AFRİKA'NIN GERCEĞİ: CÖMERTÇE PAYLAŞILAN FAKİRLİK
Yazan: Asuman KALUFYA
Tanzanya'da toplumun görünen iki yüzü var. Birinci yüzün yansıttıkları, toplumun yüzde doksanını kapsayan fakirliğin getirdiği sefalet manzaraları. İkinci yüz, çoğunlukla diğer etnik grupların oluşturduğu insani yaşam standartlarını yansıtan manzara. Yerli siyahların aksine, Hint, Arap ve Batı kökenlilerin insani standartlara uygun evleri, okulları, hastaneleri var. Düzenli bir işleri ve gelirleri var. Bu iki manzaranın ortaya koyduğu sonuç ise net, orta tabaka yok. Zengin çok zengin, fakirin ise hiçbirşeyi yok. Yerli halkın içine girip, onların hayatlarıyla azıcık hemdem oldumu insan, yüzüne çarpan gerçekler ruhunu şok etmeye, zihnini allak bullak etmeye yeter. Zira bazen fakirliğin boyutları o kadar derinleşir ki, adım attığınız her yerde, üstüne gitmeye çalıştığınız her meselede sefaletin binbir boyutuyla karşılaşırsınız. Fakirliğin beraberinde getirdiği sefalet, sonunda felaketler zincirine dönüşerek devam eder gider. İçinde yaşadığım insanların bu durumunu defalarca müşahade ettim. Gördüğüm, bildiğim, hemdem olduğum insanların fakirlikği sefaleti. Felaket zincirine bağlanmış yaşamlarının ruhi dengemi alt üst ettiği zamanlar çok oldu.
Örneğin Kinondoni semti, Darüs Selam'ın en fakir bölgelerinden biri. Burada yaşyan çok yakınlarım var. İnsanların öbeklendiği daracık sokaklar taş, çukur, çamur, toz ve her türlü pislikle kaplı. Bu sokaklarda karşılaşan iki arabanın yanyana geçmesi şoförlerinin maharetine bağlı. Evler üst üste, yanyana yığılmış karton kutular gibi; eğer bunlara ev denirse. Üç beş ailenin ortaklaşa kullandığı tuvalet niyetine çakılmış tahta veya teneke kabin yeralır evlerin aralarında bir yerlerde. Etrafa yayılmış pis kokulu çöpler arasında cılız tavuklar, civcivler eşelenir. Duvar diplerinde yere oturmuş kadınlar, erkekler, çoğu işsiz güçsüz sadece vakit geçirir. Oyuncağı, salıncağı, kaydırağı olmayan toz, toprak ve çöplerle oynayan çıplak ayaklı, üstü başı kirli, elbiseleri yırtık çocuklar etrafa yayılmış. Her köşe başında mangallarda kızartılan balık, patates, kasava, muz etrafın tozuna, pisine, çöpüne aldırılmadan yenir ve satılır. Afrikalıların vazgeçemeyecekleri tek şey müzik ve dans, Kinondoni'de de yaşamın vazgeçilmezi. İçiçe, sırt sırta kondurulmuş evlerden, derme çatma dükkanlardan en yüksek tondan haykıran yerli rap müziği eşliğinde çılgınca dans eder gençler. Dans ederken de adeta müziğin ve dansın ritminde kendilerini kaybederler. Onları izliyorum... Sanki tüm dünya onları seyrediyormuşcasına yaptıkları işi, yani dansı büyük bir coşkuyla icra ediyorlar. Figürleri sonsuz bir özgüven ve itinayla yerine oturtuyorlar. Takla atmalar, tek ayak üstünde dönmeler, saltolar, sanki onları fakir ve sefil mahallelerinden alıp meşhur diskoların ışıklı, şaşalı pistlerine götürüyor. İşi ve aşı olmayan bu gençler, Michael Jakson ve muadili siyah şarkıcı ve dansçıları her daim dinleye, izleye ve bir gün bu fakirlikten kurtulup onlar gibi olabilme hayaliyle o figürleri öylesine talim etmiş ve benimsemişler ki. Onlar için dünyada belki daha önemli bir şey yok. Sokak ortasında, insanlar arasında, toza toprağa bulanarak, vücutlarının her kıvrımını hareket ettirerek icra ettikleri bu işi, hayatlarının tek gayesi, tek ciddi meselesi gibi algılıyorlar. Michael Jakson ve pek çok ünlü zenci de fakir gettolardan çıkıp sivrilmemişler miydi? Böylece zengin olup fakirlik zincirlerinden kurtulmamışlar mıydı? Neden kendileri de olmasındı? İşte hayatlarını kurtarmanın, fakirliğin zincirlerini kırıp zenginliğe koşmanın yolu. Zira fakirlikten zenginliğe koşmada okul ve eğitim yolu, onurlu bir iş kurma yolu, onurlu bir kazanç elde etme yolu, hemen hepsi kapanmış onlar için. Kinondoni'nin gençleri için.
Okul, eğitim, onurlu bir iş ve iyi bir gelir elde etme yolları kapanmış. Kinondoni insanı için felaketler zincirine takılma ihtimali çok yüksek. Nitekim gün geçmiyor ki, orada bir kavga, bıçaklama, yaralama, yan kesicilik, cinsel taciz, fuhuş olayı duyulmasın. Her köşe başında derme çatma bir bar ve 50-100 şilinge doldurulan kadehler. AIDS, alkolizm, çocuk yaşta fuhuş... Kimse yadırgamıyor, ayılamıyor, çekinmiyor ve gizlemiyor.
