Çarşamba, Aralık 17, 2014
Turkey and the Horn of Africa: Emerging Interests and Relations
Chatham House, Round Table Discussion, 28 June 2012
Serhat Orakci
Africa Director, IHH Humanitarian Relief Foundation
Ambassador David Shinn
Adjunct Professor of International Affairs, George Washington University
Jason Mosley
Associate Fellow, Africa Programme, Chatham House
Chair: Jehangir Malik
Director, Islamic Relief UK
Discussion summary:
http://www.chathamhouse.org/sites/files/chathamhouse/public/Research/Africa/280612summary.pdf
Chatham House, Round Table Discussion, 28 June 2012
Serhat Orakci
Africa Director, IHH Humanitarian Relief Foundation
Ambassador David Shinn
Adjunct Professor of International Affairs, George Washington University
Jason Mosley
Associate Fellow, Africa Programme, Chatham House
Chair: Jehangir Malik
Director, Islamic Relief UK
Discussion summary:
http://www.chathamhouse.org/sites/files/chathamhouse/public/Research/Africa/280612summary.pdf
Pazartesi, Aralık 15, 2014
Afrika’nın Ebola İmtihanı
Serhat Orakçı
Dünya Bülteni, Kasım 2014
Afrika’nın bir bölümü birkaç aydır Ebola tehdidi
altında. Geçtiğimiz Mart ayında Dünya Sağlık Örgütü’nün Gine’de hastalığın
ortaya çıktığını bildirmesi ile Ebola bir anda gündemimize girdi. Gine’nin
komşusu Sierra Leone ve Liberya’da da kısa sürede vakalar ortaya çıkarken ölüm
haberleri de gelmeye başladı. Sonradan yapılan araştırmalar hastalığın bu
bölgede 2013’ün Aralık ayından beri yayılmakta olduğunu ortaya koydu. Önceleri
Batı Afrika ile sınırlı olan yayılma alanı hastalığın Amerika ve Avrupa
ülkelerine sıçraması ile küresel bir boyut kazandı. Geçtiğimiz Ağustos ayında
ise Dünya Sağlık Örgütü küresel çapta acil duruma geçti. Nijerya, Senegal,
Demokratik Kongo ve Mali’de de yeni vakalar görülmeye başlandı. Ölü sayıları
hızla yükselişe geçti. Bu hafta itibariyle Batı Afrika’da 5.160 kişinin
(Liberya’da 2.836, Sierra Leone’de 1.169, Gine’de 1.142) hayatını kaybettiği
açıklandı.
Ebola sağlıkla ilgisi olan bir salgın hastalık olsa da bölgesel ve küresel
boyutu ile siyasi, ekonomik ve toplum üzerinde psikolojik etkileri olan bir
durum. Toplum içerisinde ve toplumlar arasında ilişkileri etkileyen bir boyutu
da bulunmakta. Avustralya ve Kanada salgının gerçekleştiği ülkelere vize verme
işlemlerini durdururken birçok ülke bu hat üzerinden gelen yolculara kontroller
uygulamakta. Salgının yoğun yaşandığı ülkelerde bölgesel karantina uygulaması,
insanların hastalıklarını gizlemeleri, çaresi olmayan bir hastalık için doktora
başvurmayı reddetmeleri toplumlar üzerinde ağır psikolojik tahribat yapmakta. Bunların
yanında bir de işin ekonomik boyutu bulunmakta. Batı Afrika ülkelerine gemiler
uğramazken bölgenin dışarıyla irtibat düzeyi en düşük seviyede seyrediyor. Gıda
krizi başlaması beklenen olasılıklar arasında. Atmosfer Albert Camus’un Veba’da
anlattıklarını aratmıyor gerçekten.
İlaç şirketleri yarış halindeler. İlk etkili aşıyı geliştiren şirket büyük
sayılarda aşı satacak. Ebola’nın tehdit ettiği Batı Afrika’da yaşayan insanlar,
aşıyla ilgili gelecek olumlu bir haberi bekliyorlar. Dedelerinin bağımsızlık
savaşlarında topraklarından zorla çıkarttıkları Batılıları şimdi dört gözle,
umutla bekliyorlar. Eskiden İncil getirenler şimdi aşı getirmeye
hazırlanıyorlar. Ancak bu sorun sadece Batı’nın ve Batı Afrika’nın sorunu
değil. İnsanlığı ilgilendiren bir vakıa.
Dünya Sağlık Örgütü’nün yayınladığı kayıtlara göre Ebola virüsü ilk olarak 1976’nın
Haziran-Kasım ayları arasında Sudan’ın güneyindeki (şimdi Güney Sudan) Nzara,
Maridi, Tembura ve Juba yerleşkelerinde görülmüş salgın bir hastalık. Bu zaman
zarfında 284 vaka tespit edilirken 151 kişi kısa sürede yaşamını yitirmiş. DSÖ
raporuna göre Nzara’da bir pamuk fabrikasında ortaya çıkan hastalık kısa sürede
çok sayıda işçinin yaşamını yitirmesine neden olmuş. Nzara’dan Maridi’ye seyahat
eden bazı kişiler üzerinden de bu yerleşkede de ölümler başlamış.[1]
Güney Sudan’da cereyan eden olaylarla ilgili olarak 1 Eylül 1976’da o
zamanki adı ile Zaire’nin kuzeyinde Bumba isimli bir bölgede de benzer bir
salgın görülmeye başlamış. 44 yaşlarında yaşadığı bölgedeki kilise bünyesinde
çalışan bir adam sıtmaya benzer şikayetlerle 26 Ağustos 1976’da hastaneye
gidiyor. Öncesinde Ekvator hattında 12 gün araçla beraberindeki 6 misyonerle
seyahat eden bu görevlinin Maboye-Bongo bölgesinde bazı büyük kasabalara
uğradığı öğrenilen bilgiler arasında. Bu yolculuk esnasında Yambuku ismindeki
bir yerleşkeye 50km. uzaklıkta antilop ve maymun eti satın alıyorlar. Maymun
etini yemeseler de antilop etini yiyorlar. Bu olayı takip eden birkaç gün
içinde ise bazı sağlık sorunlarının belirmeye başlaması üzerine Yambuku’daki
tek hastaneye gitmeye karar veriyor.
Kısa sürede başka hastalar da benzer şikayetlerle Belçikalıların 1935’den
beri bu bölgede işlettiği Yambuku Katolik Hastanesine başvuruyor. Ülkenin
başkenti Kinşasa ise olayı ancak 20 gün sonra öğrenebilmiş. Hastalığa yakalanan
Belçikalı bir hemşire Kinşasa’ya gönderilmesinin üzerinden kısa bir sürede
hayata veda etmiş. Bir ay gibi kısa bir zaman zarfında hastanede çalışan 17
personelden 11’i Ebola nedeniyle yaşamını yitirmiş. Bu ilk salgının sonunda 318
vaka kaydedilirken 280 ölüm gerçekleşmiş. 38 hastada ise iyileşme görülmüş.
Yapılan incelemelerde hastalığın Sudan’ın Güney kesimindeki Nzara kasabasından
geldiği tespit edilirken başka bir tespit ise kullanılan şırıngaların iyi
sterilize edilmeden başka hastalarda da kullanıldığı olmuş.
Zaire’nin kuzeyinde yaşanan bu olaya konuyla ilgili uluslar arası
kuruluşların müdahil olması ise salgının çıkışından ancak yedi hafta sonra
olabilmiş. Konuyla ilgili oluşturulan uluslararası komite Zaire hükümetine ilk
önerilerini 18 Ekim’de yapabilmiş ancak. Konuyla ilgili araştırma yapan
komisyon birçok soruya yanıt bulamamış. Olay yerine vardıklarında salgının
etkileri yok olmak üzereymiş zaten. Yaklaşık 38 yıl önce pek bilinmeyen bir
kasabada geçen bu olayda insan sirkülasyonunun şimdiye kıyasla çok daha düşük
olması olayın daha fazla yayılmasını önlemiş elbette.[2]
1976’da peşpeşe gelen bu iki salgının ardından Ebola salgınları farklı
zamanlarda Uganda, Fildişi, Güney Afrika, Gabon ve Kongo’da görülürken
İngiltere, Rusya, Filipinler, İtalya ve Amerika’da tek tük vakaların görüldüğü
olmuş. 2000 yılında Uganda’da hastalığa yakalanan 425 kişiden 224’ü hayatını
kaybederken 2007’de Demokratik Kongo’da hastalığa yakalanan 264 kişiden 187’si
hayatını kaybetmiş.[3]
Bugün Batı Afrika’da Ebola salgınına maruz kalan ülkeler, tarihlerinde ilk
defa bu salgınla mücadele ediyorlar. Salgını daha önce geçirmiş ülkelere göre
bu konuda neredeyse hiçbir tecrübelerinin olmaması ölümleri arttırıcı bir
faktör. Dünya Sağlık Örgütü önümüzdeki aylarda ölecek insan sayının daha da
artmasını bekliyor. Batı Afrika’da yaşamını kaybedenler için cenaze törenleri
düzenlenmeden, pek alışık olmadığımız koruyucu kostümlü görevliler tarafından Ebola
mezarlıklarına gömülüyorlar.
1976’da Zaire’de olayın dar bir alanda kalmasında insan hareketliliğinin
fazla olmaması etkiliydi. Günümüzde uçaklar salgın bir hastalığı okyanusları ve
sınırları aşarak hızla başka yerlere transfer edebiliyor. Bu yüzden bu
mahiyetteki hiçbir sorun sadece çıktığı yerde kalmıyor. Salgın hastalıkların
yayılma hızı da ulaşım araçlarının hızı ile yarışıyor. 38 yıl önceki tabloda
şimdiki tabloda Afrika’da sağlıkla ilgili altyapının aradan geçen bunca zamana
rağmen hiç ilerleme kaydetmediğini gösteriyor. O zamanlar Kilise örgütleri
tarafından işletilen hastaneler hala Kiliseler tarafından işletilmekte. Bu
ülkeler bu sorunla baş edebilecek ekonomik ve teknik güçten yoksunlar. O yüzden
dış destek gerekmekte.
[1] Dünya Sağlık Örgütü’nün konuyla ilgili 1978 tarihli raporu http://whqlibdoc.who.int/bulletin/1978/Vol56-No2/bulletin_1978_56(2)_247-270.pdf
[2] Dünya Sağlık Örgütü’nün konuyla ilgili 1978’de
yayınladığı komisyon raporu http://whqlibdoc.who.int/bulletin/1978/Vol56-No2/bulletin_1978_56(2)_271-293.pdf
[3] 1976’dan günümüze Ebola salgınlarının kronolojik sıralaması için bkz.: http://www.cdc.gov/vhf/ebola/outbreaks/history/chronology.html
Burkina Faso Halk Devrimi ve Afrika Baharı
Serhat Orakçı
Dünya Bülteni, Kasım 2014
Burkina Faso halkı sokaklarda
birkaç gündür. Çoğunluğu gençlerden oluşan sokak göstericileri Devlet Başkanı
Blaise Compaore’nin 27 yıldır sürdürdüğü görevini bırakmasını istiyor.
Parlamento binası ateşe verildi, devlet televizyonu göstericilerin eline geçti.
Polisin müdahalesi sonucu 30 kadar ölü var. Compaore biraz ayak direse de
görevden istifa etti ve Gana’ya doğru yola çıktı. Afrika’nın sakin bir
ülkesinde yaşanan bu olaylar akla Tunus örneğini getiriyor ister istemez. Soru
şu: Afrika Baharı ya da Siyah Bahar mı geliyor?
İki yıl önce Mali’den kaçan
göçmenleri ziyaret için Burkina Faso’ya gittiğimde sakin bir atmosfer vardı ülkede.
Mali’de çatışan güçler arasında arabuluculuk dışında pek fazla siyasi bir
gündem yoktu. Kısa bir süre sonra muhalif gazete ve radyolara bazı baskınlar
yapıldı ve tutuklamalar oldu. O sükunetin altında yatan değişim isteğini görmek
pek mümkün değildi. Devlet Başkanı Compaore’nin görev süresini uzatmak için
anayasada değişikliğe gitmek istemesi bardağı taşıran damla oldu adeta. Başkan
Compaore 27 yıl önce Burkina Faso için önemli bir figür sayılan “Afrikalı Che”
lakaplı Marksist Thomas Sankara’yı devirerek iktidara gelmişti. Soğuk Savaş
konjonktürü içinde S.S.C.B etkisinin yayılmasını istemeyen Fransa ve ABD bu
darbeyi desteklemişti. Sonrasında ABD ülkeyi yardım programına aldı. Şimdi Batılı
güçler Compaore’yi gözden çıkartmış görünüyor. Verdikleri demeçlerde anayasa
değişikliğini onaylamadıklarını belirttiler zaten.
Geçtiğimiz günlerde Durban’dan Güney
Afrikalı Yazar Daniel Sincuba’nın bir çıkışı oldu. İsyan mahiyetindeki çıkış
özetle Afrika’da bağımsızlık sonrası mevcut siyasi ve ekonomik yapı içinde olumlu
bir değişiklik yapma ihtimalinin bulunmadığını vurguluyordu. O yüzden iyi veya
kötü liderlere sahip olmanın bir öneminin olmadığını, mevcut durumun her
durumda azınlık bir gruba hizmet ettiğini vurguluyordu. Sincuba sitem dolu
yazısında mevcut liderleri “Beyaz sistemin Siyah yüzleri” olarak tanımlıyordu.
Sonuç olarak gayri-resmi politika yapımını öneren yazar kısaca Kaos Düzeni’ne
çağrı yapıyordu. Her ne kadar bazı değerlendirmeler Güney Afrika özelinde olsa
da Afrika genelinde de durum pek farklı değil.
Afrika’da muhalif sesler uzun
zamandır bastırılıyor. Kamerun devlet başkanı 39 yıldır, Angola ve Ekvator
Ginesi devlet başkanları 35’şer yıldır, Zimbabve devlet başkanı 34 yıldır,
Uganda devlet başkanı 28 yıldır, Sudan devlet başkanı 25, Eritre ve Çad devlet
başkanları 23’er yıldır iktidardalar. 2010 verilerine göre Sahra-altı Afrika’da
414 milyon insan aşırı yoksulluk içinde yaşıyor. Ne demek aşırı yoksulluk?
Günlük geliri 1.25 doların altında olan kişiler. Bu bölge nüfusunun %48,5’i
demek aynı zamanda. 250 milyondan fazla insanın temiz suya erişimi bulunmuyor.
Gene Sahra-altı Afrika’da 589 milyon insan elektrikten yoksun bir hayat
sürüyor. Dünyanın en fakir ülkelerinin %75’i Afrikalı. Nüfusu 1 milyarı geçen
kıtada nüfusun yarısı 18 yaş altı gençlerden oluşuyor. İşsizlik ve gelecek
endişesi en büyük problem. Afrika’nın geleneksel aile sisteminin yakın aile
ilişkileri işsizlik baskısını hafifletse de hızlı şehirleşme birey-aile
bağlarını zayıflatıcı etkiye sahip. Bu tablo bile başlı başına gençlerin neden
sokağı tercih ettiğini açıklamaya yetiyor. Gençler sokaklarda telefon kartı,
kontör, su, sigara vs. satarak hayata tutunuyor.
Eğer Burkina Faso’da yaşanan
gelişmelere bu minvalde bakacak olursak çok da farklı olmayan bir tablo
göreceğiz. 27 yıllık bir iktidar ve gelişmiş bir grup elit dışında büyük yoksul
kitleler. Halk bu elim tabloyu değiştirmek için çırpınıyor, sokağa dökülüyor
ama iktidarı değiştirmek sorunu çözmeyecek. Henüz asıl aktörler son sözü
söylemediler. Amerika ve bu bölgedeki etkili güç Fransa krizi yönetmek için
geldiklerinde değişen fazla bir şey olmayacak. Blaise Compaore’nin yerine belki
daha genç bir versiyonu iktidara geçecek ama halkın yoksulluğu devam edecek.
Halkın pastadan aldığı pay (daha doğrusu bazı kabilelerin) biraz daha artacak
sadece. Bu güçler açısından önemli olan kendi bölgesel çıkarları. Daha yakın
zamanda Mali ve Orta Afrika’da olanları unutmamak lazım!
Burkina Faso özelinde sorulması
gereken soru: “Compaore mi Sankara mı daha iyiydi?” ya da “Kim kimin adamı?”
türünden sorular değil. Asıl soru: Nüfusun %60’ını oluşturan Müslümanların
siyaset içinde neden olmadığıdır. Müslümanların siyaset içinde etkili olması
halinde ne Marksist Sankara ne de Katolik Compaore gibi azınlık iktidarını
temsil eden adamların esamesi bile okunmazdı. Bu durum oluşmasındaki ana faktör
ise eğitim sistemi.
Sömürgecilik döneminde
kendilerini sekülerleşme ve Hıristiyan eğitim kurumlarından uzak tutan Müslüman
çoğunluk maalesef en eğitimsiz kitle. Siyasi alanda hiçbir etkinliği yok bu
kitlenin. Bir lider çıkartma potansiyeli de yok. Ülkede eğitim sistemi ikili
bir yapıya sahip: Franko-Arap model ve Fransız modeli. Franko-Arap modeli
İslami ilimlere ağırlık vermekte, bu sistemde yetişen çocuklar matematik ve fen
ilimlerinde zayıf olduklarından üniversite sınavlarında başarı oranları çok düşük.
Müslümanlar kimliklerini korumak adına Hıristiyanlar tarafından yönetilmeyi
yeğlemişler. Müslüman ailelerin çocukları Franko-Arap modelde eğitim veren dini
okullara devam ettiklerinden üniversite okuma, devlet içinde üst düzey
görevlere gelme ihtimalleri çok düşük kalmış. Mevcut iktidarlarda bu sistemin
devamını desteklemekte beis görmemiş. Fransız modeli ise Fransa’daki eğitim
modelinin bir kopyası. Bu modelde eğitim tamamen Fransızca ve seküler.
Kiliseler hala eğitim sisteminin ana omurgasını oluşturmaya devam ediyor. Devletin
yönetim kadrosu bu okullar yoluyla şekilleniyor.
Afrika’nın herhangi bir ülkesinde
çıkacak isyan dalgasının domino etkisiyle tüm kıtaya hızla yayılmasından
korkuluyor. Kimsenin kontrol edemeyeceği kaotik bir ortam oluşması halinde bazı
silahlı örgütlerin ve hareketlerin durumdan faydalanması mümkün. Afrika’nın
yoksul halklarının kaybedeceği zaten bir şey yok. Günlük 1.25 dolarlık gelirden
mahrum kalmak ile kalmamak arasında bir seçim bu. Sudan ve Uganda’nın önünde de
benzer bir siyasi atmosferin olduğunu vurgulamak da fayda var. Halkın başıboş
şekilde sokağa dökülmesi çok da bir şey ifade etmiyor. Sokağa dökülen halkın
istediği lideri de çıkartması lazım. Aksi halde büyük güçlerin kendilerine laik
gördüğü yöneticileri kabullenmek zorunda kalacaklar. Bildikleri bir diktatörden
kaçıp bilmedikleri bir diktatörün kucağına atlamış olacaklar. Sadece geliş
yöntemi atama ya da darbe değil de seçim olacak.
Burkina halkın iki günde tarih
yazdığı konusunda hem fikiriz. Halk zafer sarhoşu. Yönetim düştü. Burkina
Faso’da yönetim orduya geçmiş durumda. Devrik başkanın sadık adamlarından General
Honore Traore başkanlık görevini aldığını açıkladı. Hemen peşinden başka bir
ordu mensubu General Issaac Zida da görevi devraldığını açıkladı. Kısacası ordu
içinden iki grup iktidarı ele geçirmeye çalışıyor. Yeni iktidar ülkeyi seçime
hazırlayacak. Bu süreç asıl belirleyici dönem. Bölgedeki hakim güçler bu süreci
etkileyerek, manipüle ederek, yöneterek istedikleri adaya iktidarın yolunu
açmaya çalışacaklar. ABD-Fransız ittifakı belirleyici olmaya taşları yeniden
dizmeye başlayacak. Umarız Burkina halkı başkalarının gösterdiği değil de
gerçekten istedikleri lideri iktidara taşımaya muktedir olur.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)