Çarşamba, Eylül 11, 2013

BİN TEPELER ÜLKESİ RUANDA NOTLARI
Serhat Orakçi 
Dünya Bülteni, Eylül 2013


Dünyanın en büyük soykırımlarından birini yaşadı bu topraklar. 1 milyon insan sadece etnik kimliği nedeniyle öldürüldü. Palalardan, baltalardan kan damladı uzun süre. Şimdi insan bu ülkede gezinirken böyle bir soykırımın yaşandığına inanamıyor. O kin, nefret ve diğer her şey unutulmuş sanki. Büyük bir travmanın izlerinin bu kadar kısa sürede kaybolmasını ise iyiye mi kötüye mi yormalı kestirmek güç gerçekten.   


Serin bir gecede iniyoruz başkent Kigali’ye. Ramazan ayının ortasındayız. Günler oldukça kısa. Sabah 04:50’de başlayan oruç 18:15’de son buluyor. Tropik iklime sahip Ruanda’da kış yaşanıyor adeta. Gündüzleri biraz sıcak geçse de geceleri hava serin.

Ankara büyüklüğünde bir ülke Ruanda. Yüzölçümü: 26.338 km² sadece. Her ne kadar büyüklük olarak Ankara’ya benzese de inişli çıkışlı yollarıyla Bursa’ya iklimi ve çay bahçeleri ile de Rize’ye benziyor. 1962 yılında Belçika’dan bağımsızlığını kazanan Ruanda’nın nüfusu yaklaşık 12 milyon civarında. Ruanda halkı etnik olarak üç sınıfa ayrılıyor (%84 Hutu, %15 Tutsi ve %1 Twa). Ülkede Katolik Hıristiyanlığı en yaygın din iken Müslümanların toplam nüfus içindeki oranı %10 dolaylarında. Para olarak Ruanda Frankı, dil olarak Kinyaruanda yerel dili kullanılıyor. Ayrıca İngilizce ve Fransızca da yaygın kullanılan diller arasında.  


İlk uğradığımız yerlerden biri Ruanda Soykırım Müzesi. İki katlı mütevazı bir binadan teşekkül müzeye giriş ücretsiz ama isteyen gönüllü bağış yapabiliyor. Müzenin giriş katında 1994 soykırımından fotoğraf ve video görselleri var. Binanın ikinci katında ise dünyanın başka yerlerinde yapılmış soykırımlardan fotoğraflar var. Bosna’da yaşanan soykırım unutulmamış. Almanların Namibya ve Nazi soykırımları ve sözde Ermeni soykırımını anlatan köşeler bulunuyor. Avrupalı bir Sivil Toplum Kuruluşu, 2000 yılında kurulmuş İngiliz Aegis Trust, tarafından finanse edilen müzenin içindeki materyallerin oldukça yetersiz olduğunu belirtmek gerekir. Güney Afrika’daki Apartheid müzesinin mizanseni kullanılmış ancak müze tatmin edici değil.

1884 yılında Almanya tarafından sömürgeleştirilen Ruanda daha sonra Almanların 1.Dünya Savaşı’ndaki mağlubiyeti ile 1916’da Belçika’ya bırakılmış. 1962’ye kadar sömürge idaresindeki ülkede “pro-Tutsi / anti-Hutu” politikalar uygulanarak “avantajlı azınlık” yaratılmış. 1994 yılında Hutu’ların Tutsi’leri katlettiği soykırımın temellerinde de bu politika yatmakta. 


Uğrak yerlerimizden bir diğeri de Otel Ruanda filmiyle ünlenen “Hotel Des Mille Collines” oteli. Burada da o yıllara ait hiçbir malzeme bulunmuyor. Beş yıldızlı otelin bahçesine dikilmiş küçük bir anıt var sadece. “Never Again (Bir daha asla)” yazılı anıtta hayatını kaybeden otel çalışanlarının isimleri tarihe not düşülmüş. Soykırım yıllarında Birleşmiş Milletler çalışanlarının kaldığı otel aynı zamanda Tutsi elitlerinin uğrak yeriymiş. Aslında o dönemde sıradan halkın girip sığınabileceği bir mekan hiç olmamış. Otel müdürünün kişisel çabaları sonucu otele sığınan 1268 kişi zarar görmeden hayatta kalmış. Soykırım başladığında evcil hayvanları için uçak kaldıran BM çalışanları Ruanda halkını yüzüstü bırakıp çekip gitmişler.     


Soykırım döneminde Müslümanların şiddet olaylarına bulaşmaması bir artı olarak kaydedilmiş. Müslümanlar çok sayıda insanı ölümden kurtarmış. Daha sonra halk kahramanı ilan edilmiş Müslümanlar var. İnsanların kiliselerde ibadet esnasında katledildiği bir dönem yaşanmış. Nyarubuye Kilisesi 20 binden fazla insanın katledildiği bir merkez olarak ünlenmiş.

