum kuruluşları ise
cezalandırıldılar. ABD’ye yakın çevreler tarafından etiketlendiler. STK’lar bu handikabı
yerel partner kuruluşlar ile işbirliği yaparak aşmaya çalıştılar.
Kendilerine yardım ulaşmadığından yakınan Somaliland ve Putland bölgeleri
şikayetçi bir tavır sergilerken özellikle yirmi yıldır bağımsızlık iddiası taşıyan
Somaliland Türkiye’nin “Tek Somali” söyleminden de ciddi manada rahatsızlık
duymaya başladı. Tüm bunlar Somali’de yardım işinin ne kadar çetrefilli bir iş
olduğunu ortaya çıkarttı.
Somali’de kurulu mafya düzeni Türkiye’de dahil olmak üzere tüm yabancı kuruluşların
yardımlarını Mogadişu dışına çıkartmamakta kararlı. 1.5 milyon nüfuslu Mogadişu
tam bir cazibe merkezine dönüştü. Tüm kurumlar merkezlerini burada açarken yardım
faaliyetlerini de şehre gelen göçmenler üzerinde gerçekleştirdiler. Kuraklık
felaketinin yaşandığı Bay, Bakool, Şabella ve Juba gibi bölgeler Mogadişu’daki
TFG engeline takılırken buralara yardım ulaşmadı. Göstermelik bazı yardımlar
yapıldıysa da bunlar göstermelik düzeyde kaldı.
SOMALİ ORDUSU VE RANT PAYLAŞIMI
Bu yeni dönemde Somali’ye ait yerli bir ordu kurulması yapılacak işlerin
başında geliyor. Çünkü mevcut söyleme göre kalıcı devlet yapısının kurulması
bir de düzenli bir ordunun kurulmasını gerektiriyor. Somali bulmacasında Şeyh
Şerif Ahmet’e destek veren Türkiye de bu söylemin arkasında duranlardan.
Geçtiğimiz Mayıs ayında İstanbul’da yapılan II.Somali Konferansında gündeme
gelen bu konu BM ve konuyla ilgili diğer aktörler tarafından kabul edildi.
Uganda’da ABD tarafından eğitilen 600 askerden oluşan ilk askeri birlik de
geçtiğimiz günlerde göreve başladı. Bu dönemde sayı daha da arttırılacak. Bu
ordunun kurulması elbette önemli bir rant demek aynı zamanda. Silah, araç-gereç
ve diğer teçhizatların temin edilmesi söz konusu. Somali için tahsis edilen
fonların büyük bir bölümü bu ordunun kuruluşu için harcanacak. Bu pastanın
aktörler arasındaki paylaşımı ise henüz çok net değil.
Düzenli bir ordu kurulması halinde Somali’de görev yapan karma Afrika
Birliği askerleri çekilecek ya da en azından sayıları azaltılacak. İşte bu
nokta El Kaide bağlantılı El Şebab örgütünün halkla diyalogunda en çok vurgu
yaptığı hususların başında yer alıyor. Ele geçirdiği Hıristiyan Burunduli ve
Ugandalı askerlerin kimliklerini halka servis eden El Şebab, Somali’nin dış
güçler tarafından ele geçirildiğini ve Hıristiyanların Müslümanları katlettiği
görüşü üzerinden halktan destek(para-asker) bulmaya çalışıyor. Somali üzerinde
etkiye sahip aktörler için Somalili askerlerden oluşan bir ordunun inşa edilmesi
El Şebab örgütünün halk desteğini kırmada stratejik bir adımı oluşturuyor.
BM ve Batı destekli bir
yapının Somali’ye huzur getirmediğini son 20 yılda gördük. Halkın sevdiği ve
gönülden destek verdiği bir lider çıkmadıkça Somali’nin düzelmesi zor. El Şebab
örgütü ile arasında kişisel husumet bulunan Şeyh Şerif Ahmet’in görevine devam
etmesi ise eski düzenin devam etmesi demek. Koltuk yeni olsa da aylayış eski. Birçok
kurumuyla sahada bulunan Türkiye Somali için yeni bir umut ancak her şey pamuk
ipliğine bağlı. Türkiye’yi temsil eden bir misyona yapılacak en ufak provakatif
bir saldırı tüm emekleri yok edebilir. Umarız Türkiye devletini temsil eden
kurumlar bu çetrefilli coğrafyada sağduyuyla, sağlam verilerle hareket
ediyordur.
GAMBİYA RAMAZAN NOTLARI
Serhat ORAKÇI
Dünya Bülteni, Ağustos 2012
Bu yıl ramazan çalışmaları için yolumuz Gambiya’ya düştü. Nevşehir’den
Ahmet Kutay ve ben önce Fas’ın Kazablanka şehrine oradan da Gambiya’nın
başkenti Banjul’a hareket ettik. Afrika ana karasındaki en küçük ülke olarak
bilinen Gambiya 1,7 milyon civarında bir nüfusa sahip. Ülke nüfusunun %90’dan
fazlası Müslümanlardan oluşurken Hıristiyan ve animist inanışlar da bulunmakta.
1965 yılında İngilizlerden bağımsızlık kazanan ülke diğer Afrika ülkelerine
kıyasla daha istikrarlı bir görünüme sahip. Gambiya 18 yıl önce kansız bir
darbe ile iktidarı ele geçiren Devlet Başkanı Yahya Jammeh’in idaresi altında.
Dalasi olarak adlandırılan para birimi kullanılan ülkede 1 dolar 30 dalasi
yapmakta. Ülkenin başkenti Banjul bir adadan müteşekkil. Ana kara ile ulaşımı
bir köprüden sağlanıyor. Dağınık bir yerleşime sahip Gambiya’da Serekunda ve
Birkama daha yoğun nüfuslu yerler. Ülke 5 farklı eyalete ayrılmış. Devlet
binalarının bulunduğu Banjul’da bir de küçük bir liman mevcut. Bu limanda el
yapımı balıkçı tekneleri yapılmakta. İnsanlar bu teknelerde okyanusun azgın
dalgalarıyla mücadele ederek avlanıyor. Serekunda-Banjul arasındaki yolda
ilerlerken Gambiya için büyük sayılabilecek bir inşaata rastladık. Hindistan
tarafından finanse edilen bina yeni parlamento binası olacakmış.
Atlas Okyanusuna açılan ülke Senegal tarafından çepeçevre sarılmış bir
halde. Ülkenin tek komşusu Senegal. Gambiya Nehri ülkeyi baştan sona katederek
Atlas Okyanusuna dökülüyor. Uzun nehir ülkeye doğal bir güzellik katarken aynı
zamanda balıkçılara sakin sularda avlanma fırsatı sunuyor. Sömürgecilik
döneminde Senegal Fransızlar tarafından sömürülürken Gambiya İngilizler
tarafından sömürülmüş. Bu yüzden ülkenin resmi dili İngilizce.
Ülkeyi baştan sona geçen Gambiya Nehri ve Atlas Okyanusu gibi doğal güzellikleri
ile göz kamaştıran ülke son yıllarda turistlerin uğrak mekanı haline gelmiş. Balıkçılık
ve tarım da diğer önemli sektörler. Özellikle bol miktarda mango yetişiyor. 10
tane iri mangonun fiyatı ise 1 dolar. Balık çeşidi de oldukça fazla. Yıllık 150
bin civarında yabancı turistin ziyaret ettiği Gambiya da devlet turizm
sektörüne yatırım yapıyor. Bu sektörün gelişimi ise oldukça ilginç. 60’larda
Gambiya’ya deneme amaçlı gelen küçük bir grub İsviçreli ile başlamış. Ülkeyi
beğenen grup bir sonraki yıl daha da kalabalık gelmiş. Sonraki yıllarda ise
sayı artarak devam etmiş.
Gambiya hükümeti yurtdışı tanıtım fuarlarına katılarak bu sektörü
tanıtıyor. Ülke Aralık-Mayıs döneminde sezon tabir edilen dönemini yaşarken
yılın geri kalanında ise oldukça sessiz ve yağışlı. Fas üzerinden gidilen
ülkeye direk uçuş bulmak biraz zor. Avrupa ülkelerinden tur operatörlerinin
düzenlediği çartır seferler mevcut ancak bu uçuşlar sadece sezonda bulunabiliyor.
Bize eşlik edip gezdiren gençlerle konuştuğumuzda turistlerin çok uzaklardan
geldikleri bu sahillere hiç ayak basmadıklarını öğrendik. Kendileri için
ulaşımın zor olduğunu söyleyen gençler ülkelerini yeteri kadar tanımıyorlardı.
Turizmdeki canlılığa rağmen ülkede yoksulluk ve işsizlik önemli sorunların
başında geliyor. Turizmin ülkenin ahlaki yapısına ise büyük tesirleri var.
Özellikle alkol tüketimi ve fuhuş sektörü kendini gösteriyor. SeneGambia ismi
verilen bölge gece klüpleri ve eğlence mekanları ile meşhur. Otellerin ve restoranların
bulunduğu mekanlar turistlerin uğrak yerleri.
Gambiya’daki diğer bir sorun ise erozyon ve çölleşme. Ülkenin güneybatı
kıyılarında ormanların hızla tahrip edilirken çölleşme tehlikesi tarım
sektörünü ve kırsal kesimlerde yaşayanları etkilemeye başlamış. Yayınlanan
raporlara göre buzullardaki erimenin Gambiya’yı sular altında bırakacağından
korkuluyor. Uzak gelecekte olması beklenen bu çevresel felaket için şimdiden
uyarılar yapılıyor.
Gambiya’yı uluslar arası arenada tanıtan ve ismini duyuran gelişmelerden
biri de geçtiğimiz günlerde Luis Moreno Ocampo’nun yerine Gambiyalı Fatou
Bensouda’nın Uluslararası Ceza Mahkemesinin(UCM) baş yargıcı olarak atanması
oldu. Özellikle Afrikalı liderlerin kabusu haline dönüşen UCM, Sudan Devlet
Başkanı Ömer El Beşir’i soykırım suçundan yargılarken, Liberya Devlet Başkanı
Charles Taylor’ı ve Tanrının Direniş Ordusu lideri Joseph Kony’yi insanlığa
karşı suç işlemekten yargılamıştı.
İslam bu bölgede uzun süredir varolsa da form olarak oldukça serbest. Son
yıllarda Mısır, Libya, Suudi Arabistan gibi merkezlerde eğitim alanların sayısı
artmaya başlamış ve gelenler iyi derece Arapça öğrenmişler. Gezdiğimiz cami ve
medreselerin durumu ise hiç iç açıcı değildi. Camiler viran bir haldeyken
medreselerde çocukların kaldığı ortamlar da içler acısıydı.
Türkiye’nin Gambiya elçiliği daha çok yeni. Büyükelçi olarak atanan Ali
Rıza Özcoşkun altı aydır elçiliği kurmak için çalıştıklarını belirtirken
Gambiya’nın turizm açısından Türkler için cazip bir yer olabileceğinin altını
çizdi. 40 öğrenciye hizmet veren Türk koleji de yeni açılmış. Gambiya’da
isminden söz ettirecek bir Türk girişimi henüz bulunmazken iki ülke arasındaki
ilişkiler ise oldukça olumlu. Türkiye, bağımsızlık sonrasında Gambiya’yı ilk
tanıyan ülkelerden biri olmuş. Bir dönem asker ve polis eğitimleri de verilmiş.
Konuştuğumuz bazı işletme sahipleri son zamanlarda Hindistan’dan, Çin’den
gelenlerin yoğun olduğunu söylediler.
Ramazan çalışmaları dolayısıyla 416 aileye kumanya dağıttığımız Gambiya’da
daha fazla yardıma ihtiyaç var. Misyonerlerin ücra köy ve kasabalara
gittiklerini buralarda çalışmalar yürüttüklerini belirten Büyükelçi özellikle
eğitim alanında çalışmalar istiyor. Gezimiz esnasında Gambiya’da aylar önce İHH’nın
başlattığı küçük çaplı bir tarım projesinin meyvelerini görme şansımız oldu.
Kuran eğitimi verilen bir okulun bahçesinde başlatılan proje ile domates,
biber, patlıcan hatta muz yetiştiren öğrenciler okulun ihtiyaçlarını
karşılamaya başlamışlardı. Okula getir getiren proje 70 öğrenci için umut oldu.
Afrika’nın dev cüssesi ve keşmekeşi içinde kaybolup giden, yerini dahi çoğu
zaman bulmakta zorlandığımız Gambiya hiç şüphesiz insanda tekrar gitme isteği
uyandırıyor. Sıcak kanlı her daim gülümseyen insanları, bereketli toprakları ve
eşsiz doğal güzellikleri insanı kendine çekerken bir daha ne zaman
uğrayabileceğinizi merak etmeye başlıyorsunuz. Cenab-ı Allah bir daha gitmeyi
nasip eder inşallah…
Sudan'da Arap Baharı Yaklaşıyor
Serhat ORAKÇI
Sudan`da Ömer El Beşir rejimi zor
günler geçiriyor. Ekonomik dar boğazdaki ülkede halkın dayanacak gücünün
kalmadıği çok açık. Kızgın halk tepkisini artık sokağa çıkarak gösteriyor.
16 Temmuz’da Hartum Üniversitesinde
öğrencilerin başlattığı gösteriler hala devam ederken halkın desteği ile
gösterilerin çapı büyüyor. Tedbir olarak ülkedeki internet bağlantısını kesmeye
kadar giden rejim ise halkın taleplerine kulak tıkamakta ısrarlı görünüyor. Bu
ise halkın psikolojik direncini daha da arttırıyor.
Öğrencilerin üniversite kampüsünde
başlattığı göstriler artık cadde ve sokaklara taştı. Geçen yıl gerçekleşen
bölünme sonrası, ekonomisi büyük darbe yiyen Sudan’da hükümetin kemer sıkma politikaları halk
tarafından tepki ile karşılanıyor. Hükümet sıkı emniyet tedbirleri alarak
olayları bastırmaya çalışıyor.
Sudan halkının dayanacak gücünün
kalmadığı artık çok açık. Memur ve işçi maaşları zamlanmazken ülkedeki fiyat
atışı son bir yılda %40’ı geçmiş durumda. Temel gıda maddelerinin fiyatarının
hızla tırmandığı bir ortamda hükümet petrole uyguladığı sübvansiyonu
kaldıracağını açıkladı. Nijerya’dakine benzer bir durum yaşanan Sudan’da ilk
tepki Hartum üniversitesindeki öğrencilerden geldi.
Öğrencilerin tepkisine Turabi ve Sadık
El Mehdi gibi muhalif liderlerin, sendikaların, meslek birliklerinin de destek
vermesiyle gösteriler büyüdü. İlk başlarda korsan gösteriler düzenleyen
göstericiler polisle çatışmazken, son günlerde meydan gösterilerine dönüşen
gösterilerde polis ile halk arasında çatışmalar çıktı. Polisin göz yaşartıcı
bomba kullandığı, joplarını insafsızca kullandığı ortamda ilk ölüm haberi de
Cuma günü geldi.
Yurtdışındaki Sudan elçiliklerinin
önünde de küçük çaplı gösteriler düzenlendi. Meksika, Pakistan, İngiltere ve
Mısır bunlardan bazıları. Başkent Hartum’un dışında da Medeni, Sennar, Kosti,
Kesele, Atbara gibi şehirlerde de gösteriler düzenlendi. Türkiye’de dahil olmak
üzere ülkede vatandaşı bulunan elçilikler güvenlik uyarısı yaparak
vatandaşlarını uyardılar. (http://hartum.be.mfa.gov.tr/ShowAnnouncement.aspx?ID=156232)
Sudan halk görev başındaki bakan ve
milletvekillerinin mal varlıkları tartışıyor. Artık ülkedeki yolsuzluklar
sorgulanıyor.
Geçtiğimiz yıl Tahrir’de gösteriler
başladığnda halkının böyle bir isteği olması halinde koltuğunu derhal terk
edeceğini açıklayan Sudan Devlet Başkanı Ömer EL Beşir o günleri unutmuşa
benziyor. Batılı ülkelerin yönelttiği eleştirilere alaycı tavırlarla cevap vererek
halkın gönlünü kazanan Beşir, şimdi aynı alaycı tavrı kendi halkına karşı gösteriyor.
Hükümet yetkilileri gösterilerin Kuzey Afrika’daki gibi iktidar değişimine
gideceğine imkansız gözüyle bakarken göstericileri “yarasa” olarak “dış mihraklı”
olarak tanımladılar. Beşir ve ekibi halkı küçümseyerek aslında Muammer Kaddafi’nin
düştüğü hataya düşüyor.
Yıllardır Darfur ve Güney Sudan sorunu
gibi büyük çaplı sorunlarla uğraşan Sudan arkasını Çin’e dayamanın rahatlığı
içindeydi. Ekonomideki başarısızlıklar petrole dayalı gelişmenin getirileri ile
sorgulanmıyordu. Dış krediler ile finanse edilen yol, köprü ve barajlar petrol
gelirleri ile geri ödeniyor, ülkede gelişme havası esiyordu. Ancak ülkenin
bölünmesi ve petrol gelirlerinin büyük bölümünü kaybetmesi ile ülke ekonomisi hızla
türbülansa girdi. İthalata bağlı cari açık giderek büyürken ülke parası giderek
değer kaybetti. Bir yıl önce 1 dolar 3 cüneyhe eşit iken şimdilerde 1 dolar 6
cüneyhe eşitlenmiş durumda. Devlet her ne kadar resmi kur ile doları baskı
altında tutmaya çalışsa da karaborsa da dolar günden güne değer kazanıyor.
Hükümet uyguladığı tedbirler ile ülkeden para çıkışını önlemeye çalışıyor.
Sudan’dan ayrılan Güney Sudan ile
yaşanan sınır anlaşmazlığı iki taraf arasında kısa süreli bir savaşa dönüştü.
Güney Sudan’ın ani Hiclic saldırısı Hartum üzerinde soğuk duş etkisi yaptı.
Tepkisini vermekte gecikmeyen yönetim sınıra asker ve muhimmat yığarak Güney
Sudan’ı geri püskürttü. Ancak bunun getirdiği bir silahlanma maliyeti oluştu
elbette.
Halkın tepkisinin temelinde üç önemli
faktör ortaya çıkıyor: ilki cari açık, dış borçlanma ve hızlı enflasyon artışı sonrası
geliri artmayan orta ve düşük gelir grubundaki halkın daha da yoksul hale
gelmesi. İkinci olarak Güney Sudan’ın Hiclic’i el geçirmesi ile başlayan savaşın
oluşturduğu psikolojik etki ve sonrasında Hartum tarafının prestijinin
sarsalması. Sonuncu etki ise 2003’den beri dinmeyen Darfur sorunu ve
Darfur’daki istikrarsızlık. Tüm bu yaşananlar karşısında tepkisini içine atan
halk artık sokaklara çıkarak tepkisini gösteriyor.
Bir yıl önce Kuzey Afrika ülkelerini
Arap Baharı kasup kavururken Sudan’da da bazı gösteriler olmuş ancak halk
tarafıdan fazla destek bulmamıştı. Ancak bu sefer halk da gösterilerin içinde.
Hartum yönetimi ya halkın durumunu gözterek aklını başına alacak yolsuzluklara,
haksızlıklara son verecek ya da Esad’ın Kaddafi’nin Mubarek’in düştüğü duruma
düşerek yönetimi devredecek.
Sudan’da olaylar henüz çok yeni. Sudan
hükümetinin halkın isteklerini dikkate alarak halka nefes aldırması için fırsat
var. Bu fırsat kullanılmayıp olaylar daha da büyürse Sudan’da da Arap Baharı
kaçınılmaz hale gelecek.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)