SOMALİ’NİN GELECEĞİ VE 2015 HEDEFLERİ
Serhat ORAKÇI
İstanbul II.Somali Konferansına ev sahipliği yapmaya hazırlanıyor.
Somali’nin geleceğinin tartışılacağı konferansa 55 ülkeden üst düzey katılım
beklenirken sivil toplum kuruluşları da konferansın ilk günü bir araya gelecek.
Ay sonu başlayacak etkinlikte enerji, su, yollar gibi altyapıyı ilgilendiren
konular görüşülüp 2015 için yol haritası çıkartılacak.
Özellikle Amerika bu bölgede global terörle mücadele söylemiyle hareket
ederken Cibuti’deki askeri üstünden, Uganda’ya yolladığı özel birliklerden
yararlanmakta. Parasal yönden destek verdiği Etiyopya ve Kenya askerleri Somali
içinde askeri operasyonlar yürütmekte. 1993 yılında bölgeye “Umut Operasyonu”
kapsamında kanalize ettiği birliklerin uğradığı kayıplar ve Bakara pazarda
düşen iki Black Hawk helikopter Amerikan halkının hafızasında tazeliğini
korumakta. Aradan geçen süreçte Amerika askerlerini Somali’den çekerken
operasyonlarını çevre ülkeler üzerinden noktasal hedefler seçerek sürdürmeye
devam etmekte. En son rehin alınan iki yardım çalışanın kurtarılmasında benzer
bir operasyon gerçekleştiren Amerika insansız hava araçlarını da zaman zaman
kullanmakta.
Somali’de önemli bir aktör olması beklenen Birleşmiş Milletler ise Somali
sahnesinde oldukça etkisiz. Mogadişu’da göstermelik bir ofisi bulunan BM’nin
asıl yapılanması Kenya’da. Somali adına aktarılan fonlar Kenya’ya giderken
durumun farkında olan Somali halkı bu duruma çok kızgın. Yirmi yılda Somali’nin
hakkı olan 20 milyar doların Kenya’ya gitmesinden şikayetçiler ve durumu
“Nairobi Mafyası” olarak nitelendiriyorlar.
BM destekli Somali’deki geçici hükümet ise etkisiz ve boğazına kadar
yolsuzluğa batmış durumda. Gelir elde etmek için Sivil Toplum Kuruluşlarını
dahi hık boğaz etmeyi caiz sayan bu yapı Somali’nin gelişmesinin ve istikrara
kavuşmasının önündeki en büyük engel. Ülkeye giden yardımları dışarı
çıkartmadan sadece Mogadişu’da tutmaya çalışan ve kendi iktidar çevresini bu
yardımlar ile beslemeye çalışan zihniyet Kenya ve Etiyopya’nın da ülkeye
girerek askeri operasyon yapmasında bir beis görmüyor.
Somali’nin son yıllarına damgasını vuran El Şebab örgütü ise son aylarda ardı
ardına verdiği kayıplar ile önemli bazı şehirlerin kontrolünü kaybetti. “Global
Cihat” söylemiyle direnen örgüt son olarak Mogadişu’ya ulaşımda stratejik bir
noktadaki Afgoye’den çekilerek şehri Afrika Birliği askerlerine bıraktı. El
Kaide bağlantısını resmen ilan eden El Şebab önemli kayıplarına rağmen hala
Somali’nin genelindeki etkisini ve kontrolünü sürdürmekte. Mogadişu’ya bombalı
saldırılar düzenleyen örgüt bu saldırılarıyla özellikle geçici hükümetin üst
düzey liderlerini hedef almakta.
El Şebab kadar etkili olmasalar da ülke içinde silaha ve kana bulaşmış pek
çok yerel çete mevcut. Somali’nin orta ve kuzey kesimlerinde etkisini hissettiren
Ehli Sünnet Vel-Cemaat yapısı da Geçici Hükümet ile işbirliği yaparak Selefi El
Şebab örgütüne karşı silahlı mücadele vermekte.
Kendine has gündemi olan bütün bu blokların (Afrika Birliği, ABD, BM, Kenya,
Etiyopya, Geçici Hükümet, El Şebab, Çeteler) çekişmeleri arasında ezilen Somali
halkı ise siyasi istikrarsızlığın asıl mağduru. Ülkede eğitim, sağlık ve hukuk
sistemi işlemez halde iken yaşam mücadelesi veren halk oldukça çaresiz. Çatışma
yaşanan bölgelerden kaçanlar başta Mogadişu olmak üzere ulaşabildikleri mülteci
kamplarına sığınmakta. Böyle bir kaos ortamında ise halkın gelecek tasavvuru
ise yaşadığı gün ile sınırlı kalmakta. Ölmeden, kendini ve çocuklarının karnını
doyurarak geçirilen bir gün insanların yüzünün gülmesi için yetip de artmakta.
Geçtiğimiz yıl yaz aylarında büyük bir kuraklığın pençesine düşen Somali’nin
son bir yılına bakıldığında Türkiye’nin bu coğrafyada önemli bir aktör olarak
belirdiği görülüyor. Uluslararası toplantılar ve akademik yayınlarda Türkiye’ye
sıkça atıf yapılırken Afrika’nın geleneksel aktörleri Batılı devletler
Türkiye’nin bölgede neler yapabileceğini anlamaya çalışıyor. Türkiye’nin
yaptığı yardımların devamlı olup olmayacağını ve Türkiye’nin nerede tıkanacağı
analiz ediliyor. Bazı kesimler tarafından askeri müdahale ihtimali durumunda
Türkiye’nin nasıl bir tavır alacağı dahi masaya yatırılmakta.
Türkiye yaptığı çalışmalarla Somali’nin genelinde halkın sevgisini
kazanmayı başardı. Türkiye komşularına güvenemeyen Somali’nin neredeyse tek
güvendiği ülke haline geldi. Bu yüzden II. Somali Konferansının İstanbul’da
yapılacak olması büyük önem arz ediyor. Hem Türkiye’den hem de konferanstan
beklenti büyük.
20 yıl boyunca iş savaşa terk edilen Somali’ye Başbakan Tayyip Erdoğan’ın kalabalık bir heyetle gitmesi ve BM Genel Kurulunda Somali’yi güdeme getirmesi ülke için önemli bir dönüm noktası oldu. Erdoğan’ın gidilmez denen yere gitmesi zihinlerdeki Somali algısını değiştirirken İslam dünyasının da harekete geçmesine vesile oldu. Erdoğan’ın posterleri Mogadişu’nun harabeye dönmüş sokaklarında hala dururken Türk Hava Yolları oldukça cesur bir adım atarak Mogadişu seferlerine başladı. Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ sık sık Somali’yi ziyaret ederken devletin ilgili diğer kuruluşları da çeşitli çalışmalar yürüttüler.
Somali’deki değişimin ve hissedilir Türk etkisinin asıl lokomotifi ise
Sivil Toplum Kuruluşları ve onların yerel partner kuruluşları oldu hiç
şüphesiz. Toz, güneş ve patlayan bombalara rağmen canını riske atarak çalışan
STK’lar Somali halkına hizmet götürmek ve yaşanan insani dramın yaralarını
sarmak için seferber oldular. Bu yüzden Somali Konferansında konuşmayı en çok hak
edenler de onlar olacak.
Sivil Toplum Kuruluşları yaptıkları hizmetlerin yanında önemli bir rol daha
oynadılar bu süreçte. Türkiye’nin devlet olarak BM destekli Somali’deki geçici
hükümete destek vermesi ülkenin genelinde hala etkisini sürdüren El Şebab
örgütünün tepkisini çekerken STK’lar bu tepkiyi dengeleyici bir konumda
oldular. El Şebab kontrol ettiği bölgelere güven siyaseti çerçevesinde yabancı
unsurları sokmazken Türk STK’larına daha ayrıcalıklı davrandı. Türk STK’lar
çalıştıkları yerel partneler aracılığıyla El Şebab kontrolündeki bölgelere
yardım ulaştırdılar. Bu durum Türk STK’ların bölgedeki prestijini arttırırken
El Şebab örgütünün Türkiye’ye karşı tavrının yumuşamasında rol oynadı. Bu
sayede Türkiye yaptığı çalışmaları yürütürken Türkiye’den oraya giden yardım
çalışanları Mogadişu sokaklarında rahatlıkla dolaşabildiler. Daha düne kadar
devletimiz tarafından önemsenmeyen ancak Batı literatüründe “soft power” olarak
nitelenen STK çalışmalarının nasıl bir etkiye sahip olduğu görüldü.
Türkiye’nin Somali’deki uğraşıları sadece Somali için önem arz etmemekte.
Bu coğrafyada elde edilecek kazanımlar ve tecrübe Türkiye’nin Afrika Açılım
siyasetini de şekillendirecek. 2005 yılından beri yürütülen bu açılım sürecinde
Türkiye en ciddi sınavını vermekte. Türkiye’nin bu süreci başarı ile geçmesi
halinde Afrika ülkelerinin Türkiye’ye duyduğu güven ve saygı ivme kazanacak.
Değişik problem noktalarında Türkiye’nin alacağı insiyatif değerli hale
gelecek. Aksi durumda ise Türkiye’ye karşı negatif bir etki hasıl olacaktır.
Somali konusunu ele alan akademisyenlerin ve entelektüellerin en önemli
eleştirisi bu tür toplantılara Somali’deki felaketin mimarı olan isimlerin
tekrar tekrar çağrılması ve bu konuda yeni yaklaşımlar getirebileceklerin bu
tür ortamlardan uzak tutulması. Bu yerinde eleştiriye hak vermemek elbette
mümkün değil. I. Londra Konferansında yaşanan bu durum toplantı sonrası ortaya
koyulan deklarasyona da yansımış ve beklentileri karşılamamıştı. Batılı ülkeler
konuyu güvenlik, terörle mücadele gibi konulara hapsederken; Somali’deki
geleneksel aktörler varlıklarını sürdürmenin zeminini tesis ettiler. II. Konferansın
İstanbul’da yapılacak olması bu açıdan kilit bir role sahip. Türkiye devlet
olarak, Somali üzerinde hissedilen etkisini toplantıya da yansıtabilirse etkili
kararlar alınabilir aksi takdirde Somali’nin geleneksel aktörleri toplantı
gündemini kendi gündemleri doğrultusunda istedikleri yöne çekecektir.