Kinondoni'de müslüman da var hıristiyan da. Ama fakirlik ve çaresizlik aynı olunca dini değerlerin anlamı buharlaşıp yok oluyor. Geleneksel olarak müslümanlığına bağlı kalmaya çalışanlarda da en azından ihlas ve saffet neredeyse tamamen tükenmiş.
Belki birçoklarımız bilmez temiz bir toplum içinde yaşamanın kıymetini. Dini ve manevi değerleri ışığında, inancını hayatına taşıyabilmenin, onurlu bir hayat yaşamanın değerini. Oysa öylesine zordur ki, pislik içinde temiz kalabilmek. Çamurlu bir yolda, çamura batmadan yürüyebilmek neredeyse imkansızdır. Hiç yoksa çamur sıçrar paçalarına insanın. İşte Kinondoni'de ve Tanzanya'nın daha bir çok yerlerinde, çamura batmadan yoluna devam etme mücadelesi veren, temiz kalabilmek için adeta debelenen müslümanlar yok mudur? Var ve daima da olacaktır. Ama ne kadar çabalarsa çabalasın çamur bir yerden ona da sıçrıyor. Pislikten kaçabilmenin yolu yok, fakirlik ve sefalet zincirinden kurtulmadıktan sonra. Evet gerçekten başka yolu yok. Bunu ne yazık ki, ruhum alt üst olarak defalarca gördüm. Pisliğe bulaşmadan temiz kalabilmek, çamurda yürüyüp ayaklarını çamurdan koruyabilmek ve böylece hayat yolculuğunu başarıyla tamamlayabilmek dünyanın en zor işidir. Pek çokları bunu bilmez. Dolayısıyla yaşadıkları temiz hayatın ve temiz toplumun da kıymetini bilmez.
Dünyanın başka başka yerlerinde de fakirliğe düçar olanlar vardır elbette. Ama o fakirlik derinleşip sefalete dönüşmeden bir toplumsal destek, bir mümin kardeşin kardeşine yardım eli veya bir sosyal dayanışma ya da bir sosyal devlet desteği ulaşır. Belki de fakirliğe son verecek çözümler üretilir. Eğer bunlardan hiçbiri olmazsa Afrika'daki vahim durumlar, sefalet ve felaket manzaraları hasıl olur. Nitekim Tanzanya'da olduğu gibi pek çok Afrika ülkesinde fakirliğin önünü kesecek idari çözümler üretilmediği gibi, fakirlere yardım eli uzatacak sosyal ve siyasi kurumlar da yok. Halkın çoğu zaten fakir. Cömertçe paylaştıkları tek şey, fakirlik. Paylaşacak daha fazla şeyleri yok. Zaten bir tas olan aşı, lokma lokma paylaşıyorlar. İki göz kibrit kutusu evi 10-12 nüfus paylaşıyor. 3-5 evin halkı küçücük bir teneke kabini tuvalet, banyo ihtiyacı için paylaşıyor. Bir çeşmeyi 10-15 evin halkı paylaşıyor, ya da bir su kuyusu tüm mahalle veya köy halkının ortak ve tek su kaynağı oluyor. Adı okul olan tek sınıflı bir kulübeyi ilkokul çağı her yaştan 40-50 çocuk paylaşıyor. Öğrenci yurtlarında tek kişilik bir yatak 2, hatta 3 öğrenci tarafından paylaşılıyor. Varsa elbise, ayakkabı, çanta vs. herkes birbiriyle paylaşıyor.
Aslında paylaşımın en büyüğünü, en hadsizini gördüm burada. Onlar yoklukta, kılıta, azlıkta paylaşanlar. Ellerinde ne varsa tümünü taksim edenler. Bollukta, çoklukta paylaşmak kolay. Biz hep kolay olan infakı yaşadık. Oysa zor olan, onları yaptığı gibi yokken verebilmek, azken paylaşabilmek. Bir şekeri 3-5 çocuğun sırayla yaladığını gördüm. Bir bisküviyi ön dişlerini itinayla kullanarak, diğerinin ıssırık hakkına tecavüz etmeden koparma becerisini gösteren halka olmuş çocuklar gördüm. Bir çift terliğin teki kendi ayağında, diğeri başka çocuğun ayağında tek tek kullanıldığını gördüm. Bir tas mısır unu bulamacını sağ ellerinin parmak uçlarıyla minik minik koparıp yiyerek 8-10 kişinin doyduğunu gördüm. Donatılmış masalardan aç kalkanların aksine onlar her zaman az yiyip tok olmak zorunda olanlar. Hesapsızca tüketip yine de gözü, gönlü doymayanların aksine onlar tüketmeden doymak zorunda olanlar. Her şeyin fazlasıyla sahibi olup yine de mutlu olamayanların aksine, onlar hiçbir şeyi olmayan mutlular. Bolluk içinde yokluktan yakınıp şükrü diline ve gönlüne getiremeyenlerin aksine, onlar yokluk içinde şükredebilenler. Ve sahip olduğu zenginlikleri başkalarıyla paylaşamayanların aksine, onlar sahip oldukları herşeyi pervasızca paylaşanlar. Onlar fakirlik ve sefalet zincirleriyle başetmek zorunda olan mahsun kullar.
Asuman Kalufya
16.05.2006
Darus'Selam
Köy Çocukları
16.05.2006
Darus'Selam
Köy Çocukları