Pazartesi, Ekim 29, 2012


İDEOLOJİK GERİLİM VE SUDAN’IN DÜŞEN UÇAKLARI
Serhat ORAKÇI
Dünya Bülteni, Ekim 2012

Düşen uçaklar genellikle akla farklı senaryoları getirmektedir. Hele de düşen askeri bir uçak ya da siyasileri taşıyan özel bir uçaksa.

Geçtiğimiz Pazar günü Sudan’da askeri bir uçak düştü. 5 kişinin şans eseri kurtulduğu Rus yapımı Antonov, başkent Hartum’dan havalandıktan kısa bir süre sonra motorların durması sonucu acil iniş yaparken düştü. 13 askerin öldüğü kaza Sudan için sıradan sayılabilir.

Geçtiğimiz Ağustos ayında da benzer bir olay yaşanmış yine bir uçak kazasında 32 kişi hayatını kaybetmişti. Sudan’ın Güney Kurdufan eyaletinde düşün uçakta hayatını kaybeden siviller arasında Sudan Diyanet İşleri Bakanı Gazi Es-Sadık, üst düzey bazı askerler ve Eyalet Turizm Bakanı da vardı. Sovyetler döneminde Ukrayna’da imal edilen uçak 1970’lerde iç hat uçuşlarında kullanıldıktan sonra farklı ülkelerde el değiştirmiş son olarak da Sudan semalarında uçmaya başlamıştı. Düşen bu uçağı Rus pilot uçururken yardımcıları Tacik ve Ermeni. 

İnsani yardım çalışmaları için Sudan’da bulunduğum 2008-2011 yılları arasında ben de iki uçak kazasına bizzat şahit olmuştum. Gene Rus yapımı bir kargo uçağı havalandıktan beş dakika sonra şehir merkezindeki apartmanların arasında boş bir araziye düşmüştü sabah saatlerinde. Kazanın yaşandığı anda oradan tesadüfen geçmekteydim. Bir diğer olay ise 218 yolcu taşıyan Airbus A310’un iniş esnasında gözlerimizin önünde alev alev yanması ile yaşandı. Ölü sayısının tam olarak açıklanmadığı bu kaza Sudan tarihindeki büyük uçak kazalarından birisi olarak tarihe geçse de en önemlisi değildi.

Sudan’ın siyasi tarihi açısından en önemli kaza Güney Sudan’ın bağımsızlığı için çarpışan John Garang’ın 2005 Haziranında Uganda dönüşü öldüğü helikopter kazasıdır sanırım. Bugün bile esrarını koruyan bu olay Güney Sudan’ın Sudan’dan ayrılmasındaki süreçte kilit öneme sahiptir. John Garang’ın Uganda’ya gidip Devlet Başkanı Yoweri Museveni ile görüştüğünden bile haberi olmayan Sudan tarafı olay sonrasında suikast tertip etmekle suçlanmıştı. Garang’ın ölümünden sonra boşalan koltuğa şu an Güney Sudan Devlet Başkanı olan Salva Kiir geçmişti. Salva Kiir’in ise Hartum yönetimi ile arası hiçbir zaman iyi olmadı.

Sudan’da son yıllarda sıkça yaşanan uçak ve helikopter kazalarının temelinde ülkeye uygulanan ambargo yatmaktadır. Uçak sanayisinde neredeyse tekel olan Amerika 1993 yılından bu yana ambargo uyguladığı bu ülkeye uçakların modernizasyon ve bakımı için gereken yedek parçaları satmamaktadır. Bu parçaların muadilleri zorunlu olarak Çin ve Rusya gibi ülkelerden temin edilmektedir. Bunun yanında düşen uçakların büyük bir bölümü Rus yapımı eski uçaklardır. Soğuk Savaş yıllarında SSCB’nin sattığı, hibe ettiği ya da sonradan satın alınan bu uçaklar bugün bakım-onarım ve yedek parça tedariki açısından sıkıntılıdır. Rusya’dan getirtilen mühendis ve teknisyenlerin bakım yaptığı uçaklar halen iç hat uçuşlarında çokça kullanılmaktadır. Havacılık litaratüründe “uçan tabut” olarak adlandırılan Antanovlar Sudan semalarında süzülmeye devam etmektedir. Devletin askeri gücünü temsil eden Rus jetleri de Sudan’ın önemli günlerinde ortaya çıkarak gövde gösterisi yapmaktadır.

Amerikan senatosu Güney Sudan’a silah satışını açıktan onaylarken Sudan’a bilgisayar, bilgisayar yazılımları ve uçak yedek parçası gibi kalemlerin girişini yasaklamakta ayrıca ülkeye giden para transferlerine blokaj uygulamaktadır. İnternette ücretsiz kullanıma açık birçok yazılım Amerika’nın kara listesindeki Sudan’dan download edilememektedir. Bilgisarlarda Etiyopya ve Kenya gibi komşu ülkelerden temin edilen korsan yazılımlar kullanılmaktadır. Amerika’nın çıkarlarına ters düştüğü için düşman ülke ilan ettiği Sudan ise hem askeri alanda hem de sivil mühendislik alanlarında Rusya ve Çin gibi ülkelerden teknik destek almaktadır.

Güney Sudan’ın ayrılma sürecinin demokratik yollardan tamamlanması şartıyla uyguladığı ambargoyu kaldırmayı vaadeden Amerika bu sürecin tamamlanmasının ardından şimdi de Darfur sorunu öne sürerek somut adımlar atılmasını istemektedir.

Sudan’da çok sayıda insanın yaşamına malolan uçak ve helikopter kazaları son tahlilde dönüp dolaşıp İslam ülkelerinin teknolojik kapasite yetersizliğine gelmektedir. Yeri geldiğinde Müslümanlara ait olmayan teknolojik alet-cihaz veya araçlar, bedeli her ne kadar ödenmiş olsa da,  siyasi, askeri ve diğer alanlarda baskı unsuru olarak kullanılmaktadır. Hele bir de bunun sağlık alanında uygulamaları bulunmakta ki o konu hiç kabul edilebilir değil.

Bunun çok tipik bir örneğini gene Sudan’da çalıştığım yıllarda şahit olmuştum. İHH’nın sponsorluğu ile fakir fukaranın ücretsiz ameliyat edildiği bir göz hastanesinde kullandığımız cihazlardan biri bozulmuş ve yedek parçasını Amerika’daki üretici firmadan sipariş etmek durumunda kalmıştık. Parasını ödemeye hazır olduğumuz halde sırf Sudan’da kullanılacağı için firma parçayı göndermeyi reddetmişti. Mısır’daki başka bir aracıdan parça temin edilene kadar verilen hizmet sırf bu ambargo nedeniyle aksamıştı.

Amerika bu tarz konularda ambargosunu sürdürdüğü gibi bir de ülkenin zar zor elde ettiği kazanımları yerle bir edebilmekte. 1997 yılında yaşanan Şifa ilaç fabrikasının bombalanması da bunun en tipik örneğidir. Hatırlanacağı gibi Sudan-Amerika ilişkilerinin gergin olduğu bir dönemde kimyasal silah üretildiği iddia edilerek Şifa ilaç fabrikası Kızıldeniz’den bombalanmıştı. Çocuk ilaçları üreten fabrika bombalama sonucu tamamen yok edilmişti. Sonrasında tahmin edileceği gibi ilaç sıkıntısı yüzünden çok sayıda çocuk ölümü gerçekleşti.     

Buna benzer onlarca örnek verilebilir elbette. Sudan’ın yüzleştiği bu sorunlar Amerika ile siyasi ideolojileri uyuşmayan diğer ülkelerin (İran, Küba, Zimbabve vs.) zaman zaman karşılaştığı sorunlar. Sudan’da sık sık yaşanan uçak kazaları da bu ideolojik gerilimin en bariz dışa yansıması.        

Cumartesi, Ağustos 25, 2012

SOMALİ’DE YENİ DÖNEM VE TÜRKİYE
Serhat ORAKÇI
Dünya Bülteni, Ağustos 2012

Somali`den bir dost ilginç bir şey anlattı geçenlerde. Başkent Mogadişu’daki havalimanında yolunu şaşırıp yanlışlıkla bir odaya girdiğini ve içeride takım elbiseli, eli yüzü düzgün tipleri toplantı halinde gördüğünü söyledi.  Somali şartlarında pek alışık olunmayan bir manzara olduğu doğru olsa da anlattığına pek anlam verememiştim. Şimdi ise o dostun gördüğü manzaraya anlam verebiliyorum. Gördüğü o oturum muhtemelen meclis toplantısı gördüğü kişiler de yeni dönemde milletvekili olacak kişilerdi.


Afrika’nın istikrardan yoksun ülkesi Somali teknik olarak yeni bir döneme giriyor. Ülkedeki geçici hükümet yapısı kalıcı hale dönüyor. Yeni bir anayasa yapıldı. Şimdilerde yeni bir parlamento oluşturma çabası var. Yakın bir zamanda da çok sayıda aday arasından yeni devlet başkanı seçilecek.


Teknik olarak diyorum çünkü işin aslına bakılırsa çok büyük bir değişiklik de beklenmiyor. Eski kurulu düzen devam ederken bazı isimler değişecek sadece. Kuvvetle muhtemeldir ki mevcut Devlet Başkanı Şeyh Şerif Ahmet yeniden seçilerek görevine devam edecek. Ama bu sefer atanan olarak değil parlamento tarafından seçilmiş olarak yani bir nebze olsun meşruiyet kazanacak bulunduğu koltukta.


Ramazan bayramı arifesinde kabileler tarafından belirlenen parlamento üyelerinin büyük bir bölümünün seçimi tamamlandı ve bu ilk meclis havalimanında ilk meclis toplantısını yaptı. AMISOM (Afrika Birliği Somali Misyonu) tarafından korunan havalimanı şehrin en güvenli yeri kabul ediliyor. Yüzlerce askerin çevresine konuşlandığı havalimanı bu yüzden meclis oturumlarına ev sahipliği yapıyor. Bu parlamento şimdi devlet başkanını seçecek. Havalimanı diyince öyle büyük bir yer akla gelmesin. 30’a 30 iki salondan oluşan bir bina. Biri gidiş terminali biri varış terminali. Somali’nin eski parlamento binası şehrin merkezinde ve tarumar vaziyette.


SOMALİ’NİN SON BİR YILI VE TÜRKİYE
Hatırlanacağı gibi Somali geçtiğimiz yıl yaz aylarında ölümcül bir kuraklığın pençesine düşmüştü. Yüz binlerce insan kurak bölgelerden göç ederek mülteci kamplarına sığınmıştı. Bir o kadarı da yollarda açlıktan ölerek hayata veda etmişti. Somali o acı günlerin etkilerini hala silebilmiş değil. Göç eden göçmenler köylerine bir daha dönmediler, mülteci kamplarında yaşamlarını sürdürmekteler.


Somali’nin son bir yılına bakıldığında siyasi yapıda büyük bir değişiklik olmadı. Birleşmiş Milletler (BM) tarafından desteklenen geçici hükümet (TFG) varlığını AMISOM sayesinde sürdürürken ufak tefek bazı kazanımlar elde etti. Mogadişu’nun bir bölümü, Afgoye, Beledweyne, Baydawa gibi yerleşim birimleri El Şebab kontrolünden çıkarak TFG’nin eline geçti. Ülkenin güneyinde Kenya Ordusu El Şebab’ın önemli üstlerinden Kismayo şehri üzerinde baskı kurarken batısında ise Etiyopya Ordusu baskıları sürdürdü. ABD ve AB, Hint Okyanusu üzerinden noktasal operasyonlar düzenlemeye devam etti. Bu baskılara düzenlediği bombalı saldırılarla karşılık veren El Şebab örgütü ise orta ve güney Somali üzerindeki kontrolünü sürdürdü. Ülkenin kuzeyindeki Somaliland ve Putland ise ayrı bağımsız yapılarını sürdürmekte kararlı olduklarını her fırsatta gösterdiler.


Bu politik manzara içerisinde Türkiye yeni bir aktör olarak belirdi. Somali’de yaşanan insani trajediye sesiz kalmayan Türkiye devlet ve sivil toplum kuruluşlarını seferber ederek Somali halkı için çalışmaya koyuldu. Başbakan Tayyip Erdoğan’ın kalabalık bir heyet ile Mogadişu’ya gidişi ise Somali tarihine geçen bir dönüm noktası oldu. Somali halkının kısmen takdirini kazanan Türkiye ancak Somali’deki geleneksel aktörler tarafından pek o kadar da hoş karşılanmadı. Türkiye’nin sahadaki becerisini ölçüp tartan bu aktörler bariz şekilde tedirgin oldular.


Somali’deki iç karışıklıkta kilit rol oynayan Etiyopya özellikle Amerika’nın bu bölgede en güvendiği ve yatırım yaptığı ülke. Her sene milyar dolarlık dış yardım alan Etiyopya gerek Somali içindeki askerleri gerekse de Somaliland’in bağımsızlığı tanıyarak bu bölgeye verdiği destek ile Somali meselesinin çözümünde en büyük engel. 1996 yılında Doğu Afrika ülkelerinin katılımıyla kurulan IGAD(Intergovernmental Authority on development)’ı Somali ilgili karar mekanizmasında başa oturtan Etiyopya, Ogedan bölgesinde yaşayan Somalili nüfusunu da baskı altında tutmakta. Somali konusunda zıt fikirlere sahip Türkiye ve Etiyopya’nın çıkar çatışmasına girmesi hiç de ihtimal dışı değil bu şartlar altında. Somali’nin istikrara kavuşması adına belki de en önemli gelişme 1991’den beri Etiyopya’yı demir yumruk ile yöneten Devlet Başkanı Meles Zenawi’nin geçtiğimiz günlerde ölmesi oldu.  

         
SOMALİ’YE YARDIM ÇETREFİLLİ İŞ
Son bir yılda çok sayıda projeye imza atan Türkiyeli kuruluşların hizmetleri karşısında Somali halkı umuda yelken açarken kısa sürede Türkiye’nin yardım politikasının Somali’nin genelini kapsamadığı gerçeği ayyuka çıktı. Türkiye yardımlarının güvenlik gerekçeleriyle başkent Mogadişu dışına çıkamadığı anlaşıldı. Dış dünyada Türkiye’nin en çok eleştirildiği noktada bu açmaz oldu.  Bu sınırı zorlayarak kuraklığın olduğu güney bölgelerine yardım götürmeye çalışan sivil toplum kuruluşları ise cezalandırıldılar. ABD’ye yakın çevreler tarafından etiketlendiler. STK’lar bu handikabı yerel partner kuruluşlar ile işbirliği yaparak aşmaya çalıştılar.


Kendilerine yardım ulaşmadığından yakınan Somaliland ve Putland bölgeleri şikayetçi bir tavır sergilerken özellikle yirmi yıldır bağımsızlık iddiası taşıyan Somaliland Türkiye’nin “Tek Somali” söyleminden de ciddi manada rahatsızlık duymaya başladı. Tüm bunlar Somali’de yardım işinin ne kadar çetrefilli bir iş olduğunu ortaya çıkarttı.
Somali’de kurulu mafya düzeni Türkiye’de dahil olmak üzere tüm yabancı kuruluşların yardımlarını Mogadişu dışına çıkartmamakta kararlı. 1.5 milyon nüfuslu Mogadişu tam bir cazibe merkezine dönüştü. Tüm kurumlar merkezlerini burada açarken yardım faaliyetlerini de şehre gelen göçmenler üzerinde gerçekleştirdiler. Kuraklık felaketinin yaşandığı Bay, Bakool, Şabella ve Juba gibi bölgeler Mogadişu’daki TFG engeline takılırken buralara yardım ulaşmadı. Göstermelik bazı yardımlar yapıldıysa da bunlar göstermelik düzeyde kaldı.


