BİN TEPELER
ÜLKESİ RUANDA NOTLARI
Serhat Orakçi
Dünya Bülteni, Eylül 2013
Dünyanın en
büyük soykırımlarından birini yaşadı bu topraklar. 1 milyon insan sadece etnik
kimliği nedeniyle öldürüldü. Palalardan, baltalardan kan damladı uzun süre. Şimdi
insan bu ülkede gezinirken böyle bir soykırımın yaşandığına inanamıyor. O kin,
nefret ve diğer her şey unutulmuş sanki. Büyük bir travmanın izlerinin bu kadar
kısa sürede kaybolmasını ise iyiye mi kötüye mi yormalı kestirmek güç
gerçekten.
Serin bir gecede
iniyoruz başkent Kigali’ye. Ramazan ayının ortasındayız. Günler oldukça kısa.
Sabah 04:50’de başlayan oruç 18:15’de son buluyor. Tropik iklime sahip
Ruanda’da kış yaşanıyor adeta. Gündüzleri biraz sıcak geçse de geceleri hava
serin.
Ankara
büyüklüğünde bir ülke Ruanda. Yüzölçümü: 26.338 km² sadece. Her ne kadar büyüklük
olarak Ankara’ya benzese de inişli çıkışlı yollarıyla Bursa’ya iklimi ve çay
bahçeleri ile de Rize’ye benziyor. 1962 yılında Belçika’dan bağımsızlığını
kazanan Ruanda’nın nüfusu yaklaşık 12 milyon civarında. Ruanda halkı etnik
olarak üç sınıfa ayrılıyor (%84 Hutu, %15 Tutsi ve %1 Twa). Ülkede Katolik
Hıristiyanlığı en yaygın din iken Müslümanların toplam nüfus içindeki oranı %10
dolaylarında. Para olarak Ruanda Frankı, dil olarak Kinyaruanda yerel dili
kullanılıyor. Ayrıca İngilizce ve Fransızca da yaygın kullanılan diller
arasında.
İlk uğradığımız
yerlerden biri Ruanda Soykırım Müzesi. İki katlı mütevazı bir binadan teşekkül
müzeye giriş ücretsiz ama isteyen gönüllü bağış yapabiliyor. Müzenin giriş
katında 1994 soykırımından fotoğraf ve video görselleri var. Binanın ikinci
katında ise dünyanın başka yerlerinde yapılmış soykırımlardan fotoğraflar var.
Bosna’da yaşanan soykırım unutulmamış. Almanların Namibya ve Nazi soykırımları
ve sözde Ermeni soykırımını anlatan köşeler bulunuyor. Avrupalı bir Sivil
Toplum Kuruluşu, 2000 yılında kurulmuş İngiliz Aegis Trust, tarafından finanse
edilen müzenin içindeki materyallerin oldukça yetersiz olduğunu belirtmek
gerekir. Güney Afrika’daki Apartheid müzesinin mizanseni kullanılmış ancak müze
tatmin edici değil.
1884 yılında
Almanya tarafından sömürgeleştirilen Ruanda daha sonra Almanların 1.Dünya
Savaşı’ndaki mağlubiyeti ile 1916’da Belçika’ya bırakılmış. 1962’ye kadar sömürge
idaresindeki ülkede “pro-Tutsi / anti-Hutu” politikalar uygulanarak “avantajlı
azınlık” yaratılmış. 1994 yılında Hutu’ların Tutsi’leri katlettiği soykırımın
temellerinde de bu politika yatmakta.
Uğrak
yerlerimizden bir diğeri de Otel Ruanda filmiyle ünlenen “Hotel Des Mille
Collines” oteli. Burada da o yıllara ait hiçbir malzeme bulunmuyor. Beş
yıldızlı otelin bahçesine dikilmiş küçük bir anıt var sadece. “Never Again (Bir
daha asla)” yazılı anıtta hayatını kaybeden otel çalışanlarının isimleri tarihe
not düşülmüş. Soykırım yıllarında Birleşmiş Milletler çalışanlarının kaldığı
otel aynı zamanda Tutsi elitlerinin uğrak yeriymiş. Aslında o dönemde sıradan
halkın girip sığınabileceği bir mekan hiç olmamış. Otel müdürünün kişisel
çabaları sonucu otele sığınan 1268 kişi zarar görmeden hayatta kalmış. Soykırım
başladığında evcil hayvanları için uçak kaldıran BM çalışanları Ruanda halkını
yüzüstü bırakıp çekip gitmişler.
Soykırım
döneminde Müslümanların şiddet olaylarına bulaşmaması bir artı olarak
kaydedilmiş. Müslümanlar çok sayıda insanı ölümden kurtarmış. Daha sonra halk
kahramanı ilan edilmiş Müslümanlar var. İnsanların kiliselerde ibadet esnasında
katledildiği bir dönem yaşanmış. Nyarubuye Kilisesi 20 binden fazla insanın
katledildiği bir merkez olarak ünlenmiş.
Gezi esnasında
uğradığımız yerlerden biri de başkentin göbeğinde Kaddafi tarafından
yaptırılmış İslam Merkezi oldu. Okul, camii ve oyun sahasından oluşan kompleks
gençlerle doluydu. Namaz esnasında cami tıklım tıklım dolarken cemaatin %99’u
otuz yaş altı gençlerdi. Anlıyoruz ki Ruanda’da İslam gençlere emanet. Bir
Sivil Toplum Kuruluşu statüsündeki Diyanet kurumu da Ruanda’da Müslümanları
temsil eden tek yetkili organ. Bir iftar yemeğinde tanışıp konuşma fırsatı
bulduğumuz Mütfü de oldukça gençten biriydi. Türkiye’ye ve bölgede okul, cami
çalışmaları yapan İHH’ya minnettarlığını sık sık dile getirdi.
Ruanda oldukça
yeşil bir ülke. Çay ve kahve bahçelerinin yanı sıra muz bahçeleri de sık
aralıklarla karşımıza çıkıyor. Arazi inişli çıkışlı olduğundan yüksek tepelerde
bile muz yetiştiriliyor. Soykırım döneminde palaların yaygın kullanımı da bu
yüzden; muz yetiştiricileri muz ağaçlarının sert dallarını palalarla
kestiklerinden her daim yanlarında bulunduruyorlar. Bulunduğumuz süre de bize
eşlik eden Ruanda’nın gönüllü elçisi Konyalı İsmail Üstün’den öğrendiğime göre Ruanda’da
10 kadar farklı çeşitte muz yetişiyor. Ruanda’nın bir parmak boyunu geçmeyen küçük
muzları ise gerçekten çok lezzetli.
Ülkenin Burundi
ile komşu olduğu kuzeybatısında bulunan Nyungwe yağmur ormanları koruma altına
alınmış bir park. Yüksek ağaçlarla kaplı ormanlık bölge maymunlar, nehirler ve
şelaleleri ile bir doğa harikası. Ruanda’ya gelen yabancı turistlerin uğrak
yeri. Bu park dağ gorillalarının görülebileceği nadir yerlerden biri. Bu yüzden
çok sayıda turist çekmeyi başarıyor.
Ülkede karayolu
altyapısı muazzam gelişmiş düzeyde. Çok ücra köşelere kadar çift şeritli yollar
ile ulaşım mümkün. Yollar oldukça bakımlı bu yüzden ulaşım sektörü gelişmiş
durumda. Ülkedeki altyapı sorunlarının başında ise suya ulaşım geliyor. Başkent
de dahil olmak üzere ülke genelinde suya ulaşımda sıkıntı bulunuyor. Su
yatırımları devletin önceliğini teşkil ediyor. Bir diğer altyapı sorunu da
elektriğe ulaşım. Yağmur ormanlarına sahip, Kivu gölüne komşu ve bol yağış alan
bir ülkenin su ve elektrik sorunu yaşaması ise ayrı bir açmaz.
Kongo
Cumhuriyeti sınırına doğru yaklaştıkça Kongo’daki iç karışıklar nedeniyle
ülkelerini terk etmiş Kongolu mültecilerin sığındığı kamp alanları bulunuyor. Ruanda
sınır bölgelerindeki değişik kamplarda 70 bin dolayında Kongolu mülteciyi
ağırlıyor. Mülteci akını 2012 başlarında tekrar hız kazanmış.
Ruanda oturmuş
bir devlet sistemine sahip ve istikrar kazanmış bir ülke. Merkeze bağlı yerel
idareler güçlü ve yetkilendirilmiş. Her ayın son cumartesi günü öğlene kadar
sokaklarda ortak temizlik yapılıyor. Devlet Başkanı Paul Kigame dahil herkes bu
temizliğe katılmak zorunda. Ayrıca soykırım döneminde suça bulaşmış mahkumlar
tarlalarda, altyapı işlerinde ve temizlik işlerinde kullanılıyorlar. Afrika’nın diğer ülkelerinde alışık
olduğumuz çöplerin rastgele fırlatılması söz konusu olmadığından ülke tertemiz.
Plastik poşet kullanımı ülke genelinde yasak.
Devlet ülkeye
gelen yatırımcı ve STK’lara yardımcı oluyor. Ruanda’nın gelirlerinin bir bölümü
dış yardımlardan oluşuyor. Soykırım mağduru ülkeye Amerika ve Avrupa ülkeleri
tarafından yardım yapılıyor. Ruanda Türkiye için henüz yeni bir ülke
diyebiliriz. Yaklaşık bir yıldır İstanbul’dan direk uçuşların olduğu ülkede
henüz elçiliğimiz bulunmuyor. Ancak cemaatler ve STK’lar birçok faaliyette
bulunmaya başlamış. Bulunduğumuz süre içerisinde TİKA’nın birçok kırsal bölgede
ihtiyaç sahibi halka gıda dağıttığına şahit olurken İHH adına biz de yeni
yapılan Osman Bin Aldulaziz camisinin açılışını gerçekleştirdik.
Nüfusun %90’ının
tarım sektöründe çalıştığı Ruanda yer altı madenleri açısından oldukça fakir
bir ülke. Hali hazırda çıkartılan bir maden bulunmuyor. Ülke ekonomisi çay,
kahve, muz, turizm ve dış yardımlarla ayakta duruyor. 1994 yılında yaşanan
soykırım nedeniyle ekonomisi ağır darbe almış olsa da bu olumsuz durumu şimdilik
atlatmışa benziyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder