Çarşamba, Mayıs 30, 2012


SOMALİ’NİN GELECEĞİ VE 2015 HEDEFLERİ
Dünya Bülteni, Mayıs 2012
Serhat ORAKÇI

İstanbul II.Somali Konferansına ev sahipliği yapmaya hazırlanıyor. Somali’nin geleceğinin tartışılacağı konferansa 55 ülkeden üst düzey katılım beklenirken sivil toplum kuruluşları da konferansın ilk günü bir araya gelecek. Ay sonu başlayacak etkinlikte enerji, su, yollar gibi altyapıyı ilgilendiren konular görüşülüp 2015 için yol haritası çıkartılacak.

Özellikle Amerika bu bölgede global terörle mücadele söylemiyle hareket ederken Cibuti’deki askeri üstünden, Uganda’ya yolladığı özel birliklerden yararlanmakta. Parasal yönden destek verdiği Etiyopya ve Kenya askerleri Somali içinde askeri operasyonlar yürütmekte. 1993 yılında bölgeye “Umut Operasyonu” kapsamında kanalize ettiği birliklerin uğradığı kayıplar ve Bakara pazarda düşen iki Black Hawk helikopter Amerikan halkının hafızasında tazeliğini korumakta. Aradan geçen süreçte Amerika askerlerini Somali’den çekerken operasyonlarını çevre ülkeler üzerinden noktasal hedefler seçerek sürdürmeye devam etmekte. En son rehin alınan iki yardım çalışanın kurtarılmasında benzer bir operasyon gerçekleştiren Amerika insansız hava araçlarını da zaman zaman kullanmakta.

Somali’de önemli bir aktör olması beklenen Birleşmiş Milletler ise Somali sahnesinde oldukça etkisiz. Mogadişu’da göstermelik bir ofisi bulunan BM’nin asıl yapılanması Kenya’da. Somali adına aktarılan fonlar Kenya’ya giderken durumun farkında olan Somali halkı bu duruma çok kızgın. Yirmi yılda Somali’nin hakkı olan 20 milyar doların Kenya’ya gitmesinden şikayetçiler ve durumu “Nairobi Mafyası” olarak nitelendiriyorlar. 

BM destekli Somali’deki geçici hükümet ise etkisiz ve boğazına kadar yolsuzluğa batmış durumda. Gelir elde etmek için Sivil Toplum Kuruluşlarını dahi hık boğaz etmeyi caiz sayan bu yapı Somali’nin gelişmesinin ve istikrara kavuşmasının önündeki en büyük engel. Ülkeye giden yardımları dışarı çıkartmadan sadece Mogadişu’da tutmaya çalışan ve kendi iktidar çevresini bu yardımlar ile beslemeye çalışan zihniyet Kenya ve Etiyopya’nın da ülkeye girerek askeri operasyon yapmasında bir beis görmüyor.

Somali’nin son yıllarına damgasını vuran El Şebab örgütü ise son aylarda ardı ardına verdiği kayıplar ile önemli bazı şehirlerin kontrolünü kaybetti. “Global Cihat” söylemiyle direnen örgüt son olarak Mogadişu’ya ulaşımda stratejik bir noktadaki Afgoye’den çekilerek şehri Afrika Birliği askerlerine bıraktı. El Kaide bağlantısını resmen ilan eden El Şebab önemli kayıplarına rağmen hala Somali’nin genelindeki etkisini ve kontrolünü sürdürmekte. Mogadişu’ya bombalı saldırılar düzenleyen örgüt bu saldırılarıyla özellikle geçici hükümetin üst düzey liderlerini hedef almakta.

El Şebab kadar etkili olmasalar da ülke içinde silaha ve kana bulaşmış pek çok yerel çete mevcut. Somali’nin orta ve kuzey kesimlerinde etkisini hissettiren Ehli Sünnet Vel-Cemaat yapısı da Geçici Hükümet ile işbirliği yaparak Selefi El Şebab örgütüne karşı silahlı mücadele vermekte.   

Kendine has gündemi olan bütün bu blokların (Afrika Birliği, ABD, BM, Kenya, Etiyopya, Geçici Hükümet, El Şebab, Çeteler) çekişmeleri arasında ezilen Somali halkı ise siyasi istikrarsızlığın asıl mağduru. Ülkede eğitim, sağlık ve hukuk sistemi işlemez halde iken yaşam mücadelesi veren halk oldukça çaresiz. Çatışma yaşanan bölgelerden kaçanlar başta Mogadişu olmak üzere ulaşabildikleri mülteci kamplarına sığınmakta. Böyle bir kaos ortamında ise halkın gelecek tasavvuru ise yaşadığı gün ile sınırlı kalmakta. Ölmeden, kendini ve çocuklarının karnını doyurarak geçirilen bir gün insanların yüzünün gülmesi için yetip de artmakta.   

Geçtiğimiz yıl yaz aylarında büyük bir kuraklığın pençesine düşen Somali’nin son bir yılına bakıldığında Türkiye’nin bu coğrafyada önemli bir aktör olarak belirdiği görülüyor. Uluslararası toplantılar ve akademik yayınlarda Türkiye’ye sıkça atıf yapılırken Afrika’nın geleneksel aktörleri Batılı devletler Türkiye’nin bölgede neler yapabileceğini anlamaya çalışıyor. Türkiye’nin yaptığı yardımların devamlı olup olmayacağını ve Türkiye’nin nerede tıkanacağı analiz ediliyor. Bazı kesimler tarafından askeri müdahale ihtimali durumunda Türkiye’nin nasıl bir tavır alacağı dahi masaya yatırılmakta.

Türkiye yaptığı çalışmalarla Somali’nin genelinde halkın sevgisini kazanmayı başardı. Türkiye komşularına güvenemeyen Somali’nin neredeyse tek güvendiği ülke haline geldi. Bu yüzden II. Somali Konferansının İstanbul’da yapılacak olması büyük önem arz ediyor. Hem Türkiye’den hem de konferanstan beklenti büyük.

20 yıl boyunca iş savaşa terk edilen Somali’ye Başbakan Tayyip Erdoğan’ın kalabalık bir heyetle gitmesi ve BM Genel Kurulunda Somali’yi güdeme getirmesi ülke için önemli bir dönüm noktası oldu. Erdoğan’ın gidilmez denen yere gitmesi zihinlerdeki Somali algısını değiştirirken İslam dünyasının da harekete geçmesine vesile oldu. Erdoğan’ın posterleri Mogadişu’nun harabeye dönmüş sokaklarında hala dururken Türk Hava Yolları oldukça cesur bir adım atarak Mogadişu seferlerine başladı. Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ sık sık Somali’yi ziyaret ederken devletin ilgili diğer kuruluşları da çeşitli çalışmalar yürüttüler.

Somali’deki değişimin ve hissedilir Türk etkisinin asıl lokomotifi ise Sivil Toplum Kuruluşları ve onların yerel partner kuruluşları oldu hiç şüphesiz. Toz, güneş ve patlayan bombalara rağmen canını riske atarak çalışan STK’lar Somali halkına hizmet götürmek ve yaşanan insani dramın yaralarını sarmak için seferber oldular. Bu yüzden Somali Konferansında konuşmayı en çok hak edenler de onlar olacak.

Sivil Toplum Kuruluşları yaptıkları hizmetlerin yanında önemli bir rol daha oynadılar bu süreçte. Türkiye’nin devlet olarak BM destekli Somali’deki geçici hükümete destek vermesi ülkenin genelinde hala etkisini sürdüren El Şebab örgütünün tepkisini çekerken STK’lar bu tepkiyi dengeleyici bir konumda oldular. El Şebab kontrol ettiği bölgelere güven siyaseti çerçevesinde yabancı unsurları sokmazken Türk STK’larına daha ayrıcalıklı davrandı. Türk STK’lar çalıştıkları yerel partneler aracılığıyla El Şebab kontrolündeki bölgelere yardım ulaştırdılar. Bu durum Türk STK’ların bölgedeki prestijini arttırırken El Şebab örgütünün Türkiye’ye karşı tavrının yumuşamasında rol oynadı. Bu sayede Türkiye yaptığı çalışmaları yürütürken Türkiye’den oraya giden yardım çalışanları Mogadişu sokaklarında rahatlıkla dolaşabildiler. Daha düne kadar devletimiz tarafından önemsenmeyen ancak Batı literatüründe “soft power” olarak nitelenen STK çalışmalarının nasıl bir etkiye sahip olduğu görüldü.

Türkiye’nin Somali’deki uğraşıları sadece Somali için önem arz etmemekte. Bu coğrafyada elde edilecek kazanımlar ve tecrübe Türkiye’nin Afrika Açılım siyasetini de şekillendirecek. 2005 yılından beri yürütülen bu açılım sürecinde Türkiye en ciddi sınavını vermekte. Türkiye’nin bu süreci başarı ile geçmesi halinde Afrika ülkelerinin Türkiye’ye duyduğu güven ve saygı ivme kazanacak. Değişik problem noktalarında Türkiye’nin alacağı insiyatif değerli hale gelecek. Aksi durumda ise Türkiye’ye karşı negatif bir etki hasıl olacaktır.

Somali konusunu ele alan akademisyenlerin ve entelektüellerin en önemli eleştirisi bu tür toplantılara Somali’deki felaketin mimarı olan isimlerin tekrar tekrar çağrılması ve bu konuda yeni yaklaşımlar getirebileceklerin bu tür ortamlardan uzak tutulması. Bu yerinde eleştiriye hak vermemek elbette mümkün değil. I. Londra Konferansında yaşanan bu durum toplantı sonrası ortaya koyulan deklarasyona da yansımış ve beklentileri karşılamamıştı. Batılı ülkeler konuyu güvenlik, terörle mücadele gibi konulara hapsederken; Somali’deki geleneksel aktörler varlıklarını sürdürmenin zeminini tesis ettiler. II. Konferansın İstanbul’da yapılacak olması bu açıdan kilit bir role sahip. Türkiye devlet olarak, Somali üzerinde hissedilen etkisini toplantıya da yansıtabilirse etkili kararlar alınabilir aksi takdirde Somali’nin geleneksel aktörleri toplantı gündemini kendi gündemleri doğrultusunda istedikleri yöne çekecektir.  

Cumartesi, Mayıs 26, 2012


http://store.tika.gov.tr/yayinlar/akademik-arastirmalar/avrasya-etudleri/2012/etud40.pdf

Afrika’da Küresel Rekabet ve Türkiye


Özet

Son yıllarda küresel güçler arasındaki denge Afrika kıtasında değişmeye başladı. 
Avrupalı güçlerin sömürgecilik vasıtasıyla, ABD’nin ise Soğuk Savaş yıllarında 
kıta üzerinde oluşturduğu nüfuz erozyona uğrarken yeni küresel güç Çin etki 
alanını gün geçtikçe daha da arttırıyor. Doğal kaynak zengini Afrika’da yaşanan 
küresel rekabette ABD ve AB ülkeleri kan kaybederken 100 milyar doları aşan 
ticaret hacmiyle Çin kıtadaki yeni hegemonik güç olmaya başladı. Çin’in ve 
gelişmekte olan ekonomilerin Afrika’ya ilgisinin arttığı son dönemde, bölgesel 
güç haline gelen Türkiye’nin de Afrika’ya ilgisi giderek artmaktadır. Afrika 
ülkeleriyle 20 milyar dolara yaklaşan ticaret hacmi ile Türkiye, gelişmekte olan 
ekonomiler arasında Çin, Hindistan, Güney Kore ve Brezilya’dan sonra Afrika’nın 
en büyük beşinci ticaret partneri haline gelmiştir. Son yıllarda Türkiye-Afrika 
ticaret hacmindeki rakamsal iyileşmelere rağmen Çin, ABD ve AB’nin etkin 
olduğu Sahra-altı kuşağında Türkiye’nin ticari ilişkilerinin oldukça sınırlı kaldığı 
görülmektedir. 2001–2010 arası dönemde hızla büyüyen Sahra-altı Afrika’nın 
2011–2015 döneminde de bu hızlı büyümesini sürdürmesi beklenmektedir. 
Türkiye bu yüzden Afrika politikalarını tekrar gözden geçirmek zorundadır.     
  
Anahtar kelimeler: Afrika, küresel rekabet, Afrika-Türkiye ekonomik ilişkileri.


Global Competitiveness in Africa, and Turkey


Abstract

In recent period, balance between global powers in Africa tends to change. 
Hegemony over the continent established by USA during the Cold Way years 
and EU countries in the colonization period has been eradicating. Western powers 
have been losing control over the natural resources-rich continent Africa against 
new economic giant China reached over 100 billion dollars of trade recently. In 
this new phase, while interest of developing countries is growing towards Africa 
as a regional power Turkey is also establishing new economic ties within Africa. 
With close to 20 billion dollars foreign trade, Turkey is the fifth most trading 
partner in Africa after China, India, South Korea and Brazil. However, despite 
the growing trade figures, Turkey still has very limited trade relation with Sub-Saharan 
Africa countries where China, USA and EU countries are major players. 
When it is considered that Sub-Saharan Africa economies performed tremendous 
growth rates between 2001-2010, and this will continue between 2011-2015, 
Turkey should revise its Africa policy towards the region. 

Keywords: Africa, global competition, Africa-Turkey trade relations.


http://store.tika.gov.tr/yayinlar/akademik-arastirmalar/avrasya-etudleri/2012/etud40.pdf


Avrasya Etüdleri Dergisi Afrika Özel Sayısı Çıktı




Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı (TİKA) tarafından yılda iki kez yayımlanan Avrasya Etüdleri dergisinin 40. sayısı, Afrika Özel Sayısı olarak hazırlandı ve okuyucusuyla buluştu. 

Bu sayıda Türkiye’nin Afrika politikaları, kalkınma hamlelerinde Afrika’nın yeniden dönüşümü ve bölgedeki küresel rekabet ele alınıyor. Ayrıca bölgesel çatışmalar, ekonomik yapılar, tarih ve edebiyat alanları da dahil, ikisi İngilizce, biri Fransızca olmak üzere toplam 14 makale yer alıyor. Dergide 2011 yılı Mayıs ayında İstanbul’da gerçekleştirilen En Ez Gelişmiş Ülkeler Konferansına ev sahipliği yapan ülkemizde, o tarihten sonra sık sık gündeme gelen Afrika’nın bilinmeyen yönleri akademik çalışmalar ışığında anlatılıyor.



http://store.tika.gov.tr/yayinlar/akademik-arastirmalar/avrasya-etudleri/2012/etud40.pdf 

Yazarlar ve Makaleleri
Ahmet KAVAS
İç Savaşlardan Bütünleşme Hareketlerine ve Kalkınma Hamlelerine Afrika’nın Yeniden Dönüşümü 

The Retransformation of Africa from Civil Wars to Moves for Integration and Development

Muhammet Savaş KAFKASYALI
Tunus ve Mısır Halk Hareketlerinin Uluslararası Sistem Açısından Aksiyomatik Analizi 

Axiomatic Analysis of The Social Movements in Tunisia and Egypt in the Light of International System

Serhat ORAKÇI

Afrika’da Küresel Rekabet ve Türkiye 

Global Competitiveness in Africa, and Turkey

Enver ARPASudan ve Darfur Sorunu 

Sudan and Darfur Crisis

Hasan ÖZTÜRK
Darfur’da Yaşanan İç Savaşı Anlamak 

Understanding Civil War in Darfur

Dilek DEMİRBAŞ • Alphonse KABANANIYERegional Integration, Economic Growth and Convergence in Sup-Saharan Africa: A Case Study of the East Africa Community 

Sahra Altı Afrika’da Bölgesel Entegrasyon, Ekonomik Büyüme ve Yakınsama Kriteri: Doğu Afrika Birliği Üzerine Bir Vaka Çalışması

İrfan KALAYCIAfrika’nın Melez Yüzü, ‘MENA’: Makro İktisadi Göstergelere Göre ‘Manası’ 

Hybrid Face of the Africa, ‘MENA’: ‘It’s Sense’ in Respect of Macro Economic Indexes


İhsan ÇOMAKTürkiye’nin Afrika Politikası ve Sağlık Sektöründe Çalışan Türk STK’ların TİKA’nın Desteğinde Afrika’da Yürüttüğü Faaliyetlerin Bu Politikaya Etkisi 

Turkey’s Foreign Policy to Africa and the Effect of Projects Which Were Implemented by Turkish NGOs Working on Health
Sector in Support of TIKA, to This Policy

Aïssatou DIALLOUne Nouvelle Puissance Émergente en Afrique Face à la Chine: l’Inde 

Afrika’da Çine Karşı Yükselen Yeni Bir Güç: Hindistan

A New Raising Power Against China in Africa: India

Abdalla Uba ADAMUDeveloping Institutional Cooperation Strategies: The Rhetoric and Reality of Academic Linkages with Nigerian Higher Education 

Kurumsal İşbirliği Stratejileri Geliştirme: Nijerya Yükseköğretiminin Akademik Bağlantılarının Retoriği ve Gerçekliği

Muhammed TANDOĞANKızıldeniz’in Stratejik Dehlek Adaları ve Osmanlı İdaresindeki Konumu

Strategically Dahlak Archipelago of the Red Sea and Its Status Under the Ottoman Rule

Selim Hilmi ÖZKAN
XVIII. Yüzyılın Başlarında Kuzey Afrika 

North Africa at the Beginning of the Seventeenth Century

Halim ÖZNURHAN
Yirminci Yüzyılın İlk Yarısında Fas (Mağrip) Şiiri 

The First Half of the Twentieth Century Morocco (Maghreb) Poetry

Metin PARILDI
İşgal Dönemi Tunus Şiirinde Avangard Bir Romantik: Ebu’l-Kâsım eş-Şâbbî 

An Avant-Garde Romantic of Tunisian Poetry in Occupation Period: Abû al-Qâsim al-Shâbbî

MORİTANYA NOTLARI
Dünya Bülteni, Mayıs 2012
Serhat ORAKÇI

Moritanya 1,2 milyon kilometre karelik geniş yüzölçümüne rağmen sadece 3,5 milyon insana ev sahipliği yapmakta. Ülkenin kuzey doğusu çöllerle kaplı olduğu için bu bölgelerde yerleşim bulunmamakta. Atlas Okyanusunun kıyısında kalan başkent Novakşot ise yoğun bir şehir. Tarımsal üretimin çok az yapıldığı ülkede temel geçim kaynağı balıkçılık, hayvancılık ve değerli madenlerden oluşmakta.

Atlas okyanusu kenarında uzun sahile sahip ülke geniş balıkçılık potansiyeline sahip. Modern balıkçılığın yapılmazken insanlar ilkel kayıklar ile avlanmakta ve Japonya en büyük balık alıcısı. Az nüfusuna rağmen 20 milyon büyük baş hayvana sahip ülkede et en temel gıda maddesi olarak karşımıza çıkıyor. Bu büyük potansiyele rağmen ne yazık ki paket sütler Almanya’dan ithal gelmekte. Ülke aynı zamanda geniş altın rezervlerine sahip. 15 yıldır bu ülkeye yatırım yapan Kanadalı bir şirket ise altını çıkartıp işlemekte. Kurduğu 10 bin nüfuslu altın şehrinde her milletten insana rastlamak mümkün. Moritanya aynı zamanda dünyanın en büyük demir madeni üreticisi.

Moritanyalılar genel itibariyle sakin ve dindar insanlar. Batı Afrika’daki eski ilmi gelenekleri çöl medreselerinde devam ettiriyorlar. Bu medreselerde ezbere dayalı dini eğitim verilmekte. Bu eğitimin bir sonucu olarak normal hafızların yanında bir de hadis hafızları var.

Mavi Marmara gemisinde yapılan katliam sonrasında İsrail ile diplomatik ilişkilerini bitiren Moritanya ülkedeki İsraillileri ülkelerine geri postalamış. Türkiye’nin Moritanya’daki elçiliği ise henüz çok yeni. TİKA’nın eski başkanı Musa Kulaklıkaya buraya atanan ilk büyükelçi. Konuştuğumuz Moritanyalıların memnuniyetle bahsettiği ve bir yıldır görev yapan elçimiz Türkiye-Moritanya ikili ilişkilerinin gelişim açısından büyük bir potansiyele sahip olduğunu düşünüyor. Moritanya’da bazı sektörlerin hızla geliştiğini, ülkenin son yıllarda hızla büyüdüğünü belirten Büyükelçi buraya gelecek işadamlarına bölgesel düşünmelerini tavsiye ediyor. Lojistik gibi sektörlerde yatırım yapacakların Moritanya üzerinden Batı Afrika’daki diğer ülkelere açılım yapabileceklerini belirtiyor.   

Bizim Moritanya’ya gidiş amacımız ise ne altın ne de ticaret. Biz İHH İnsani Yardım Vakfını temsilen ülkede yaşanan kuraklık krizini ve mülteci sorununu yerinde görmek için yola koyulduk. Hedefimizde ise Moritanya’nın Mali sınırı var. Mali‘nin kuzeyinde bağımsızlık ilan eden AZAWAD bölgesinden gelen mültecileri ziyaret ederek mülteci kampında gıda dağıtımı gerçekleştireceğiz. Son aylarda Batı Afrika ile ilgili uluslar arası kamuoyunda gündeme gelen tartışmaları yerinde görme ve inceleme niyetindeyiz.

Sadece Moritanya değil Batı Afrika’daki birçok ülke bugün gıda krizi içinde. Çad’tan başlayarak Moritanya’ya uzanan kuşakta 18,4 milyon insan gıda yetersizliği sorunu ile yüzyüze. Önümüzdeki yaz aylarında ise kuraklık nedeniyle sorunun daha da büyümesi beklenmekte. Bölgede yaşanan aşırı sıcaklar ve yetersiz yağışlar bir gıda krizine dönüşürken Mali’de yaşanan siyasi istikrarsızlık ise bölge ülkelerini mülteci sorunu ile karşı karşıya bırakmış.

22 Mart’ta gerçekleşen askeri darbe sonrası Mali’de artan siyasi istikrarsızlık sebebiyle bölgesel bir mülteci sorunu yaşanmakta. 320 binden fazla insan çevre ülkelere sığınırken bu sayı giderek artmakta. Bu gelişmelerden bağımsız başlayan bölgesel kuraklık ise başta Mali, Moritanya olmak üzere diğer ülkelerdeki gıda güvenliğini de tehdit etmekte. Yetersiz su miktarı ve kuraklık başta hayvanları dolaylı yollardan da insanları ve çevre sağlığını tehdit etmekte. Daha sıcak geçmesi beklenen Mayıs, Haziran, Temmuz ve Ağustos aylarında ise durumun daha da kötüleşmesi bekleniyor.

Moritanya’nın başkenti Novakşot’tan yola çıkarak karayolu ile Mali sınırındaki Bassikunu kasabasına geçtik. İstanbul’dan hareket edişimizin 5. gününde ancak Bassikunu kasabasının 20 km. dışında UNHCR(Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği) kontrolündeki Mberra mülteci kampına ulaşabildik. 48 saat süren zorlu kara yolculuğu boyunca ise 45 askeri kontrol noktasından geçtik. Her kontrol noktasında aynı sorgulamaya maruz kaldık. Meşakketli geçen 1.600 km’lik yol boyunca bölgede yaşanan kuraklık ve su sıkıntısının insanlar, hayvanlar ve bitki örtüsü üzerinde bıraktığı etkiyi görme şansı elde ederken Mberra kampına ulaştığımızda ise Mali’nin AZAWAD bölgesindeki Timbuktu, Gao ve Tidal gibi yerleşim birimlerinden kaçan 62 bin mültecinin durumunu yerinde inceleyerek sıkıntılarını dinleme şansı bulduk.

Yol boyunca toplu hayvan ölümlerinin gerçekleştiği yerleşkelerden geçtik. Bölgede su miktarı oldukça yetersiz ve mevcut suyun kullanımı ise aynı oranda meşakkatli. Mevcut kuyularda ise suyun çıkartılmasının develer ve eşekler yardımıyla yapıldığı, tahtadan makaralı oldukça eski bir sistemin kullanılmakta. Çıkartılan az bir miktar su ise hayvanlar arasında paylaştırılmakta.

Bölgeye en erken dokuzuncu ayda yağmur yağması beklenirken sıcak geçecek Mayıs, Haziran, Temmuz ve Ağustos aylarında tablonun daha da kötüleşeceği ve kuraklık sorunun insanları ve hayvanları daha derinden etkileyeceği, tamamı Müslüman olan bölge insanlarının Ramazan ayında ise oldukça zorlanacağı aşikar.

Yol boyunca geçtiğimiz küçük kasabalarda en dikkat çeken şey ise yol kenarlarındaki açık hava otelleri ve lokantaları idi. Yol kenarlarına sıralanmış minderler ve yastıklardan oluşan bu açık hava otellerinde yolcular mola verip geceleyebiliyor. Duruma göre bazılarında televizyon hizmeti, yemek hizmeti, daha kalın yastık ve döşek gibi ekstra hizmetler de var. Aynı şekilde çadırdan yapılma lokantalar da yol kenarlarında hizmet veriyor. İpe asılı etlerden seçim yapılıp isteğe göre ızgara-tava yaptırılabiliyor.   

Bassikunu kasabası Mali sınırına 60km. uzaklıkta küçük bir yerleşim birimi. Kasabanın 20km. ilerisinde ise Mberra olarak adlandırılan mülteci kampı bulunmakta. UNHCR tarafından oluşturulan kampta Mali’nin kuzeyindeki AZAWAD bölgesinden kaçan 62 civarında mülteci yaşamakta.

Genel itibariyle durumlarından memnun olan mülteciler verilen gıdanın yetmediğinden ve zamanında verilmediğinden şikayet etmekteler. Kampın güvenli olduğunu söyleyen mültecilerin en büyük sorunu ise sıcaklar. Mültecilerin çok büyük çoğunluğu çadırda yaşarken son dönemde gelen mültecilerin ise derme çatma yerlerde yaşamakta. Kamptaki diğer bir sorun ise WC ve Banyo.  Mülteciler kullanım suyunu sadece birkaç merkezden taşıyarak temin edebilmekteler. Olası herhangi bir yangına karşı kamp dışında bir itfaiye aracı bekletilirken çocuklara eğitim vermek üzere oluşturulan üç çadır okul ise boş. Sıcağa bağlı güneş çarpmalarının sık sık yaşandığı kampta bir çadır hastane hizmet vermekte.

Mali’nin bağımsızlık ilan eden AZAWAD bölgesindeki tarihi yerleşim birimi Timbuktu başta olmak üzere Gao, Tidal ve diğer yerleşim birimlerinden gelen farklı etnik yapıdaki mülteciler bir arada yaşamaktalar. Tuareg ve Arap kökenli mültecilerin sayısı oldukça fazla.

Gıda dağıtımlarımız sırasında kampın ileri gelenleri ile yaptığımız görüşmede AZAWAD bölgesinde yaşayan halkın aynı oranda mağdur olduğunu öğrendik. Bölgeye hiç yardım ulaşmadığını oradaki halkın çok mağdur olduğunu söyleyen kamp liderleri Mali hükümetinin yardım koridoru açmayı reddettiği bu yüzden insani yardımın ulaşmadığını bildirdiler. Moritanyalıların kendilerine çok cömert davrandığını ancak kendilerinin de fakir olması sebebiyle ellerinden fazla bir şey gelmediğini söyleyen Malili mülteciler İHH’nın ve Türkiye’nin kendilerine daha fazla yardım göndermesini talep ettiler.

Dönüş yolumuz da gidiş kadar meşakkatli idi. Uçağımıza yetişmek için sık sık kalan vakti hesaplarken gece çölde yol alma gibi bir gaflete düştük. Kumdaki araba izlerini kaybettikten sonra uzun süre çölde dolanarak aynı izleri bulmaya çalıştık. Artık umudumuzu yitirip müsait bir yerde gecelemeyi düşünmeye başlamıştık ki ufukta beliren küçük bir ışığı fark ederek bir kasabaya oradan da tarif üzerine ana yola çıktık. Her şeye rağmen mültecilere ulaşmanın ve onların dertlerini dinlemenin sevinci ve Moritanya’nın sıcak insanları ile tanışmanın mutluluğu içinde yol çabucak geçip gitti.  

Moritanya’dan başlayıp Çad’a uzanan kuşakta yaşanan gelişmeler bizi yakından ilgilendiriyor. Arap Baharı sonrası ekonomik ilişkileri sekteye uğrayan bu ülkeler adeta kırılgan bir hat oluşturuyor. Afrika kıtası içinde karasal ülkelerin ardı ardına sıralandığı bu ülkelerde halkın gelir durumu oldukça hassas. Bu yüzden küçük sarsıntılar büyük etkiler bırakıyor. Devletler ise halklarını bu etkilerden koruyacak güçten yoksun. Bölge halkları her zamankinden daha çok yardıma ihtiyaç duyuyor.  


Bölünme Sonrası Sudan ve Savaş
Dünya Bülteni, Nisan 2012
Serhat ORAKÇI

Sudan resmi olarak bölüneli neredeyse bir yıl oldu. Hatırlanacağı gibi 2010’un Ocak ayında gerçekleşen halkoylaması sonrasında Temmuz ayında ülke resmen ikiye ayrıldı. Geçen bu süre zarfında ise ülkede sular bir türlü durulmadı. İki taraf arasındaki tartışmalı konulara çözüm bulunamazken kuzey-güney gerginliği her geçen gün daha da tırmanarak savaşa halini aldı. Kuzey ve Güney Sudanlar kısır bir savaşın içindeler. Ekonomileri ağır darbe alırken halkları da gün geçtikçe fakirleşiyor.

Bölünme bazı kesimlerinin beklentilerinin aksine ne kuzeye ne de güneye huzur getirmedi. Ülkenin kuzey-güney olarak ikiye ayrılması iki tarafa da ağır fatura yüklerken sınır hattındaki askeri çatışmalarla tansiyon daha da yükseldi. Sonunda ise taraflar arasında petrol merkezli bir savaş başladı. Her iki tarafta da halkın genel ekonomik durumu kötüleşmeye devam ediyor.

Sudan hükümeti kullanımdaki paranın bir bölümünü tedavülden kaldırarak bölünme sonrası bastığı yeni parayı piyasaya sürdü. Gerek iç gerekse küresel finansal krizler yüzünden geçen yılın ocak döneminde kara borsada 3 SDG civarında seyreden dolar bir yıl sonra ise 6 SDG seviyesini geçmiş durumda. İthalat nedeniyle dış ticaret açığı veren ülke, dolardaki muazzam artış nedeniyle durgunluğa sürüklenirken ortalama halkın genel satınalma seviyesi daha da kötü. Geçen yıl dolar bazında 160 dolara rastlayan bir memur maaşı bir yıl sonrasında ise 100 dolara tekabül etmekte. Fiyat seviyelerinin hızla yükseldiği ülkede geliri artmayan halk artık daha da fakir.

Güney Sudan’ın genel ekonomik durumu da pek farklı değil. Ekonomisi yüzde 98 oranında petrol gelirine bağlı ülke petrolü taşıyan boru hattındaki anlaşmazlık yüzünden umut bağladığı petrolü çıkartamaz hale geldi. Başka bir gelir kaynağı olmayan ülke dış yardımlarla (özellikle Amerika’dan gelen) ayakta dururken kendi içinde de kabile savaşlarına sahne oluyor. Çıkardığı petrolü, kuzeyin boru hattından geçirerek uluslararası piyasaya sürmesi beklenirken altyapı kullanımı için Sudan’ın teklif ettiği ücreti ödemeyen Güney Sudan, sonunda petrol üretimini durdurma kararı aldı. Alternatif bir yol bulana kadar petrol gelirinden mahrum kalmayı göze alan Güney Sudan bir anlamda ölüm fermanını imzaladı.  

Amerikan kongresi açıktan Güney Sudan’a silah satışına onay çıkartırken 1993’den beri kuzeye uyguladığı ambargo kararını ise devam ettirme kararını aldı. Obama yönetimi kuzey-güney arasındaki gerilimde safını iyiden iyiye belli etti.

Kuzey-Güney Savaşı

Kuzey-güney arasında birtürlü dinmeyen gerilim Güney Sudan’ın komşusu Sudan’ı Aralık ayından buyana 3.4 milyon varil petrolü bloke etmekle suçlamasıyla daha da tırmandı. Güney Sudan Petrol ve Maden Bakanı Stephen Dhieu Dau, düzenlediği basın toplantısında Güney Sudan petrolünün piyasaya ulaşmasının engellendiğini savunurken, Sudan’ı Güney Sudan’ın hakkı olan petrolü çalmakla suçladı.

Beşir hükümeti ise Güney Sudan’ı kuzey-güney sınırına yakın bölgelerde (Kurdufan Eyaleti ve Mavi Nil Eyaleti) hükümete karşı silahlanan gruplara destek vermek ve ülkenin huzurunu kaçırmakla suçladı. Güney Sudan her ne kadar bu iddiaları reddetse de kuzeydeki varlığını SPLM’in kuzey şubesi üzerinden devam ettirdi.

Sınır çatışmalarının devam ettiği bir ortamda Güney Sudan ordusu ciddi bir hudud ihlali yaparak Sudan’ın petol bölgesi Hiclic’e girdi. Hiç beklenmeyen bu saldırı Sudan halkı üzerinde soğuk duş etkisi yaptı. Ölen askerlerin cenazeleri Hartum’a getirlirken esir alınanlar ise Güneyli askerler eşliğinde Juba’ya götürüldü. Ancak parlamentoda Güney Sudan’ı ‘düşman devlet’ olarak ilan eden Sudan bu işgale cevap vermekte gecikmedi. Cuma hutbelerinde Cihad çağrısı yapılırken Ömer El Beşir’in halkı coşturan konuşmalarının ardından bölgeye çok sayıda birlik sevkeden Sudan, hava saldırısı desteği ile Hiclic’i geri alarak askeri bir zafer kazandı. Çok sayıda askerin öldüğü bu şiddetli çatışmalar iki ülke arasındaki savaşın fitilini iyiden iyiye ateşledi.

Halk tabanında destek bulmayan bu gerilim iki hükümet arasında güç çekişmesine dönüşmüş durumda. Sudan tarafı Güney Sudan’ı kaybettikten sonra halkına hala güçlü olduğunu ispatlarken, Güney Sudan da kendi halkına güçlü olduğunu göstermenin peşinde.  Hiclic’e saldıp buradaki petrol altyapını yokeden Güney Sudan kendisine yarolmayan petrolü Sudan’a da yaretmeme niyeti taşımakta. İki ülke arasında güç gösterisine dönüşen bu savaş hali, iki ülkede de ağır ekonomik soruna yol açmakta. Ne kuzeydeki Sudan ne de güneydeki Sudan petrolü çıkartıp gelir elde edebilecek durumda değil. 

Son kertede Çin, Mısır ve Afrika Birliği iki devletin arasını bulmak için çalışmalar yürütmekte. Mısır’ın Güney Sudan’daki elçisi üzerinden yapılan mübadele görüşmelerinde Güney Sudan Juba’da tuttuğu 14 esiri jest olarak bırakmayı kabul etti. Bu küçük jest Beşir hükümetini sakinleştirir mi bilinmez ama birbirleriyle 20 yıl savaşan(1985-2005) kuzey-güney yeniden büyük bir savaşın eşiğindeler.

İki taraf da birbirlerini savaşın sorumlusu olarak göstermekte ısrarlı. Bu çekişmede mağdur olan halk ise çareyi göç etmekte bulmuş. BM 2012 Sudan raporuna göre 4.2 milyon Sudanlı yardım beklemekte. Kurdufan Eyaletinde 200 bin insan, Mavi Nil Eyaletinde ise 60 bin insan son çatışmalardan dolayı göç etmiş durumda. Güney Sudan’daki tablo da bundan pek farklı değil. BM 2012 Güney Sudan raporuna göre 1.2 milyon insan gıda ihtiyacı içinde iken 300 bin insan mülteci konumunda. Silahlar susmadıkça da bu tablonun daha da kötüye gitmesi söz konusu.