SOMALİ ORDUSU VE RANT PAYLAŞIMI
Bu yeni dönemde Somali’ye ait yerli bir ordu kurulması yapılacak işlerin başında geliyor. Çünkü mevcut söyleme göre kalıcı devlet yapısının kurulması bir de düzenli bir ordunun kurulmasını gerektiriyor. Somali bulmacasında Şeyh Şerif Ahmet’e destek veren Türkiye de bu söylemin arkasında duranlardan.


Geçtiğimiz Mayıs ayında İstanbul’da yapılan II.Somali Konferansında gündeme gelen bu konu BM ve konuyla ilgili diğer aktörler tarafından kabul edildi. Uganda’da ABD tarafından eğitilen 600 askerden oluşan ilk askeri birlik de geçtiğimiz günlerde göreve başladı. Bu dönemde sayı daha da arttırılacak. Bu ordunun kurulması elbette önemli bir rant demek aynı zamanda. Silah, araç-gereç ve diğer teçhizatların temin edilmesi söz konusu. Somali için tahsis edilen fonların büyük bir bölümü bu ordunun kuruluşu için harcanacak. Bu pastanın aktörler arasındaki paylaşımı ise henüz çok net değil.


Düzenli bir ordu kurulması halinde Somali’de görev yapan karma Afrika Birliği askerleri çekilecek ya da en azından sayıları azaltılacak. İşte bu nokta El Kaide bağlantılı El Şebab örgütünün halkla diyalogunda en çok vurgu yaptığı hususların başında yer alıyor. Ele geçirdiği Hıristiyan Burunduli ve Ugandalı askerlerin kimliklerini halka servis eden El Şebab, Somali’nin dış güçler tarafından ele geçirildiğini ve Hıristiyanların Müslümanları katlettiği görüşü üzerinden halktan destek(para-asker) bulmaya çalışıyor. Somali üzerinde etkiye sahip aktörler için Somalili askerlerden oluşan bir ordunun inşa edilmesi El Şebab örgütünün halk desteğini kırmada stratejik bir adımı oluşturuyor.


BM ve Batı destekli bir yapının Somali’ye huzur getirmediğini son 20 yılda gördük. Halkın sevdiği ve gönülden destek verdiği bir lider çıkmadıkça Somali’nin düzelmesi zor. El Şebab örgütü ile arasında kişisel husumet bulunan Şeyh Şerif Ahmet’in görevine devam etmesi ise eski düzenin devam etmesi demek. Koltuk yeni olsa da aylayış eski. Birçok kurumuyla sahada bulunan Türkiye Somali için yeni bir umut ancak her şey pamuk ipliğine bağlı. Türkiye’yi temsil eden bir misyona yapılacak en ufak provakatif bir saldırı tüm emekleri yok edebilir. Umarız Türkiye devletini temsil eden kurumlar bu çetrefilli coğrafyada sağduyuyla, sağlam verilerle hareket ediyordur.      



GAMBİYA RAMAZAN NOTLARI
Serhat ORAKÇI
Dünya Bülteni, Ağustos 2012

Bu yıl ramazan çalışmaları için yolumuz Gambiya’ya düştü. Nevşehir’den Ahmet Kutay ve ben önce Fas’ın Kazablanka şehrine oradan da Gambiya’nın başkenti Banjul’a hareket ettik. Afrika ana karasındaki en küçük ülke olarak bilinen Gambiya 1,7 milyon civarında bir nüfusa sahip. Ülke nüfusunun %90’dan fazlası Müslümanlardan oluşurken Hıristiyan ve animist inanışlar da bulunmakta. 1965 yılında İngilizlerden bağımsızlık kazanan ülke diğer Afrika ülkelerine kıyasla daha istikrarlı bir görünüme sahip. Gambiya 18 yıl önce kansız bir darbe ile iktidarı ele geçiren Devlet Başkanı Yahya Jammeh’in idaresi altında.

Dalasi olarak adlandırılan para birimi kullanılan ülkede 1 dolar 30 dalasi yapmakta. Ülkenin başkenti Banjul bir adadan müteşekkil. Ana kara ile ulaşımı bir köprüden sağlanıyor. Dağınık bir yerleşime sahip Gambiya’da Serekunda ve Birkama daha yoğun nüfuslu yerler. Ülke 5 farklı eyalete ayrılmış. Devlet binalarının bulunduğu Banjul’da bir de küçük bir liman mevcut. Bu limanda el yapımı balıkçı tekneleri yapılmakta. İnsanlar bu teknelerde okyanusun azgın dalgalarıyla mücadele ederek avlanıyor. Serekunda-Banjul arasındaki yolda ilerlerken Gambiya için büyük sayılabilecek bir inşaata rastladık. Hindistan tarafından finanse edilen bina yeni parlamento binası olacakmış.   


Atlas Okyanusuna açılan ülke Senegal tarafından çepeçevre sarılmış bir halde. Ülkenin tek komşusu Senegal. Gambiya Nehri ülkeyi baştan sona katederek Atlas Okyanusuna dökülüyor. Uzun nehir ülkeye doğal bir güzellik katarken aynı zamanda balıkçılara sakin sularda avlanma fırsatı sunuyor. Sömürgecilik döneminde Senegal Fransızlar tarafından sömürülürken Gambiya İngilizler tarafından sömürülmüş. Bu yüzden ülkenin resmi dili İngilizce.

Ülkeyi baştan sona geçen Gambiya Nehri ve Atlas Okyanusu gibi doğal güzellikleri ile göz kamaştıran ülke son yıllarda turistlerin uğrak mekanı haline gelmiş. Balıkçılık ve tarım da diğer önemli sektörler. Özellikle bol miktarda mango yetişiyor. 10 tane iri mangonun fiyatı ise 1 dolar. Balık çeşidi de oldukça fazla. Yıllık 150 bin civarında yabancı turistin ziyaret ettiği Gambiya da devlet turizm sektörüne yatırım yapıyor. Bu sektörün gelişimi ise oldukça ilginç. 60’larda Gambiya’ya deneme amaçlı gelen küçük bir grub İsviçreli ile başlamış. Ülkeyi beğenen grup bir sonraki yıl daha da kalabalık gelmiş. Sonraki yıllarda ise sayı artarak devam etmiş.


Gambiya hükümeti yurtdışı tanıtım fuarlarına katılarak bu sektörü tanıtıyor. Ülke Aralık-Mayıs döneminde sezon tabir edilen dönemini yaşarken yılın geri kalanında ise oldukça sessiz ve yağışlı. Fas üzerinden gidilen ülkeye direk uçuş bulmak biraz zor. Avrupa ülkelerinden tur operatörlerinin düzenlediği çartır seferler mevcut ancak bu uçuşlar sadece sezonda bulunabiliyor. Bize eşlik edip gezdiren gençlerle konuştuğumuzda turistlerin çok uzaklardan geldikleri bu sahillere hiç ayak basmadıklarını öğrendik. Kendileri için ulaşımın zor olduğunu söyleyen gençler ülkelerini yeteri kadar tanımıyorlardı.

Turizmdeki canlılığa rağmen ülkede yoksulluk ve işsizlik önemli sorunların başında geliyor. Turizmin ülkenin ahlaki yapısına ise büyük tesirleri var. Özellikle alkol tüketimi ve fuhuş sektörü kendini gösteriyor. SeneGambia ismi verilen bölge gece klüpleri ve eğlence mekanları ile meşhur. Otellerin ve restoranların bulunduğu mekanlar turistlerin uğrak yerleri.

Gambiya’daki diğer bir sorun ise erozyon ve çölleşme. Ülkenin güneybatı kıyılarında ormanların hızla tahrip edilirken çölleşme tehlikesi tarım sektörünü ve kırsal kesimlerde yaşayanları etkilemeye başlamış. Yayınlanan raporlara göre buzullardaki erimenin Gambiya’yı sular altında bırakacağından korkuluyor. Uzak gelecekte olması beklenen bu çevresel felaket için şimdiden uyarılar yapılıyor.


Gambiya’yı uluslar arası arenada tanıtan ve ismini duyuran gelişmelerden biri de geçtiğimiz günlerde Luis Moreno Ocampo’nun yerine Gambiyalı Fatou Bensouda’nın Uluslararası Ceza Mahkemesinin(UCM) baş yargıcı olarak atanması oldu. Özellikle Afrikalı liderlerin kabusu haline dönüşen UCM, Sudan Devlet Başkanı Ömer El Beşir’i soykırım suçundan yargılarken, Liberya Devlet Başkanı Charles Taylor’ı ve Tanrının Direniş Ordusu lideri Joseph Kony’yi insanlığa karşı suç işlemekten yargılamıştı.

İslam bu bölgede uzun süredir varolsa da form olarak oldukça serbest. Son yıllarda Mısır, Libya, Suudi Arabistan gibi merkezlerde eğitim alanların sayısı artmaya başlamış ve gelenler iyi derece Arapça öğrenmişler. Gezdiğimiz cami ve medreselerin durumu ise hiç iç açıcı değildi. Camiler viran bir haldeyken medreselerde çocukların kaldığı ortamlar da içler acısıydı.

Türkiye’nin Gambiya elçiliği daha çok yeni. Büyükelçi olarak atanan Ali Rıza Özcoşkun altı aydır elçiliği kurmak için çalıştıklarını belirtirken Gambiya’nın turizm açısından Türkler için cazip bir yer olabileceğinin altını çizdi. 40 öğrenciye hizmet veren Türk koleji de yeni açılmış. Gambiya’da isminden söz ettirecek bir Türk girişimi henüz bulunmazken iki ülke arasındaki ilişkiler ise oldukça olumlu. Türkiye, bağımsızlık sonrasında Gambiya’yı ilk tanıyan ülkelerden biri olmuş. Bir dönem asker ve polis eğitimleri de verilmiş. Konuştuğumuz bazı işletme sahipleri son zamanlarda Hindistan’dan, Çin’den gelenlerin yoğun olduğunu söylediler.

Ramazan çalışmaları dolayısıyla 416 aileye kumanya dağıttığımız Gambiya’da daha fazla yardıma ihtiyaç var. Misyonerlerin ücra köy ve kasabalara gittiklerini buralarda çalışmalar yürüttüklerini belirten Büyükelçi özellikle eğitim alanında çalışmalar istiyor. Gezimiz esnasında Gambiya’da aylar önce İHH’nın başlattığı küçük çaplı bir tarım projesinin meyvelerini görme şansımız oldu. Kuran eğitimi verilen bir okulun bahçesinde başlatılan proje ile domates, biber, patlıcan hatta muz yetiştiren öğrenciler okulun ihtiyaçlarını karşılamaya başlamışlardı. Okula getir getiren proje 70 öğrenci için umut oldu.

Afrika’nın dev cüssesi ve keşmekeşi içinde kaybolup giden, yerini dahi çoğu zaman bulmakta zorlandığımız Gambiya hiç şüphesiz insanda tekrar gitme isteği uyandırıyor. Sıcak kanlı her daim gülümseyen insanları, bereketli toprakları ve eşsiz doğal güzellikleri insanı kendine çekerken bir daha ne zaman uğrayabileceğinizi merak etmeye başlıyorsunuz. Cenab-ı Allah bir daha gitmeyi nasip eder inşallah…    


Sudan'da Arap Baharı Yaklaşıyor
Serhat ORAKÇI
Dünya Bülteni, Temmuz 2012

Sudan`da Ömer El Beşir rejimi zor günler geçiriyor. Ekonomik dar boğazdaki ülkede halkın dayanacak gücünün kalmadıği çok açık. Kızgın halk tepkisini artık sokağa çıkarak gösteriyor.

16 Temmuz’da Hartum Üniversitesinde öğrencilerin başlattığı gösteriler hala devam ederken halkın desteği ile gösterilerin çapı büyüyor. Tedbir olarak ülkedeki internet bağlantısını kesmeye kadar giden rejim ise halkın taleplerine kulak tıkamakta ısrarlı görünüyor. Bu ise halkın psikolojik direncini daha da arttırıyor.

Öğrencilerin üniversite kampüsünde başlattığı göstriler artık cadde ve sokaklara taştı. Geçen yıl gerçekleşen bölünme sonrası, ekonomisi büyük darbe yiyen Sudan’da  hükümetin kemer sıkma politikaları halk tarafından tepki ile karşılanıyor. Hükümet sıkı emniyet tedbirleri alarak olayları bastırmaya çalışıyor.

Sudan halkının dayanacak gücünün kalmadığı artık çok açık. Memur ve işçi maaşları zamlanmazken ülkedeki fiyat atışı son bir yılda %40’ı geçmiş durumda. Temel gıda maddelerinin fiyatarının hızla tırmandığı bir ortamda hükümet petrole uyguladığı sübvansiyonu kaldıracağını açıkladı. Nijerya’dakine benzer bir durum yaşanan Sudan’da ilk tepki Hartum üniversitesindeki öğrencilerden geldi.

Öğrencilerin tepkisine Turabi ve Sadık El Mehdi gibi muhalif liderlerin, sendikaların, meslek birliklerinin de destek vermesiyle gösteriler büyüdü. İlk başlarda korsan gösteriler düzenleyen göstericiler polisle çatışmazken, son günlerde meydan gösterilerine dönüşen gösterilerde polis ile halk arasında çatışmalar çıktı. Polisin göz yaşartıcı bomba kullandığı, joplarını insafsızca kullandığı ortamda ilk ölüm haberi de Cuma günü geldi.

Yurtdışındaki Sudan elçiliklerinin önünde de küçük çaplı gösteriler düzenlendi. Meksika, Pakistan, İngiltere ve Mısır bunlardan bazıları. Başkent Hartum’un dışında da Medeni, Sennar, Kosti, Kesele, Atbara gibi şehirlerde de gösteriler düzenlendi. Türkiye’de dahil olmak üzere ülkede vatandaşı bulunan elçilikler güvenlik uyarısı yaparak vatandaşlarını uyardılar.  (http://hartum.be.mfa.gov.tr/ShowAnnouncement.aspx?ID=156232)

Sudan halk görev başındaki bakan ve milletvekillerinin mal varlıkları tartışıyor. Artık ülkedeki yolsuzluklar sorgulanıyor.  

Geçtiğimiz yıl Tahrir’de gösteriler başladığnda halkının böyle bir isteği olması halinde koltuğunu derhal terk edeceğini açıklayan Sudan Devlet Başkanı Ömer EL Beşir o günleri unutmuşa benziyor. Batılı ülkelerin yönelttiği eleştirilere alaycı tavırlarla cevap vererek halkın gönlünü kazanan Beşir, şimdi aynı alaycı tavrı kendi halkına karşı gösteriyor. Hükümet yetkilileri gösterilerin Kuzey Afrika’daki gibi iktidar değişimine gideceğine imkansız gözüyle bakarken göstericileri “yarasa” olarak “dış mihraklı” olarak tanımladılar. Beşir ve ekibi halkı küçümseyerek aslında Muammer Kaddafi’nin düştüğü hataya düşüyor.

Yıllardır Darfur ve Güney Sudan sorunu gibi büyük çaplı sorunlarla uğraşan Sudan arkasını Çin’e dayamanın rahatlığı içindeydi. Ekonomideki başarısızlıklar petrole dayalı gelişmenin getirileri ile sorgulanmıyordu. Dış krediler ile finanse edilen yol, köprü ve barajlar petrol gelirleri ile geri ödeniyor, ülkede gelişme havası esiyordu. Ancak ülkenin bölünmesi ve petrol gelirlerinin büyük bölümünü kaybetmesi ile ülke ekonomisi hızla türbülansa girdi. İthalata bağlı cari açık giderek büyürken ülke parası giderek değer kaybetti. Bir yıl önce 1 dolar 3 cüneyhe eşit iken şimdilerde 1 dolar 6 cüneyhe eşitlenmiş durumda. Devlet her ne kadar resmi kur ile doları baskı altında tutmaya çalışsa da karaborsa da dolar günden güne değer kazanıyor. Hükümet uyguladığı tedbirler ile ülkeden para çıkışını önlemeye çalışıyor.

Sudan’dan ayrılan Güney Sudan ile yaşanan sınır anlaşmazlığı iki taraf arasında kısa süreli bir savaşa dönüştü. Güney Sudan’ın ani Hiclic saldırısı Hartum üzerinde soğuk duş etkisi yaptı. Tepkisini vermekte gecikmeyen yönetim sınıra asker ve muhimmat yığarak Güney Sudan’ı geri püskürttü. Ancak bunun getirdiği bir silahlanma maliyeti oluştu elbette.

Halkın tepkisinin temelinde üç önemli faktör ortaya çıkıyor: ilki cari açık, dış borçlanma ve hızlı enflasyon artışı sonrası geliri artmayan orta ve düşük gelir grubundaki halkın daha da yoksul hale gelmesi. İkinci olarak Güney Sudan’ın Hiclic’i el geçirmesi ile başlayan savaşın oluşturduğu psikolojik etki ve sonrasında Hartum tarafının prestijinin sarsalması. Sonuncu etki ise 2003’den beri dinmeyen Darfur sorunu ve Darfur’daki istikrarsızlık. Tüm bu yaşananlar karşısında tepkisini içine atan halk artık sokaklara çıkarak tepkisini gösteriyor.

Bir yıl önce Kuzey Afrika ülkelerini Arap Baharı kasup kavururken Sudan’da da bazı gösteriler olmuş ancak halk tarafıdan fazla destek bulmamıştı. Ancak bu sefer halk da gösterilerin içinde. Hartum yönetimi ya halkın durumunu gözterek aklını başına alacak yolsuzluklara, haksızlıklara son verecek ya da Esad’ın Kaddafi’nin Mubarek’in düştüğü duruma düşerek yönetimi devredecek.

Sudan’da olaylar henüz çok yeni. Sudan hükümetinin halkın isteklerini dikkate alarak halka nefes aldırması için fırsat var. Bu fırsat kullanılmayıp olaylar daha da büyürse Sudan’da da Arap Baharı kaçınılmaz hale gelecek.      

Perşembe, Haziran 07, 2012

West Africa Food Crisis and Mali Refugee Problem


Prepared by IHH Humanitarian Relief Foundation - Africa Desk
Sahel region in Africa faces two major problems today. Due to weak rain fall, countries in the region are under threat of seasonal drought and food insecurity. On the other hand, refugee flow from Mali to neighboring countries (Mauritania-Burkina Faso, Niger) is growing because of armed conflict in AZAWAD region between Mali National Army and rebel groups. This observation report has been written after Mauritania-Mali border zone trip conducted by IHH Foundation to provide food aid and to evaluate results of drought in the region and refugee situation on the border of Mali.
As observation team, during one-week trip, we have travelled by road from capital Nouakchott to the town of Nema, in the eastern part of Mauritania. Later, we have moved to the town of Bassikunu, 60km. away from Mali border. Then we were able to reach Mberra refugee camp on the border established by UNHCR. During our 1600 km. trip to the region, we found chance to see effects of drought and water shortage on people, animals and vegetation. We also found chance to listen residents of Mberra refugee camp which accommodates currently 62 thousand people fleeing from the cities of Gao, Tidal, Timbouktu in AZAWAD region of Mali .

Çarşamba, Mayıs 30, 2012


SOMALİ’NİN GELECEĞİ VE 2015 HEDEFLERİ
Dünya Bülteni, Mayıs 2012
Serhat ORAKÇI

İstanbul II.Somali Konferansına ev sahipliği yapmaya hazırlanıyor. Somali’nin geleceğinin tartışılacağı konferansa 55 ülkeden üst düzey katılım beklenirken sivil toplum kuruluşları da konferansın ilk günü bir araya gelecek. Ay sonu başlayacak etkinlikte enerji, su, yollar gibi altyapıyı ilgilendiren konular görüşülüp 2015 için yol haritası çıkartılacak.

Özellikle Amerika bu bölgede global terörle mücadele söylemiyle hareket ederken Cibuti’deki askeri üstünden, Uganda’ya yolladığı özel birliklerden yararlanmakta. Parasal yönden destek verdiği Etiyopya ve Kenya askerleri Somali içinde askeri operasyonlar yürütmekte. 1993 yılında bölgeye “Umut Operasyonu” kapsamında kanalize ettiği birliklerin uğradığı kayıplar ve Bakara pazarda düşen iki Black Hawk helikopter Amerikan halkının hafızasında tazeliğini korumakta. Aradan geçen süreçte Amerika askerlerini Somali’den çekerken operasyonlarını çevre ülkeler üzerinden noktasal hedefler seçerek sürdürmeye devam etmekte. En son rehin alınan iki yardım çalışanın kurtarılmasında benzer bir operasyon gerçekleştiren Amerika insansız hava araçlarını da zaman zaman kullanmakta.

Somali’de önemli bir aktör olması beklenen Birleşmiş Milletler ise Somali sahnesinde oldukça etkisiz. Mogadişu’da göstermelik bir ofisi bulunan BM’nin asıl yapılanması Kenya’da. Somali adına aktarılan fonlar Kenya’ya giderken durumun farkında olan Somali halkı bu duruma çok kızgın. Yirmi yılda Somali’nin hakkı olan 20 milyar doların Kenya’ya gitmesinden şikayetçiler ve durumu “Nairobi Mafyası” olarak nitelendiriyorlar. 

BM destekli Somali’deki geçici hükümet ise etkisiz ve boğazına kadar yolsuzluğa batmış durumda. Gelir elde etmek için Sivil Toplum Kuruluşlarını dahi hık boğaz etmeyi caiz sayan bu yapı Somali’nin gelişmesinin ve istikrara kavuşmasının önündeki en büyük engel. Ülkeye giden yardımları dışarı çıkartmadan sadece Mogadişu’da tutmaya çalışan ve kendi iktidar çevresini bu yardımlar ile beslemeye çalışan zihniyet Kenya ve Etiyopya’nın da ülkeye girerek askeri operasyon yapmasında bir beis görmüyor.

Somali’nin son yıllarına damgasını vuran El Şebab örgütü ise son aylarda ardı ardına verdiği kayıplar ile önemli bazı şehirlerin kontrolünü kaybetti. “Global Cihat” söylemiyle direnen örgüt son olarak Mogadişu’ya ulaşımda stratejik bir noktadaki Afgoye’den çekilerek şehri Afrika Birliği askerlerine bıraktı. El Kaide bağlantısını resmen ilan eden El Şebab önemli kayıplarına rağmen hala Somali’nin genelindeki etkisini ve kontrolünü sürdürmekte. Mogadişu’ya bombalı saldırılar düzenleyen örgüt bu saldırılarıyla özellikle geçici hükümetin üst düzey liderlerini hedef almakta.

El Şebab kadar etkili olmasalar da ülke içinde silaha ve kana bulaşmış pek çok yerel çete mevcut. Somali’nin orta ve kuzey kesimlerinde etkisini hissettiren Ehli Sünnet Vel-Cemaat yapısı da Geçici Hükümet ile işbirliği yaparak Selefi El Şebab örgütüne karşı silahlı mücadele vermekte.   

Kendine has gündemi olan bütün bu blokların (Afrika Birliği, ABD, BM, Kenya, Etiyopya, Geçici Hükümet, El Şebab, Çeteler) çekişmeleri arasında ezilen Somali halkı ise siyasi istikrarsızlığın asıl mağduru. Ülkede eğitim, sağlık ve hukuk sistemi işlemez halde iken yaşam mücadelesi veren halk oldukça çaresiz. Çatışma yaşanan bölgelerden kaçanlar başta Mogadişu olmak üzere ulaşabildikleri mülteci kamplarına sığınmakta. Böyle bir kaos ortamında ise halkın gelecek tasavvuru ise yaşadığı gün ile sınırlı kalmakta. Ölmeden, kendini ve çocuklarının karnını doyurarak geçirilen bir gün insanların yüzünün gülmesi için yetip de artmakta.   

Geçtiğimiz yıl yaz aylarında büyük bir kuraklığın pençesine düşen Somali’nin son bir yılına bakıldığında Türkiye’nin bu coğrafyada önemli bir aktör olarak belirdiği görülüyor. Uluslararası toplantılar ve akademik yayınlarda Türkiye’ye sıkça atıf yapılırken Afrika’nın geleneksel aktörleri Batılı devletler Türkiye’nin bölgede neler yapabileceğini anlamaya çalışıyor. Türkiye’nin yaptığı yardımların devamlı olup olmayacağını ve Türkiye’nin nerede tıkanacağı analiz ediliyor. Bazı kesimler tarafından askeri müdahale ihtimali durumunda Türkiye’nin nasıl bir tavır alacağı dahi masaya yatırılmakta.

Türkiye yaptığı çalışmalarla Somali’nin genelinde halkın sevgisini kazanmayı başardı. Türkiye komşularına güvenemeyen Somali’nin neredeyse tek güvendiği ülke haline geldi. Bu yüzden II. Somali Konferansının İstanbul’da yapılacak olması büyük önem arz ediyor. Hem Türkiye’den hem de konferanstan beklenti büyük.

20 yıl boyunca iş savaşa terk edilen Somali’ye Başbakan Tayyip Erdoğan’ın kalabalık bir heyetle gitmesi ve BM Genel Kurulunda Somali’yi güdeme getirmesi ülke için önemli bir dönüm noktası oldu. Erdoğan’ın gidilmez denen yere gitmesi zihinlerdeki Somali algısını değiştirirken İslam dünyasının da harekete geçmesine vesile oldu. Erdoğan’ın posterleri Mogadişu’nun harabeye dönmüş sokaklarında hala dururken Türk Hava Yolları oldukça cesur bir adım atarak Mogadişu seferlerine başladı. Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ sık sık Somali’yi ziyaret ederken devletin ilgili diğer kuruluşları da çeşitli çalışmalar yürüttüler.

Somali’deki değişimin ve hissedilir Türk etkisinin asıl lokomotifi ise Sivil Toplum Kuruluşları ve onların yerel partner kuruluşları oldu hiç şüphesiz. Toz, güneş ve patlayan bombalara rağmen canını riske atarak çalışan STK’lar Somali halkına hizmet götürmek ve yaşanan insani dramın yaralarını sarmak için seferber oldular. Bu yüzden Somali Konferansında konuşmayı en çok hak edenler de onlar olacak.

Sivil Toplum Kuruluşları yaptıkları hizmetlerin yanında önemli bir rol daha oynadılar bu süreçte. Türkiye’nin devlet olarak BM destekli Somali’deki geçici hükümete destek vermesi ülkenin genelinde hala etkisini sürdüren El Şebab örgütünün tepkisini çekerken STK’lar bu tepkiyi dengeleyici bir konumda oldular. El Şebab kontrol ettiği bölgelere güven siyaseti çerçevesinde yabancı unsurları sokmazken Türk STK’larına daha ayrıcalıklı davrandı. Türk STK’lar çalıştıkları yerel partneler aracılığıyla El Şebab kontrolündeki bölgelere yardım ulaştırdılar. Bu durum Türk STK’ların bölgedeki prestijini arttırırken El Şebab örgütünün Türkiye’ye karşı tavrının yumuşamasında rol oynadı. Bu sayede Türkiye yaptığı çalışmaları yürütürken Türkiye’den oraya giden yardım çalışanları Mogadişu sokaklarında rahatlıkla dolaşabildiler. Daha düne kadar devletimiz tarafından önemsenmeyen ancak Batı literatüründe “soft power” olarak nitelenen STK çalışmalarının nasıl bir etkiye sahip olduğu görüldü.

Türkiye’nin Somali’deki uğraşıları sadece Somali için önem arz etmemekte. Bu coğrafyada elde edilecek kazanımlar ve tecrübe Türkiye’nin Afrika Açılım siyasetini de şekillendirecek. 2005 yılından beri yürütülen bu açılım sürecinde Türkiye en ciddi sınavını vermekte. Türkiye’nin bu süreci başarı ile geçmesi halinde Afrika ülkelerinin Türkiye’ye duyduğu güven ve saygı ivme kazanacak. Değişik problem noktalarında Türkiye’nin alacağı insiyatif değerli hale gelecek. Aksi durumda ise Türkiye’ye karşı negatif bir etki hasıl olacaktır.

Somali konusunu ele alan akademisyenlerin ve entelektüellerin en önemli eleştirisi bu tür toplantılara Somali’deki felaketin mimarı olan isimlerin tekrar tekrar çağrılması ve bu konuda yeni yaklaşımlar getirebileceklerin bu tür ortamlardan uzak tutulması. Bu yerinde eleştiriye hak vermemek elbette mümkün değil. I. Londra Konferansında yaşanan bu durum toplantı sonrası ortaya koyulan deklarasyona da yansımış ve beklentileri karşılamamıştı. Batılı ülkeler konuyu güvenlik, terörle mücadele gibi konulara hapsederken; Somali’deki geleneksel aktörler varlıklarını sürdürmenin zeminini tesis ettiler. II. Konferansın İstanbul’da yapılacak olması bu açıdan kilit bir role sahip. Türkiye devlet olarak, Somali üzerinde hissedilen etkisini toplantıya da yansıtabilirse etkili kararlar alınabilir aksi takdirde Somali’nin geleneksel aktörleri toplantı gündemini kendi gündemleri doğrultusunda istedikleri yöne çekecektir.  

Cumartesi, Mayıs 26, 2012


http://store.tika.gov.tr/yayinlar/akademik-arastirmalar/avrasya-etudleri/2012/etud40.pdf

Afrika’da Küresel Rekabet ve Türkiye


Özet

Son yıllarda küresel güçler arasındaki denge Afrika kıtasında değişmeye başladı. 
Avrupalı güçlerin sömürgecilik vasıtasıyla, ABD’nin ise Soğuk Savaş yıllarında 
kıta üzerinde oluşturduğu nüfuz erozyona uğrarken yeni küresel güç Çin etki 
alanını gün geçtikçe daha da arttırıyor. Doğal kaynak zengini Afrika’da yaşanan 
küresel rekabette ABD ve AB ülkeleri kan kaybederken 100 milyar doları aşan 
ticaret hacmiyle Çin kıtadaki yeni hegemonik güç olmaya başladı. Çin’in ve 
gelişmekte olan ekonomilerin Afrika’ya ilgisinin arttığı son dönemde, bölgesel 
güç haline gelen Türkiye’nin de Afrika’ya ilgisi giderek artmaktadır. Afrika 
ülkeleriyle 20 milyar dolara yaklaşan ticaret hacmi ile Türkiye, gelişmekte olan 
ekonomiler arasında Çin, Hindistan, Güney Kore ve Brezilya’dan sonra Afrika’nın 
en büyük beşinci ticaret partneri haline gelmiştir. Son yıllarda Türkiye-Afrika 
ticaret hacmindeki rakamsal iyileşmelere rağmen Çin, ABD ve AB’nin etkin 
olduğu Sahra-altı kuşağında Türkiye’nin ticari ilişkilerinin oldukça sınırlı kaldığı 
görülmektedir. 2001–2010 arası dönemde hızla büyüyen Sahra-altı Afrika’nın 
2011–2015 döneminde de bu hızlı büyümesini sürdürmesi beklenmektedir. 
Türkiye bu yüzden Afrika politikalarını tekrar gözden geçirmek zorundadır.     
  
Anahtar kelimeler: Afrika, küresel rekabet, Afrika-Türkiye ekonomik ilişkileri.


Global Competitiveness in Africa, and Turkey


Abstract

In recent period, balance between global powers in Africa tends to change. 
Hegemony over the continent established by USA during the Cold Way years 
and EU countries in the colonization period has been eradicating. Western powers 
have been losing control over the natural resources-rich continent Africa against 
new economic giant China reached over 100 billion dollars of trade recently. In 
this new phase, while interest of developing countries is growing towards Africa 
as a regional power Turkey is also establishing new economic ties within Africa. 
With close to 20 billion dollars foreign trade, Turkey is the fifth most trading 
partner in Africa after China, India, South Korea and Brazil. However, despite 
the growing trade figures, Turkey still has very limited trade relation with Sub-Saharan 
Africa countries where China, USA and EU countries are major players. 
When it is considered that Sub-Saharan Africa economies performed tremendous 
growth rates between 2001-2010, and this will continue between 2011-2015, 
Turkey should revise its Africa policy towards the region. 

Keywords: Africa, global competition, Africa-Turkey trade relations.


http://store.tika.gov.tr/yayinlar/akademik-arastirmalar/avrasya-etudleri/2012/etud40.pdf


Avrasya Etüdleri Dergisi Afrika Özel Sayısı Çıktı




Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı (TİKA) tarafından yılda iki kez yayımlanan Avrasya Etüdleri dergisinin 40. sayısı, Afrika Özel Sayısı olarak hazırlandı ve okuyucusuyla buluştu. 

Bu sayıda Türkiye’nin Afrika politikaları, kalkınma hamlelerinde Afrika’nın yeniden dönüşümü ve bölgedeki küresel rekabet ele alınıyor. Ayrıca bölgesel çatışmalar, ekonomik yapılar, tarih ve edebiyat alanları da dahil, ikisi İngilizce, biri Fransızca olmak üzere toplam 14 makale yer alıyor. Dergide 2011 yılı Mayıs ayında İstanbul’da gerçekleştirilen En Ez Gelişmiş Ülkeler Konferansına ev sahipliği yapan ülkemizde, o tarihten sonra sık sık gündeme gelen Afrika’nın bilinmeyen yönleri akademik çalışmalar ışığında anlatılıyor.



http://store.tika.gov.tr/yayinlar/akademik-arastirmalar/avrasya-etudleri/2012/etud40.pdf 

Yazarlar ve Makaleleri
Ahmet KAVAS
İç Savaşlardan Bütünleşme Hareketlerine ve Kalkınma Hamlelerine Afrika’nın Yeniden Dönüşümü 

The Retransformation of Africa from Civil Wars to Moves for Integration and Development

Muhammet Savaş KAFKASYALI
Tunus ve Mısır Halk Hareketlerinin Uluslararası Sistem Açısından Aksiyomatik Analizi 

Axiomatic Analysis of The Social Movements in Tunisia and Egypt in the Light of International System

Serhat ORAKÇI

Afrika’da Küresel Rekabet ve Türkiye 

Global Competitiveness in Africa, and Turkey

Enver ARPASudan ve Darfur Sorunu 

Sudan and Darfur Crisis

Hasan ÖZTÜRK
Darfur’da Yaşanan İç Savaşı Anlamak 

Understanding Civil War in Darfur

Dilek DEMİRBAŞ • Alphonse KABANANIYERegional Integration, Economic Growth and Convergence in Sup-Saharan Africa: A Case Study of the East Africa Community 

Sahra Altı Afrika’da Bölgesel Entegrasyon, Ekonomik Büyüme ve Yakınsama Kriteri: Doğu Afrika Birliği Üzerine Bir Vaka Çalışması

İrfan KALAYCIAfrika’nın Melez Yüzü, ‘MENA’: Makro İktisadi Göstergelere Göre ‘Manası’ 

Hybrid Face of the Africa, ‘MENA’: ‘It’s Sense’ in Respect of Macro Economic Indexes


İhsan ÇOMAKTürkiye’nin Afrika Politikası ve Sağlık Sektöründe Çalışan Türk STK’ların TİKA’nın Desteğinde Afrika’da Yürüttüğü Faaliyetlerin Bu Politikaya Etkisi 

Turkey’s Foreign Policy to Africa and the Effect of Projects Which Were Implemented by Turkish NGOs Working on Health
Sector in Support of TIKA, to This Policy

Aïssatou DIALLOUne Nouvelle Puissance Émergente en Afrique Face à la Chine: l’Inde 

Afrika’da Çine Karşı Yükselen Yeni Bir Güç: Hindistan

A New Raising Power Against China in Africa: India

Abdalla Uba ADAMUDeveloping Institutional Cooperation Strategies: The Rhetoric and Reality of Academic Linkages with Nigerian Higher Education 

Kurumsal İşbirliği Stratejileri Geliştirme: Nijerya Yükseköğretiminin Akademik Bağlantılarının Retoriği ve Gerçekliği

Muhammed TANDOĞANKızıldeniz’in Stratejik Dehlek Adaları ve Osmanlı İdaresindeki Konumu

Strategically Dahlak Archipelago of the Red Sea and Its Status Under the Ottoman Rule

Selim Hilmi ÖZKAN
XVIII. Yüzyılın Başlarında Kuzey Afrika 

North Africa at the Beginning of the Seventeenth Century

Halim ÖZNURHAN
Yirminci Yüzyılın İlk Yarısında Fas (Mağrip) Şiiri 

The First Half of the Twentieth Century Morocco (Maghreb) Poetry

Metin PARILDI
İşgal Dönemi Tunus Şiirinde Avangard Bir Romantik: Ebu’l-Kâsım eş-Şâbbî 

An Avant-Garde Romantic of Tunisian Poetry in Occupation Period: Abû al-Qâsim al-Shâbbî

MORİTANYA NOTLARI
Dünya Bülteni, Mayıs 2012
Serhat ORAKÇI

Moritanya 1,2 milyon kilometre karelik geniş yüzölçümüne rağmen sadece 3,5 milyon insana ev sahipliği yapmakta. Ülkenin kuzey doğusu çöllerle kaplı olduğu için bu bölgelerde yerleşim bulunmamakta. Atlas Okyanusunun kıyısında kalan başkent Novakşot ise yoğun bir şehir. Tarımsal üretimin çok az yapıldığı ülkede temel geçim kaynağı balıkçılık, hayvancılık ve değerli madenlerden oluşmakta.

Atlas okyanusu kenarında uzun sahile sahip ülke geniş balıkçılık potansiyeline sahip. Modern balıkçılığın yapılmazken insanlar ilkel kayıklar ile avlanmakta ve Japonya en büyük balık alıcısı. Az nüfusuna rağmen 20 milyon büyük baş hayvana sahip ülkede et en temel gıda maddesi olarak karşımıza çıkıyor. Bu büyük potansiyele rağmen ne yazık ki paket sütler Almanya’dan ithal gelmekte. Ülke aynı zamanda geniş altın rezervlerine sahip. 15 yıldır bu ülkeye yatırım yapan Kanadalı bir şirket ise altını çıkartıp işlemekte. Kurduğu 10 bin nüfuslu altın şehrinde her milletten insana rastlamak mümkün. Moritanya aynı zamanda dünyanın en büyük demir madeni üreticisi.

Moritanyalılar genel itibariyle sakin ve dindar insanlar. Batı Afrika’daki eski ilmi gelenekleri çöl medreselerinde devam ettiriyorlar. Bu medreselerde ezbere dayalı dini eğitim verilmekte. Bu eğitimin bir sonucu olarak normal hafızların yanında bir de hadis hafızları var.

Mavi Marmara gemisinde yapılan katliam sonrasında İsrail ile diplomatik ilişkilerini bitiren Moritanya ülkedeki İsraillileri ülkelerine geri postalamış. Türkiye’nin Moritanya’daki elçiliği ise henüz çok yeni. TİKA’nın eski başkanı Musa Kulaklıkaya buraya atanan ilk büyükelçi. Konuştuğumuz Moritanyalıların memnuniyetle bahsettiği ve bir yıldır görev yapan elçimiz Türkiye-Moritanya ikili ilişkilerinin gelişim açısından büyük bir potansiyele sahip olduğunu düşünüyor. Moritanya’da bazı sektörlerin hızla geliştiğini, ülkenin son yıllarda hızla büyüdüğünü belirten Büyükelçi buraya gelecek işadamlarına bölgesel düşünmelerini tavsiye ediyor. Lojistik gibi sektörlerde yatırım yapacakların Moritanya üzerinden Batı Afrika’daki diğer ülkelere açılım yapabileceklerini belirtiyor.   

Bizim Moritanya’ya gidiş amacımız ise ne altın ne de ticaret. Biz İHH İnsani Yardım Vakfını temsilen ülkede yaşanan kuraklık krizini ve mülteci sorununu yerinde görmek için yola koyulduk. Hedefimizde ise Moritanya’nın Mali sınırı var. Mali‘nin kuzeyinde bağımsızlık ilan eden AZAWAD bölgesinden gelen mültecileri ziyaret ederek mülteci kampında gıda dağıtımı gerçekleştireceğiz. Son aylarda Batı Afrika ile ilgili uluslar arası kamuoyunda gündeme gelen tartışmaları yerinde görme ve inceleme niyetindeyiz.

Sadece Moritanya değil Batı Afrika’daki birçok ülke bugün gıda krizi içinde. Çad’tan başlayarak Moritanya’ya uzanan kuşakta 18,4 milyon insan gıda yetersizliği sorunu ile yüzyüze. Önümüzdeki yaz aylarında ise kuraklık nedeniyle sorunun daha da büyümesi beklenmekte. Bölgede yaşanan aşırı sıcaklar ve yetersiz yağışlar bir gıda krizine dönüşürken Mali’de yaşanan siyasi istikrarsızlık ise bölge ülkelerini mülteci sorunu ile karşı karşıya bırakmış.

22 Mart’ta gerçekleşen askeri darbe sonrası Mali’de artan siyasi istikrarsızlık sebebiyle bölgesel bir mülteci sorunu yaşanmakta. 320 binden fazla insan çevre ülkelere sığınırken bu sayı giderek artmakta. Bu gelişmelerden bağımsız başlayan bölgesel kuraklık ise başta Mali, Moritanya olmak üzere diğer ülkelerdeki gıda güvenliğini de tehdit etmekte. Yetersiz su miktarı ve kuraklık başta hayvanları dolaylı yollardan da insanları ve çevre sağlığını tehdit etmekte. Daha sıcak geçmesi beklenen Mayıs, Haziran, Temmuz ve Ağustos aylarında ise durumun daha da kötüleşmesi bekleniyor.

Moritanya’nın başkenti Novakşot’tan yola çıkarak karayolu ile Mali sınırındaki Bassikunu kasabasına geçtik. İstanbul’dan hareket edişimizin 5. gününde ancak Bassikunu kasabasının 20 km. dışında UNHCR(Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği) kontrolündeki Mberra mülteci kampına ulaşabildik. 48 saat süren zorlu kara yolculuğu boyunca ise 45 askeri kontrol noktasından geçtik. Her kontrol noktasında aynı sorgulamaya maruz kaldık. Meşakketli geçen 1.600 km’lik yol boyunca bölgede yaşanan kuraklık ve su sıkıntısının insanlar, hayvanlar ve bitki örtüsü üzerinde bıraktığı etkiyi görme şansı elde ederken Mberra kampına ulaştığımızda ise Mali’nin AZAWAD bölgesindeki Timbuktu, Gao ve Tidal gibi yerleşim birimlerinden kaçan 62 bin mültecinin durumunu yerinde inceleyerek sıkıntılarını dinleme şansı bulduk.

Yol boyunca toplu hayvan ölümlerinin gerçekleştiği yerleşkelerden geçtik. Bölgede su miktarı oldukça yetersiz ve mevcut suyun kullanımı ise aynı oranda meşakkatli. Mevcut kuyularda ise suyun çıkartılmasının develer ve eşekler yardımıyla yapıldığı, tahtadan makaralı oldukça eski bir sistemin kullanılmakta. Çıkartılan az bir miktar su ise hayvanlar arasında paylaştırılmakta.

Bölgeye en erken dokuzuncu ayda yağmur yağması beklenirken sıcak geçecek Mayıs, Haziran, Temmuz ve Ağustos aylarında tablonun daha da kötüleşeceği ve kuraklık sorunun insanları ve hayvanları daha derinden etkileyeceği, tamamı Müslüman olan bölge insanlarının Ramazan ayında ise oldukça zorlanacağı aşikar.

Yol boyunca geçtiğimiz küçük kasabalarda en dikkat çeken şey ise yol kenarlarındaki açık hava otelleri ve lokantaları idi. Yol kenarlarına sıralanmış minderler ve yastıklardan oluşan bu açık hava otellerinde yolcular mola verip geceleyebiliyor. Duruma göre bazılarında televizyon hizmeti, yemek hizmeti, daha kalın yastık ve döşek gibi ekstra hizmetler de var. Aynı şekilde çadırdan yapılma lokantalar da yol kenarlarında hizmet veriyor. İpe asılı etlerden seçim yapılıp isteğe göre ızgara-tava yaptırılabiliyor.   

Bassikunu kasabası Mali sınırına 60km. uzaklıkta küçük bir yerleşim birimi. Kasabanın 20km. ilerisinde ise Mberra olarak adlandırılan mülteci kampı bulunmakta. UNHCR tarafından oluşturulan kampta Mali’nin kuzeyindeki AZAWAD bölgesinden kaçan 62 civarında mülteci yaşamakta.

Genel itibariyle durumlarından memnun olan mülteciler verilen gıdanın yetmediğinden ve zamanında verilmediğinden şikayet etmekteler. Kampın güvenli olduğunu söyleyen mültecilerin en büyük sorunu ise sıcaklar. Mültecilerin çok büyük çoğunluğu çadırda yaşarken son dönemde gelen mültecilerin ise derme çatma yerlerde yaşamakta. Kamptaki diğer bir sorun ise WC ve Banyo.  Mülteciler kullanım suyunu sadece birkaç merkezden taşıyarak temin edebilmekteler. Olası herhangi bir yangına karşı kamp dışında bir itfaiye aracı bekletilirken çocuklara eğitim vermek üzere oluşturulan üç çadır okul ise boş. Sıcağa bağlı güneş çarpmalarının sık sık yaşandığı kampta bir çadır hastane hizmet vermekte.

Mali’nin bağımsızlık ilan eden AZAWAD bölgesindeki tarihi yerleşim birimi Timbuktu başta olmak üzere Gao, Tidal ve diğer yerleşim birimlerinden gelen farklı etnik yapıdaki mülteciler bir arada yaşamaktalar. Tuareg ve Arap kökenli mültecilerin sayısı oldukça fazla.

Gıda dağıtımlarımız sırasında kampın ileri gelenleri ile yaptığımız görüşmede AZAWAD bölgesinde yaşayan halkın aynı oranda mağdur olduğunu öğrendik. Bölgeye hiç yardım ulaşmadığını oradaki halkın çok mağdur olduğunu söyleyen kamp liderleri Mali hükümetinin yardım koridoru açmayı reddettiği bu yüzden insani yardımın ulaşmadığını bildirdiler. Moritanyalıların kendilerine çok cömert davrandığını ancak kendilerinin de fakir olması sebebiyle ellerinden fazla bir şey gelmediğini söyleyen Malili mülteciler İHH’nın ve Türkiye’nin kendilerine daha fazla yardım göndermesini talep ettiler.

Dönüş yolumuz da gidiş kadar meşakkatli idi. Uçağımıza yetişmek için sık sık kalan vakti hesaplarken gece çölde yol alma gibi bir gaflete düştük. Kumdaki araba izlerini kaybettikten sonra uzun süre çölde dolanarak aynı izleri bulmaya çalıştık. Artık umudumuzu yitirip müsait bir yerde gecelemeyi düşünmeye başlamıştık ki ufukta beliren küçük bir ışığı fark ederek bir kasabaya oradan da tarif üzerine ana yola çıktık. Her şeye rağmen mültecilere ulaşmanın ve onların dertlerini dinlemenin sevinci ve Moritanya’nın sıcak insanları ile tanışmanın mutluluğu içinde yol çabucak geçip gitti.  

Moritanya’dan başlayıp Çad’a uzanan kuşakta yaşanan gelişmeler bizi yakından ilgilendiriyor. Arap Baharı sonrası ekonomik ilişkileri sekteye uğrayan bu ülkeler adeta kırılgan bir hat oluşturuyor. Afrika kıtası içinde karasal ülkelerin ardı ardına sıralandığı bu ülkelerde halkın gelir durumu oldukça hassas. Bu yüzden küçük sarsıntılar büyük etkiler bırakıyor. Devletler ise halklarını bu etkilerden koruyacak güçten yoksun. Bölge halkları her zamankinden daha çok yardıma ihtiyaç duyuyor.