Gezi esnasında uğradığımız yerlerden biri de başkentin göbeğinde Kaddafi tarafından yaptırılmış İslam Merkezi oldu. Okul, camii ve oyun sahasından oluşan kompleks gençlerle doluydu. Namaz esnasında cami tıklım tıklım dolarken cemaatin %99’u otuz yaş altı gençlerdi. Anlıyoruz ki Ruanda’da İslam gençlere emanet. Bir Sivil Toplum Kuruluşu statüsündeki Diyanet kurumu da Ruanda’da Müslümanları temsil eden tek yetkili organ. Bir iftar yemeğinde tanışıp konuşma fırsatı bulduğumuz Mütfü de oldukça gençten biriydi. Türkiye’ye ve bölgede okul, cami çalışmaları yapan İHH’ya minnettarlığını sık sık dile getirdi.  


Ruanda oldukça yeşil bir ülke. Çay ve kahve bahçelerinin yanı sıra muz bahçeleri de sık aralıklarla karşımıza çıkıyor. Arazi inişli çıkışlı olduğundan yüksek tepelerde bile muz yetiştiriliyor. Soykırım döneminde palaların yaygın kullanımı da bu yüzden; muz yetiştiricileri muz ağaçlarının sert dallarını palalarla kestiklerinden her daim yanlarında bulunduruyorlar. Bulunduğumuz süre de bize eşlik eden Ruanda’nın gönüllü elçisi Konyalı İsmail Üstün’den öğrendiğime göre Ruanda’da 10 kadar farklı çeşitte muz yetişiyor. Ruanda’nın bir parmak boyunu geçmeyen küçük muzları ise gerçekten çok lezzetli.  

Ülkenin Burundi ile komşu olduğu kuzeybatısında bulunan Nyungwe yağmur ormanları koruma altına alınmış bir park. Yüksek ağaçlarla kaplı ormanlık bölge maymunlar, nehirler ve şelaleleri ile bir doğa harikası. Ruanda’ya gelen yabancı turistlerin uğrak yeri. Bu park dağ gorillalarının görülebileceği nadir yerlerden biri. Bu yüzden çok sayıda turist çekmeyi başarıyor.

Ülkede karayolu altyapısı muazzam gelişmiş düzeyde. Çok ücra köşelere kadar çift şeritli yollar ile ulaşım mümkün. Yollar oldukça bakımlı bu yüzden ulaşım sektörü gelişmiş durumda. Ülkedeki altyapı sorunlarının başında ise suya ulaşım geliyor. Başkent de dahil olmak üzere ülke genelinde suya ulaşımda sıkıntı bulunuyor. Su yatırımları devletin önceliğini teşkil ediyor. Bir diğer altyapı sorunu da elektriğe ulaşım. Yağmur ormanlarına sahip, Kivu gölüne komşu ve bol yağış alan bir ülkenin su ve elektrik sorunu yaşaması ise ayrı bir açmaz.

Kongo Cumhuriyeti sınırına doğru yaklaştıkça Kongo’daki iç karışıklar nedeniyle ülkelerini terk etmiş Kongolu mültecilerin sığındığı kamp alanları bulunuyor. Ruanda sınır bölgelerindeki değişik kamplarda 70 bin dolayında Kongolu mülteciyi ağırlıyor. Mülteci akını 2012 başlarında tekrar hız kazanmış. 

Ruanda oturmuş bir devlet sistemine sahip ve istikrar kazanmış bir ülke. Merkeze bağlı yerel idareler güçlü ve yetkilendirilmiş. Her ayın son cumartesi günü öğlene kadar sokaklarda ortak temizlik yapılıyor. Devlet Başkanı Paul Kigame dahil herkes bu temizliğe katılmak zorunda. Ayrıca soykırım döneminde suça bulaşmış mahkumlar tarlalarda, altyapı işlerinde ve temizlik işlerinde kullanılıyorlar.     Afrika’nın diğer ülkelerinde alışık olduğumuz çöplerin rastgele fırlatılması söz konusu olmadığından ülke tertemiz. Plastik poşet kullanımı ülke genelinde yasak.

Devlet ülkeye gelen yatırımcı ve STK’lara yardımcı oluyor. Ruanda’nın gelirlerinin bir bölümü dış yardımlardan oluşuyor. Soykırım mağduru ülkeye Amerika ve Avrupa ülkeleri tarafından yardım yapılıyor. Ruanda Türkiye için henüz yeni bir ülke diyebiliriz. Yaklaşık bir yıldır İstanbul’dan direk uçuşların olduğu ülkede henüz elçiliğimiz bulunmuyor. Ancak cemaatler ve STK’lar birçok faaliyette bulunmaya başlamış. Bulunduğumuz süre içerisinde TİKA’nın birçok kırsal bölgede ihtiyaç sahibi halka gıda dağıttığına şahit olurken İHH adına biz de yeni yapılan Osman Bin Aldulaziz camisinin açılışını gerçekleştirdik.


Nüfusun %90’ının tarım sektöründe çalıştığı Ruanda yer altı madenleri açısından oldukça fakir bir ülke. Hali hazırda çıkartılan bir maden bulunmuyor. Ülke ekonomisi çay, kahve, muz, turizm ve dış yardımlarla ayakta duruyor. 1994 yılında yaşanan soykırım nedeniyle ekonomisi ağır darbe almış olsa da bu olumsuz durumu şimdilik atlatmışa benziyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder