Çarşamba, Mayıs 11, 2011

Darusselam Çocukları

Darusselam Çocukları

Serhat Orakçı


Dünya Bülteni, Mayıs 2011






Yaşadıkları yer şehirden pek uzak değil aslında. Libya Çarşının daha ilerisinde asfalt yolun bittiği yerde başlıyor evleri. Altın sarısı çöl kumu üzerine sıralanan yer yer toprak yer yer çalı çırpıdan kurulmuş evler insana başka bir çağa giriyormuş hissi veriyor. Evlerin çatılarında duvarlarında açık kalan boşluklar çaputla, plastik poşetlerle veya çarşaflarla kapatılmış. Etrafta çok çocuk var ama tek bir ağaç veya çocuk parkı yok.



Sudan'ın başkenti Hartum'un kenar semtlerinden birisi Darusselam. Çok sayıda yetim kalmış çocuk var burada. Onları görmek için semte uğradığımızda etrafımıza toplaşıyorlar hemencecik. Aynı şehirde yaşasak da uzaylı görmüş gibi merakla bakıyorlar yüzümüze. Kiminin annesi kiminin babası yok. Bu viran kalmış semtte tozun toprağın içinde oynuyorlar. Çoğunun oyuncağı kum ve toprak sadece. Bir lastik tekerin peşinde gün boyu ordan oraya koşturuyorlar.


Hayvan pazarından aldığımız hayvanı kesip parçalamak ve ailelere dağıtmak için acele eden gençler sorduğumuzda hava kararmadan işi bitirmek istediklerini söylüyorlar. Akşam olup hava karardığında semt karanlığa gömülüyor. El feneri bile burada yaşayanlar için büyük nimet.


Semtte elektrik yok. Jeneratörden elektrik çekmek teknik olarak mümkün ama bir ampulün günlüğü 50 kuruş, bir televizyon için günlük 1 Cüneyh. Jeneratör elektriğine çoğunun maddi durumu elvermiyor. Devletin bu semte elektrik getirmesi ise şimdilik zor iş. Sabretmekten başka çare yok. Gençler işlerini el lambalarının cılız ışığı altında sürdürdüler. Bize bu turda eşlik eden misafirimiz The Middle East Monitor yazarlarından Dr.Hanan Chehata da elektriğin değerini Sudan'da daha iyi anladığını söyledi.


Eşim evde topladığı plastik şişe ve bidonları yanına alınca şaşırmıştım başta. Meğer buralarda plastik şişe ve bidonlar çok kıymetliymiş. Hartum merkezden 20 dakika uzaklıktaki semtte elektrik olmadığı gibi su da yok. İnsanlar buldukları pet şişe ve bidonlarla uzaktan su taşıyorlar. Tüm pet şişe ve bidonlar otomatik olarak geri dönüşüme uğruyor. Verdiğimiz plastik pet şişeler bile insanları oldukça mutlu ediyor.


Davet üzere evlerden birine sokuluyoruz. Oldukça mütevazı bir yaşam. Duvara gelişi güzel asılmış Kuran levhalar ve üç yatak dışında kayda değer pek bir şey göremiyoruz. Evin üstü bir çuvalla kaplanmış. Dışarıda rüzgar estikçe çuval esneyerek haşır huşur sesler çıkartırken öğlen sıcağında içerisinin nasıl olacağını kafamda canlandırma çalışıyorum.


Yaşam için önemli diğer bir öğe de gölge. Sıcaklığın 40'lı derecelerde gezdiği Sudan'da gölge bu insanlar için büyük bir nimet. Yaşamlarını ve yataklarını gün içinde güneşin konumuna göre şekillendiriyorlar. Yatakların yeri gölgeyi takip ederek yer değiştiriyor. Görünen o ki yüksek bina ve ağaç olmaması gölge bulma işini de bir hayli zorlaştırıyor.


Dışardan göç etmiş aileler burada toplanmış. Göç nedenleri ise bir lokma ekmek, geçim derdi. Bazı evlerin erkekleri iş için daha uzak semtlere gitmiş. Evlerine iki üç haftada bir uğrayıp geri işe gidiyorlarmış. Çoğu evin bakıcısı ve koruyucusu kadınlar. Kadınlardan bazılarının bir araya gelerek bir dernek kurmaya çalıştığını öğreniyoruz. Amaçları mahallenin yetim çocuklarına bakmak, mahallelinin derdine derman olmak. Destek için her kapıyı çalma niyetindeler. Bu yokluk ortamında yapacak çok işleri var tabi umdukları desteği bulabilirseler.


Biz oradayken gelen taleplerden biri şöyle: Bir kadının 80 Cüneyhe ihtiyacı olduğunu söylüyor. Eşek arabasının tekerleri uzun zaman önce yıpranmış. İkinci el lastik alıp eşek arabasını yeniden kullanmak istediğini bildiriyor. Eşek arabaları yük taşımada ve su taşımada çok işe yaradığından kadın eşek arabası ile ekmeğini kazanmak istiyor. Yanlış anlaşılmasın burası bir köy değil 7 milyon nüfuslu bir şehrin garip kalmış köşesi. Bunun gibi nice mahalleler var. Biz yolumuz buraya düştüğü için burayı görüyoruz.


Okul aidatlarını ödeyemediği için okuldan atılmış çocuklar var. Her ne kadar ücret cüzi de olsa imkan elvermeyince çocuklar sınavlara girememiş. Okumak için gelecek seneyi bekliyorlar. Okuyanların da doğru dürüst defteri kitabı olduğunu söylemek zor.


İnsan düşünmeden edemiyor. Aynı dünyada yaşıyoruz aynı Allah'a inanıyoruz aynı havayı soluyoruz. Biz zenginl içinde yaşarken bir köşeye itilmiş bu insanlar bir plastik şişenin hesabını bir el fenerinin bir lastiğin hesabını yapıyor. Her türlü olumsuzluğa rağmen sonuçta senden benden daha mutlu görünüyor ve Darusselam (Selamet Diyarı) ismine yakışır biçimde yüzleri her daim gülümsüyor.


İnternet olmadan, elektrik ve su olmadan, TV olmadan kaç gün yaşabiliriz? Bu insanlar tüm bunlar olmadan yaşamlarını sürdürüyor hem de gülümseyerek ve şükrederek. Kaç gün dayanabiliriz isyan etmeden bu şartlar altında teknolojik aygıtların uzağında? Gerçekten yardıma ihtiyacı olan acaba kim biz miyiz Darusselam halkı mı?

Cumartesi, Nisan 09, 2011

Türk STK'lar ve Darfur Sorunu

Türkiye'nin Darfur Açılımı


Serhat Orakçı


Dünya Bülteni, Nisan 2010



Son günlerde gerek devlet desteği gerekse de Türk yardım kurumlarının Darfur'da gerçekleştirdiği projelerde artış görülmekte. Bu bağlamda Türkiye ile Darfur arasındaki Osmanlı döneminden kalan kaybolmaya yüz tutmuş bağlar insani yardım çalışmalarının etkisiyle yeniden dirilmekte. Her ne kadar Türk siyaset yapımcıları tarafından Darfur krizinin çözümü yönünde uluslar arası platformlarda şimdiye kadar etkin bir yaklaşım ortaya konmasa da Türkiye insani yardım çalışmaları vasıtasıyla Darfur krizinin yaralarını sarmaya çabalamakta.



Söze başlamadan önce Darfur ile ilgili Türkiye'de yanlış algılanan bazı noktalara değinmekte fayda var sanırım. Öncelikle Darfur bir şehir ismi olmayıp Sudan'ın batısında yer alan, Sahra çölünün doğu uzantısındaki geniş bir bölgeyi işaret etmektedir. Bu geniş bölge kendi içinde batı, güney ve kuzey olmak üzere üç eyalete ayrılmaktadır. Batı Darfur'un başkenti El Cenine, Güney Darfur'un başkenti Niyala ve son olarak Kuzey Darfur'un başkenti El Faşir şehirleridir. 6-7 milyon nüfusa sahip Darfur bölgesi Müslüman olup Hıristiyan nüfus bulunmamaktadır. Arapça'nın yaygın olduğu bölgede çok sayıda kabile yaşamakta olup yönetim eyalet valilikleri üzerinden Hartum'daki merkezi yönetimine bağlıdır. Bölgede ayrıca Birleşmiş Milletlere bağlı ve Afrika Birliğine bağlı barış gücü askerleri bulunmaktadır.



2003 yılından günümüze isyancı gruplar ile Sudan Ulusal Ordusu arasında silahlı çatışmaların devam ettiği Sudan'ın Darfur bölgesinde insanlar çaresizliğin pençesinde yaşam mücadelesi veriyor. Plastik bir pet şişenin bile değer kazandığı yoksul bölgede eğitimden sağlığa her alanda desteğe büyük ihtiyaç var. Darfur'daki insani krize seyirci kalmayan Türkiye'nin de gerek devlet eliyle gerekse de özel yardım kurumları aracılığıyla yaptığı yardımlar her geçen gün artmakta.



Dış kalkınma yardımların "Soft Power" olarak algılandığı ve küresel güçlerin özellikle de Amerika ve AB ülkelerinin dış yardım faaliyetlerini STK'lar üzerinden yönlendirdiği günümüzde STK yardımları giderek önem kazanıyor. Son yıllarda yaptığı dış kalkınma yardımlarında STK'lar ile daha çok işbirliğine giden Türkiye de benzer şekilde hareket ederek ulaşmak istediği bölgelere zaman zaman STK'lar üzerinden ulaşıyor. Bunun en güzel örneklerinden biri Darfur'da yürütülen çalışmalardır. Bu yüzden Darfur Sahra-altı Afrika içerisinde Türkiye'nin ve Türk STK'ların en etkili olduğu yerlerin başında geliyor.



Dünyanın farklı coğrafyalarından çok sayıda uluslar arası kuruluşun faaliyet gösterdiği Darfur aynı zamanda Türk Sivil Toplum Kuruluşlarının da ilgi odağı. Çok sayıda Türk STK bu bölgede projeler gerçekleştirerek Darfur krizinde yerinden yurdundan olmuş mağdur halka yardım ediyor. TİKA, IHH İnsani Yardım Vakfı, Türk Kızılayı, Kimse Yok mu Derneği, Yardımeli Derneği bunlardan bazıları.



2006 yılında Başbakan Tayip Erdoğan'ın bölgeye yaptığı ziyaret esnasında verdiği hastane sözünü hayata geçirmek için TİKA geçtiğimiz ay kolları sıvadı. Devlet Bakanı Faruk Çelik'in Güney Darfur'un başkenti Niyala'da temelini attığı 170 yataklı bölge hastanesinin yapımı başladı. Gene Niyala'da Türk Kızılayı'nın işlettiği sahra hastanesi bölge halkının yaralarını sarıyor. Yine aynı şehirde Kimse Yok mu Derneği Türk köyü inşa ederek Darfur halkına yardımcı oluyor. Buralara kadar gelen Türk sağlık çalışanları hasta taramaları, ameliyat ve ilaç tedarik ederek ihtiyaç sahiplerine yardımcı oluyorlar. Sağlık koşullarının kötü olduğu bölgede bazen çok basit hastalıklar yüzünden insanlar özellikle de bebek ve çocuklar hayatını kaybedebilmekte. Yokluğun hüküm sürdüğü bu gibi yerlerde Bazen basit bir ilacın dağıtılması bile hayat kurtarabiliyor.



Yüzün üzerinde STK'nın faaliyet gösterdiği Darfur'ın Niyala şehri kısmen istikrar ve güvene kavuşurken Darfur'un diğer iki eyaleti El Cenine ve El Faşir destek bekliyor. Özellikle sıcak çatışmalara sahne olan EL Cenine Sudan'ın en fakir bölgesi. Temel altyapı hizmetlerinin neredeyse hiç olmadığı şehirde mağduriyet her yere sinmiş vaziyette. Kendi kaderine terkedilmiş Çad sınırındaki El Cenine'de 750 bin civarında mülteci yaşıyor.



Ulaşım imkanlarının kısıtlı olduğu su ve elektrik sıkıntısı yaşanan El Cenine'de TİKA ve IHH İnsani Yardım Vakfı ortaklığıyla geçtiğimiz günlerde hayata geçirilen katarakt projesi kararan umutları yeşertmeyi amaçlıyor. Hastane rehabilitasyonu ve ücretsiz göz ameliyatı hizmeti vermeyi hedefleyen proje çok az STK'nın çalıştığı El Cenine için hayati öneme sahip. Hayata geçirilen proje ile El Cenine halkı ilk kez Türkiye ile tanışırken bölgede su ve eğitim şartlarını düzeltmek adına başka projelerin de derhal hayata geçirilmesi gerekiyor.



Birleşmiş Milletler çatısı altında çalışan UNICEF ve WFP dışında Kızıl Haç ve Help Age gibi kurumların çalıştığı El Cenine 2003'den beri devam eden Darfur krizinin etkilediği yerlerin başında geliyor. Benzer şekilde Darfur'un kuzeydeki El Faşir eyaleti de yardıma ihtiyaç duyan yerlerin başında geliyor.



İngilizleri karşılarına alma pahasına Osmanlı Devletine duydukları bağlılığı ve desteği gösteren Darfur'da siyasi konjonktüre angaje olmadan insani yardım çalışmaları yürüten STK'lar hiç şüphesiz önemli bir boşluğu dolduruyor. Köylerini kasabalarını terk edip mülteci kamplarına sığınmış milyonlarca insan bu tür dış yardımlarla hayatını sürdürüyor. Acil ihtiyaçların giderilmesinin yanında kalıcı projelerin hayata geçirilmesi bölgenin istikrara ve güvenliğe tekrar kavuşması açısından önemli.



Geçen yıl Mart ayında Darfur için Mısır'da toplanan İslam Konferansı Örgütü Darfur'un kalkınması için hedeflediği 2 milyar dolarlık yardımın ancak yarısını toplayabilmişti. Toplantı sonrasında Batı kamuoyunda bunu başarısızlık olarak ve İslam dünyasının Darfur'a ilgisiz kaldığı şeklinde yorumlayan çok sayıda haber yer aldı. Türkiye İKÖ üyesi ülkeler arasında Darfur'a sahip çıkan ülkelerin başında geliyor. Son günlerde Darfur'da başlatılan çalışmalar da bunun en önemli göstergesidir.




Perşembe, Mart 17, 2011

2011 Historic Year for Africa

2011 Historic Year for Africa

Serhat Orakçı

March, World Bulletin

It seems that 2011 will be a historic year of Africa with popular uprisings, referendums, presidential elections and a new-born state. In couple of month, the continent witnessed high level of evolution that certainly has huge social, economic and political impact on Africa in general. Besides ongoing massive youth demonstrations in North Africa and South Sudan`s separation from Sudan, in this year there are legislative, parliamentary and presidential elections scheduled in not fewer than 20 different states across the continent. Through these elections democratic level and understanding of democracy will be tested in Africa where dictators are still dominant factor in a lot of countries. It might be a year observing democratic improvement to some extent and perhaps suffering of dictatorial regimes to remain.

Semi-autonomous South Sudan has already obtained chance to announce its independency in July after the historic referendum result accepted officially by ruling National Congress Party(NCP) in Sudan. Youth of Tunisia and Egypt has demolished long-standing dictatorial regimes of their countries. Tunisian ex-president has fled to Saudi Arabia with tons of gold costing billions of dollars. Mubarak despotism has finally ended after huge demonstrations in the Liberation Square. In these days, Libya`s regime is under huge pressure of United Nations and international communities. Kaddafi regime is enjoying its last days in Libya. Chad has recently held parliamentary election while Uganda and Niger have held elections for presidency. Ivory Coast is still tense due to conflict between supporters of two rival presidential candidates after the recent election. We saw all these in two months time. I think, Africa will witness more than that during the rest of 2011. The continent will observe conflict between democracy believers and dictatorial regime supporters.

In this year, there are key elections in 27 various African countries on legislative, parliamentary and presidential levels. For presidency and national assembly, in April there will be crucial elections in Nigeria where tension still exists between Muslim and Christian communities. In the same month Djibouti will hold presidential election as well. While Benin will hold parliamentary election, Liberia will hold parliamentary, presidential elections and constitutional referendum in this year. Madagascar, Gambia, Chad, Cameroon, Cape Verde, Central Africa Republic, Rwanda, Seychelles, Zimbabwe, Democratic Republic of Congo, Tunisia and Egypt are also ahead of the polls in this year.

Political experts and analysts devote special attention to Africa in 2011 due to busy election season. It seems hopes and frustrations are mixed for expectations on the process of democracy. According to some analysts nothing will change after doubtful polls while for the others there is still hope. However, some central questions require to be answered. Will these elections be well-managed, credible, free and fair? Which mechanism will stop incumbent dictators from buying votes, bribery, intimidating on opposition groups during campaigns and using state media tools unequally?

It is not easy process to remove dictators from their post, especially in natural resources-rich states. Although they struggle, they will resist. In Libya, Kaddafi assures to remain and resist until his last blood like Mobarak did in Egypt. After controversial election in the last November, there are two presidents in Ivory Coast, one elected and one self-appointed. While the country faces civil war in these days, international community is already concerned by increase of death toll. Defeated ex-president`s supporters are killing any demonstrator on the streets to keep the former regime alive. Mainly because of fighting between rival groups, around 450.000 people were displaced in a short period and some fled to Liberia. In Zimbabwe more than fifty people were arrested by security forces in last month while they were watching footage of Egypt uprising video. Some other African dictators have given harsh speeches warning and threatening any street demonstration seekers.

However, it should be considered that perhaps millions of young African under the influence of recent youth movements in Egypt, Tunisia and Libya will go to polls for the first time in their life and elect their leaders and parliaments throughout 2011. They will vote for their future and the future of corrupt dictatorial regimes existing in Africa for decades. The youngest continent on earth will be changed by youth. There is hope and democratic election is the safest way to change political atmosphere that shaped by dictators in favor of their own self-interest. I think, North Africa uprisings will make positive effect on rest of the continent and opposition groups will be braver than ever during the election processes.

We will see how uprisings, democratic polls and separation of South Sudan will re-shape political landscape of the continent. We will also see whether expectations of youth for better future will be met or not and how leader profile will change at the end of the day. A historic battle has already taken place. We will wait and see who will be the winner: freedom believers or dictators?

Çarşamba, Şubat 23, 2011

İsyan Dalgası ve Afrika

İsyan Dalgası Sahra-altı Afrika’ya Yayılır mı?

Serhat Orakçı

Dünya Bülteni, Şubat 2011

Kuzey Afrika ülkelerinde yaşanan gelişmelerin siyasi ve pisikolojik etkileri Afrika kıtasının her köşesine sinmeye başladı. İlham perileri ezilmiş halklara cesaret fısıldarken koltuğunu korumaya çabalayan devlet başkanları oldukça tedirgin görünüyor. Afrika uzamanları Mısır ve Libya benzeri ayaklanmaların Afrika’nın genelinde başlayıp başlamayacağını anlamaya çalışıyor. Sorulan soru şu: Sıra kimde? Zimbabve mi Kamerun mu? Peki gelişmişlik düzeyi, internet kullanımı, okuma-yazma oranı, etnik ve dini yapı bakımından büyük farklılıklar arzeden Sahra-altı Afrika’da gerçekten halk protestoları ile iktidarların el değiştirmesi mümkün mü?

Kuzey Afrika’da yaşanan gelişmeler Sahra-altı Afrika’da halk bazında yakından takip ediliyor. Özellikle Mısır’da Hüsnü Mubarek’in devrimesiyle diğer ülkelerde de ufak çaplı gösteri ve protestolar düzenlendi. Libya lideri Kaddafi’nin devrilmesi halinde ise etkilerinin Afrika’da daha geniş olacağı tahmin edilirken diğer ülkelerdeki halk gösterilerinin artması bekleniyor.

İşsizlik oranının %59’larda seyrettiği Cibuti’de geçen Cuma halk sokağa döküldü. Gösterilerin ikinci gününde iki kişi ölürken muhalif parti liderleri tutuklandı. Amerika’nın ve Fransa’nın askeri üstü bulunan ülkede internet kullanım oranı sadece %3. Halkın büyük sefalet içinde yaşadığı ülke 1999’dan beri İsmail Ömer Gülle tarafından yönetiliyor.

Rober Mugabe’nin baskı rejimi altında inleyen Zimbabve halkı bugünlerde cesaretini toplamaya çalışıyor. Muhalif gruplar ülkede isyanın başlaması için lobi yaparken hükümette boş durmuyor. Son olarak 53 kişi Mısır ayaklanmasının video kayıtlarını izlerken tutuklandı. Facebook’da açılan “Mugabe Must Go” tarzı grupların ise internet erişiminin %13 olduğu ülkede büyük destek gördüğünü söylemek zor. Uzmanlara göre ise böyle isyan hareketine polisin tepkisi sert ve kanlı olacak; bunu bilen halk cesaret edecek halde değil.

Geçen hafta Uganda’da yapılan başkanlık seçiminde iktidar el değiştirmezken seçimde hile olduğunu iddia eden ana muhalefet partisi halkı ayaklanmaya çağırdı. 25 yıldır ülkeyi yöneten Yoweri Musaveni %68 oy alırken Amerika seçim sonucunun Uganda halkının iradesini yansıttığı belirterek tebrik mesajını iletti.

Kamerun’da muhalif gruplar ve işçi birliklerinin bugün Devlet Başkanı Paul Biya’yı istifaya çağırmak için toplanması bekleniyor. Organizsyonun yeterince iyi yapılmadığını savunan görüşlere göre ise gösterilerin taraftar toplaması zor görünüyor. Ana muhalefet gruplarının bile açıktan protesto çağrısı yapmadığı ülkede Paul Biya yandaşları ülkenin istikrar ve gelişme yolunda olduğu tezini savunuyor.

Mısır’ın peşinden Sudan’da da ufak çaplı bazı öğrenci gösterileri oldu. Sayıları yüzü aşmayan göstericiler halk genelinden destek göremezken Devlet Başkanı Ömer El Beşir bir sonraki seçimde aday olmayacağını açıkladı. İktidardaki Ulusal Kongre Partisi kararın ülkede yaşanan reform süreciyle ilgili olduğunu Mısır ve Libya ile alakası olmadığını duyurdu.

Senegal, Gabon, Etiyopya ve Gana’da halk ayaklanmasının muhtemel göründüğü riskli ülkeler arasında.

Sahra-altı Afrika ülkelerinin Kuzey Afrika ile kıyaslandığında yapısal farkları olduğu muhakkak. Gelişmişlik düzeyi, internet kullanımı, okuma-yazma oranı, etnik ve dini yapı büyük farklılıklar arzediyor. Mısır isyanında büyük rol oynayan twitter ve facebook gibi sosyal paylaşım sitelerinin Sahra-altı Afrika’da bu tarz bir rol oynaması mümkün görünmüyor. İnternet kullanım oranın %10’ların altında seyrettiği ülkelerde internet üzerinden organizasyonlar yapılması ve destek çağrılarının yapılması mümkün görünmüyor. Benzer şekilde kimi ülkelerde şehirleşme oranı da oldukça düşük.

Kuzey Afrika’da yaşananlar diğer Afrika halkları için büyük bir ilham kaynağı oldu kesin. Kişisel görüşüm Tunus-Mısır-Libya tarzı halk ayaklanmalarının Sahra-altı Afrika ülkelerine halk geneline yayılmayacağı yönünde. Buna karşın muhalif kesimlerin seslerini artık daha gür duyurabileceğini düşünüyorum.

Ama şurası muhakkak ki son günlerde Kuzey Afrika’da yaşanan dönüşüm Afrika kıtasının geleceği için bir dönüm noktasıdır. Bu dönüşümün kıta geneline nasıl yayılacağını birlikte göreceğiz. Ezilmiş halklar, kişisel tavır ve davranışların politik areneda ne kadar etkili olabildiğini dahası birlik ruhunun baskıcı rejimleri nasıl zora soktuğunu bir kez gördüler.

Pazartesi, Şubat 07, 2011

Mısır Ayaklanması Sahra-altı Afrikayı Nasıl Etkiler?

Mısır’daki Ayaklanma Sahra-altı Afrika’yı Nasıl Etkiler?

Serhat Orakçı

Dünya Bülteni, Şubat 2011

Güney Sudan’da bağımsızlık oylamasının yapıldığı günlerde uluslararası kamuoyu acaba iç savaş tekrar patlak verir mi diye endişeyle Sudan’ı izlerken olaylar aniden Tunus’ta patlak verdi. Tunus lideri yüklendiği tonlarca altınla Suudi Arabistan’a kaçarken halk ayaklanması Libya’yı es geçerek Mısır’a sıçradı. Otuz küsür yıldır ülkeyi yöneten Mubarek rejiminin saltanatı bugünlerde sallanıyor. Tahrir meydanında günlerdir gösteri yapan halkın başarıya ulaşması başka coğrafyalarda ezilen halklara da ilham kaynağı olacak muhakkak.

Tunus ve Mısır’da yaşanan son gelişmeleri Arap eksenli okumamak gerekir sadece. Mısır bugün Afrika kıtasının liderliği için Güney Afrika, Nijerya ve Kenya ile yarışan önemli bir aktördür. Mısır’da yaşanan olaylar Afrika’nın da dönüşüm isteğinin göstergesidir aynı zamanda. Her ne kadar gözardı edilse de Kuzey Afrika ülkelerinde yaşanan siyasi değişim farklı boyutlarıyla en başta Afrika kıtasını ilgilendirmektedir. Bu coğrafyanın şekillenişi ve siyasi eğilimleri diğer Afrika ülkelerini de aynı yöne götürecektir. Gelir dağılımın Kuzey Afrika’da daha adil dağıtılması Sahra-altı ülkelerde de aynı etkiyi doğuracaktır ya da Kuzeyli ülkelerin demokratik tavır alması Sahra-altı ülkelerde de benzer sonuçlar doğuracaktır.

Konu ile paralel olarak geçen Haziran ayında yazdığım “Afrika’da Liderlik Sorunu” başlıklı yazıda değindiğim gibi bugün Afrika kıtasının en büyük açmazları iş başındaki liderlerden kaynaklanıyor. Koca kıta halktan gelen taleplere kulak tıkayan, kişisel servetleri ülkelerinin milli gelirini aşan diktatorlerle dolu. Mısır’da eğitimli gençler işsiz gezerken, halk yoksulluğa mahkum edilmişken Hüsnü Mubarek’in ve ailesinin Avrupa bankalarındaki servetinin 70 milyar dolarla Bill Gates’i solladığı ortaya çıkıyor. 1967 yılında başageçen Gabon Devlet Başkanı El-Hac Ömer Bongo Ondimba, 1969 yılında iktidarı devralan Libya lideri Muammer Kaddafi, 1987’den beri Zimbabve’nin başında bulunan Rober Mugabe ve 1982’de başa geçen Kamerun Devlet Başkanı M. Paul Biya örneklerden birkaçı sadece.

Liderler değiştikce Afrika halklarının makus talihi de değişecek hiç şüphesiz. Halkın taleplerine kulak veren, halkın rahatı için ülkenin kaynaklarını sefeber eden bir anlayış geliştikçe zengin kıtanın fakir halkları da refah seviyesine erişecektir. Bu aşamada Mısır’daki gelişmeler Arap dünyası ve İsrail için olduğu kadar diğer Afrika ülkeleri için de son derece önemli. Belki şimdi sorulması gereken soru Kuzey Afrika’da alevlenen halk gösterilerinin kıta iç derinliklerine yayılıp yayılmayacağı. Zimbabve halkının Robert Mugabe’yi değiştirmek için sokağa dökülüp dökülmeyeceğini önümüzdeki günler gösterecek.

Afrika ülkelerinin büyük bölümü benzer sorunlarla yüzleşse de Kuzey Afrika ile Sahra-altı Afrika arasında önemli yapısal farkların olduğunu unutmamak lazım. Kuzey Afrika ülkeleri Arap dünyasının ve İslam dünyasının önemli bir paçası iken Sahra-altı Afrika ülkerinde ise İslam kültürü dominant yapısını giderek yitirmekte. Ekvator altına inildikçe ise Müslümanlar azınlık statüsüne geçmekte. Mısır ve Tunus’ta yaşananlar her ne kadar İslami devrim olarak nitelendilmeyip halkın geçim derdi olarak algılansa da Müslümanların baskı altında tutulması bu iki ülkedeki halk ayaklanmasının büyümesinde önemli bir unsurdu.

Mısır ve Kuzey Afrika’da yaşanan siyasi gelişmeler diğer Afrika ülkelerine siyasi ve ekonomik alanlarda doğrudan ya da dolaylı olarak etki yapacaktır muhakkak. Kuzey Afrika ülkeleri ile Sahra-altı ülkeler arasındaki ilişkilerin daha olumlu gelişeceği kanaatindeyim. Özellikle Mübarek rejiminin yıkılması ile Mısır’ın Afrika ülkelerine uyguladığı dayatmacı tavır normalleşecektir. Her ortamda Arap kimliğini ve Mısır’ın çıkarlarını öne çıkaran siyaset toplamda Afrika’nın çıkarlarını gözetecek şekilde evrilme şansı bulacaktır. Bu minvalde özellikle son dönemde Mısır ve Doğu Afrika ülkeleri arasında yaşanan Nil suyunun kullanım haklarına ilişkin gerginlik çözüm bulabilir. Günümüzde 400 milyon Afrikalının beslendiği Nil Nehri Mısır’ın tekelinden çıkarak Nil’in kaynak ülkelerinin de nehir suyundan eşit oranda yararlanmasının önünü açabilir.

Bulunduğu coğrafya gereği Mısır’daki siyasi gelişmelerden en çok etkilenen ülkelerin başında Sudan geliyor. Mısır’da yaşanan gelişmelerin hemen komşusu Sudan’a da sıçrayacağı başta akla gelmiş olsa da olaylar beklendiği gibi gelişmedi. Sudan’daki muhalif grupların protesto çağrıları halkın genelinde yankı bulmadı. Öğrenci grupları birkaç yüz kişiyi geçmeyen küçük gösteriler düzenledi. Halkı gösteriye çağıran muhalif liderler ironik biçimde dinazor olarak nitelendirildi. Muhakkak 2010 Nisan ayında ülke genelinde yapılan ilk demokratik seçimde Ömer El Beşir’in Ulusal Kongre Partisinin %65 dolaylarında oy alması Sudan için önemli bir göstergeydi. Geçtiğimiz Ocak referandumunda %99,57’lik oy oranıyla Güney Sudan bölgesinin ayrılması, 2003 yılından beri Darfur’da devam eden silahlı çatışmalar ve Uluslarası Ceza Mahkemesinin(UCM) Ömer El Beşir hakkındaki yargılama kararı ve kamuoyunun bu yöndeki baskılarına rağmen Sudan halkı liderine güven duyuyor.

Tekrar hatırlatmakta fayda var dünyanın en hızlı gelişen ve en genç kıtası Afrika önümüzdeki yıllara dünya siyasetinde önem kazanacağının sinyallerini veriyor. Afrika kıtası talihini değiştirmek, kendi geleceğini hazırlamak için değişim istiyor. Kuzey Afrika ülkelerinde bugün yaşananlar kıta genelinden bağımsız düşünülemez. Burada yaşanan siyasi gelişmeler tüm kıtayı olumlu yönde etkileyecektir şüphesiz.

Salı, Şubat 01, 2011

Güney Sudan Ayrılık Referandumu

Güney Sudan’da İslam Dünyası Toptan Kaybetti

Serhat Orakçı

Dünya Dülteni, Ocak 2011

Sudan önemli bir süreci geride bıraktı. Dünya basınının ilgisi geçen hafta Güney Sudan bölgesi için bağımsızlık oylaması yapılan ülkedeydi. 600’ün üzerinde uluslarası gözlemcinin izlediği referandum süreci Abyei bölgesindeki çatışmaları saymazsak olaysız geçti. Gelen ilk açıklamlar bölgede referanduma katılım oranının %90’ların üzerinde gerçekleştiğiydi. 2005 Kapsamlı Barış Anlaşmasında öngörülen %60 katılım şartı böylece sağlanmış oldu. Fiziki şartların ve okuma-yazma oranının vasatın çok altında olduğu Güney Sudan’da bu oranda bir katılımın gerçekleşmesi çok ilginç aslında. Bu sonuç bize bölgede ayrılık kampanyası yürüten iktidardaki Sudan Halk Kutuluş Hareketi(SPLM)’nin ve Batılı partnerlerinin güzel organize olduğunu gösterdi.

Referandum kesin sonuçlarının Referandum Komisyonu tarafından şubat ayının başında açıklanması bekleniyor. Yabancı merkezlerde sandıklar açıldı ve sayım işlemleri bitti. Londra, New York, Kahire, Addis Ababa ve Nairobi’de açılan sandıklarda açık farkla ayrılık oyları fazla çıktı. Disporadaki Güneylilerin çok büyük çoğunluğu ayrılık dedi. Güney Sudan’da henüz sonuçlar açıklanmazken bölgenin %90’ın üzerinde ayrılık için oyladığı tahmin ediliyor. Associated Press geçen hafta Güney Sudan’ın başkenti Juba’da 30.000 kişi ile yaptığı görüşmeye dayanarak ayrılık oylarının %96 civarlarında çıkacağını iddia etti.

Güney Sudan referandumu öncesi sandıktan ayrılık çıkacağı zaten tahmin ediliyordu. Bazı gazeteler “sonucu belli referandum” şeklinde başlıklar kullandılar. Ancak ayrılık oylarının %90’ın üzerinde çıkacak olması gerçekten düşündürücü. Bölgede yaşayan %10 civarındaki Müslüman Güneylinin de ayrılık için oyladığı anlaşılıyor. Bölge nüfusunun bu oranda ayrılık istemesi kuzey-güney ilişkilerinin ne kadar zayıf olduğunu bir kez daha gösterdi. Bu manzaradan gerekli derslerin çıkartılıp çıkaltılmayacağını önümüzdeki günlerdeki gelişmeler gösterecek elbette.

Önümüzdeki takvime göre Güney Sudan’ın 9 Temmuz’da tam bağımsızlığını ilan etmesi bekleniyor. Böylece ekonomik ilişkileri devam etse bile Güney Sudan, Sudan’dan resmi anlamda ayrılacak ve Arap dünyasından kopacak. Bölge her ne kadar Arap olmasa da günümüzde Arap ve İslam dünyası içinde yer alıyor. Bu değişim ile sadece Sudan’ın değil Arap dünyasının ve dolayısıyla da İslam dünyasının haritası değişmiş olacak. 10 milyon nüfus ve 600 bin km.’nin üzerinde bir toprak parçası İslam dünyasından kopacak ve İslam dünyasının sınırlarında kuzeye doğru gerileme yaşanacak.

İslam dünyasının Güney Sudan’ı kazanmak için bugüne kadar ciddi bir girişimi gerçekleşmedi. Politik areneda kuzey-güney çekişmesi hep Sudan’ın iç meselesi olarak algılandı ve insiyatif kullanılmadı. İzlenen politika iç savaş yıllarında Amerika’nın desteklediği güneye karşın kuzeyi desteklemenin ilerisine geçmedi. 2005 yılında kuzey-güney arasında imzalanan barıştan sonra da bölge toptan ihmal edildi. Referanduma birkaç aya kala Arap Birliği Genel Sekreteri Amr Musa’nın bölgeyi alelacele ziyareti dışında İslam dünyasından hiçbir lider buraya ayak basmadı. Avrupa Birliği, Amerika hatta Çin bile referandum için gözlemciler gönderirken İslam dünyası buna bile gerek görmedi. Aynı ilgisizlik Sivil Toplum Kuruluşları için de geçerliydi. Batılı misyoner STK’lar bölgede harıl harıl çalışırken İslam ülkelerinden STK’lar politik ve reklam getirisi şüphesiz daha çok olan Darfur’a hücum ettiler; fiziki şartları hiç de Darfur’dan iyi olmayan Güney Sudan’a ayak basan olmadı. Oysa yirmi iki yıl iç savaşa sahne olan bölge her açıdan yardıma ihtiyaç duymaktaydı. IHH İnsani Yardım Vakfı’nın ve TİKA’nın 2008-2010 döneminde Güney Sudan’daki bazı çalışmalarını saymazsak 2005’den beri Afrika’ya özel ilgili gösteren Türkiye bile bu bölgeye ilgisiz kaldı.

Referandum sürecinde Arap basını ateş püsküren yazılar kaleme aldı. Artık iyice aşikar olan Amerika ve İsrail ittifakının Sudan’ı böldüğünü yazdılar. Bilinen bu kof analizin dışına çıkamayan Arap basını psikolojik rahatlamanın dışında ileri gidemedi. Amerika-İsrail ittifakı ülkeyi bölmek için çalışırken biz bunu engellemek için ne yaptık diye soran çıkmadı. Bölge hep son yıllarda çıkmaya başlayan petrole paralel ekonomik çıkarlar ile gündeme geldi.

Güney Sudan’da kaybeden Sudan hükümeti ve Ömer El Beşir yönetimi değildir. İslam dünyası toptan kaybetmiştir. Güney Sudan İslam dünyasının harita üzerinde üvey evladıydı bugüne kadar. Bugün üvey evlat kararını verdi ve gidiyor. Umarız İslam dünyası Güney Sudan bölünmesinden gerekli dersleri çıkartır.

Cumartesi, Ocak 08, 2011

Sudan'da Mutlu Son mu?

Sudan’da Mutlu Son mu?
Serhat Orakçı
Dünya Bülteni, Ocak 2011

2011 yılına referandum tartışmalarının gölgesinde giren Sudan 1956 yılında İngiliz-Mısır yönetiminden bağımsızlığını kazandığından bu yana tarihinin en önemli gelişmesiyle yüzleşiyor. Dünya basını tarafından yakından takip edilen gelişmeler ışığında ülkede yeni bir döneme giriliyor. Yarı-özerk Güney Sudan bölgesinde tam bağımsızlık için referandum yapılacak ülkenin kuzey-güney olarak ikiye bölünmesi bekleniyor. Referandum öncesi veya sonrası oluşacak muhtemel gelişmeler Mısır başta olmak üzere şüphesiz bir çok komşu ülkeyi yakından ilgilendirirken küresel güçlerin de bir gözü Sudan üzerinde. 9 Ocak’da yapılacak referandumda 4 milyon Güneylinin sandık başına gideceği tahmin edilirken %50+1 oy çoğunluğu bölgeye tam bağımsızlık kazandıracak. Yeni Sudan-New Sudan ismini alacak bölge siyasi ve ekonomik açıdan Sudan’dan tamamen ayrılarak bağımsızlığını ilan edecek.

Sudan iç savaşının yeniden patlak vermesinden korkulan referandum sürecinde artık sona gelinirken 9 Ocak’da başlayacak halk oylaması bir hafta sürecek. Güneyliler oy pusulalarındaki iki el ile tek el arasında seçim yapacak. Okuma yazma oranının çok düşük olduğu bölgede tek el Güney Sudan’ın ayrılmasını sembolize ederken iki el Sudan’ın bütünlüğünü temsil ediyor.

Şüphesiz bu haftanın en önemli gelişmesi Sudan Devlet Başkanı Ömer El Beşir’in Güney Sudan’ın başkenti Juba’ya yaptığı geziydi. Alışılmışın dışında takım elbise üzerine kabilesel kıyafet giyerek uçaktan inen Ömer El Beşir Güney Sudan’da Salva Kiir tarafından karşılandı. 2005 Kapsamlı Barış Anlaşması gereği yapılan gezide Güneyli parlamenterlere seslenen Ömer El Beşir tarihi açıklamalarda bulundu ve ilk kez net ifadelerle Güney Sudan’ın bağımsızlığı seçmesi halinde referandum sonucunu tanıyacağını açıkladı. Kuzey-Güney arasında karşılıklı açıklamalarla zaman zaman yükselen tansiyon El Beşir’in açıklamalarıyla bir nebze yumuşadı. Açıklama hem uluslararası kamuoyu nezninde hem de Amerika tarafından memnuniyetle karşılandı.

Ömer El Beşir’in Güney Sudan’dan istediği muhalif liderlere özellikle de Darfurlu isyancı gruplara destek sağlamaması şartı da Juba’da kabul edildi. Güney Sudan yönetimi bugüne kadar iyi ilişkiler içinde olduğu Darfurlu isyancı gruplara bundan sonra destek sağlamama sözü verdi. Sudan hükümetinin en büyük endişesi Güney Sudan’ın ayrılması halinde Darfurlu isyancı grupların Güney Sudan’dan beslenmesi ve lojistik destek almasıydı. Şimdilik bu olasılığın önüne geçen Ömer El Beşir 2003 yılından beri devam eden Darfur krizini diğer bir Güney Sudan vakası haline gelmeden çözmek istiyor. El Beşir Darfurlu isyancı grupların Çad, Libya, Mısır ve Güney Sudan bağlantılarını öldürerek Katar hükümeti aracılığıyla Doha’da yürütülen barış görüşmelerine katılmaya zorluyor.

Merkezi hükümetin referandum sonucunu tanımaması halinde bunun bölgede iç savaşı yeniden tetikleyeceğini başta Amerika çok iyi biliyor. Güney Sudan’da iktidarda bulunan Salva Kiir’in Sudan Halk Kurtuluş Hareketi (SPLM)’ni doksanların başından beri el altından destekleyen Amerika yönetimi farklı kanallar aracılığıyla Sudan’daki merkezi yönetimden bugüne kadar Güney Sudan referandum sonucunun kabul edilmesi yönünde taleplerini dile getirdi. Hatta Başkan Obama senatonun itirazlarına rağmen Amerika’nın terörü destekleyen ülkeler listesindeki Sudan üzerindeki ambargoyu kaldırma önerisinde bulundu. Sudan’ı ziyaret eden Amerikalı diplomatlar Sudan hükümetine referandum sonucunun tanınması halinde ambargonun kaldırılacağı yönünde Obama’nın mesajını ilettiler.

Önemli gelişmelerden biri de Amerikan Senatosu Dış İlişliler Başkanı John Kerry’nin Sudan gezisiydi. Hartum’da üst düzey dilomatik görüşmeler gerçekleştiren Kerry Amerika’nın memnuniyetini dile getirdi. Ömer El Beşir’in Juba’da yaptığı açıklamadan duydukları memnuniyeti dile getiren Kerry Sudan üzerindeki ambargonun kaldırılabileceğini açıkladı. Amerika ile Sudan arasındaki ilişkikerin yeniden tesis edilmesini arzuladıklarını iletti. Sanırım, referandum sonrası gelişmeler özellikle de Sudan’daki merkezi hükümetin Darfur ve Güney Sudan’a yönelik hamleleri Sudan-Amerika ilşikilerinin bundan sonraki seyrinde belirleyici olacak.

Afrika içinde Çin’le rekabet etmeye çalışan Amerika kaybettiği gücü tekrar kazanmak için Güney Sudan referandumunu önemsiyor. Altyapısı oldukça yetersiz bölge Amerika için önemli bir merkez olma potansiyeline sahip. Bölgede petrolün çıkması, el değmemiş tarım arizilerinin olması, kullanilabilir su kaynakları ve Kenya, Etiyopya, Uganda gibi Afrika’nın önemli aktörlerine komşu olması Güney Sudan’ı stratejik bir üst haline getiriyor. Amerika Güney Sudan’da politik-ekonomik etkisini hissettirerek Doğu Afrika’da etkisini arttırabilmenin hesabını yapıyor. Bu aynı zamanda Çin’in bu bölgedeki etkisinin de kırılması anlamına geliyor.

Uzak Doğunun küresel gücü Çin de Sudan’daki gelişmeleri yakından takip ediyor. Büyük Çin yatırımlarının bulunduğu petrol üreticisi Sudan, Afrika kıtası içinde Çin’in başta gelen ticaret partnerlerinden. Çin-Malezya konsorsiyumu çerçevesinde yıllık 600 bin varil petrolün çıkartıldığı Sudan’da 15.000 civarında Çin vatandaşı bulunuyor. Son olarak 9 Ocak’da yapılacak referandum oylamasına gözlemci göndereceği duyuran Çin referandum sonucu ne olursa olsun Sudan’daki ilişkilerini devam ettirmek istediği açıkladı. Ekonomik çıkarlarını politik gelişmelere endekslemeyen Çin, Afrika içindeki aktif rolünü Amerika’ya rağmen devam ettirmek istiyor. Bugüne kadar Amerika’ya sırtını dönüp Çin’le yakınlaşan Sudan’da Güney Sudan’ın ayrılması ile manzara değişeceğe benziyor.

Güney Sudan’ın ayrılık süreci diplomatik alanda iyi organize edilmiş bir kampanyadır aslında. Bölgede okuma-yazma oranının şehirlerde bile çok düşük olduğu düşünüldüğünde halkın büyük kısmı aslında referandumun gerçekten ne anlama geldiğinin farkında bile değil. Batı dünyası ve kiliseler tarafından dini temellere oturtulan ayrılık kampanyası Hıristiyan Güneyi Müslüman Kuzeyin elinden kurtarmayı hedefliyor. Güney Sudan’da iktidarda bulunan Sudan Halk Kurtuluş Hareketi (SPLM) etrafında yürütülen Güney Sudan’ın ayrılık kampanyası şimdilik amacına ulaşmış gibi.

2010 Nisan seçimlerinde Güney Sudan genelinde %92,8 oy alan SPLM’in referandum sandıklarından da istediği sonucu alacağına neredeyse kesin gözüyle bakılırken Afrika kıtasındaki stratejik çıkarları doğrultusunda bu kampanyaya maddi-manevi en büyük desteği sağlayan Amerika ise son gelişmelerden oldukça memnun. Güney Sudan referandumu sonrasında Darfur krizinin çözümüne odaklanması beklenen Sudan yönetimi isyancı grupları Doha görüşmelerine katılmaya çağırırken bu grupların dışardan aldıkları askeri ve lojistik desteği de kırmak istiyordu. Referandum sonucunu tanıması karşılığında Amerika’dan ambargoyu kaldırma sözü alan Ömer El Beşir, Güney Sudan lideri Salva Kiir’den de muhalif liderleri desteklememe sözü aldı. Sudan’da tarihi dönüm noktasına gelinirken şimdilik taraflar istediklerini almış görünüyor.


Cumartesi, Aralık 18, 2010

Güney Sudan Bağımsızlık Referandumu

GÜNEY SUDAN REFERANDUMA GİDİYOR
Yazan: Serhat Orakçı
Dünya Bülteni, Aralık 2010

Sudan’ın yarı-özerk statüdeki Güney Sudan bölgesi bağımsızlık oylaması için gün sayıyor. 9 Ocak 2011’de yapılması beklenen oylama birçok yönden tarihi dönüm noktası olarak değerlendiriliyor. Neredeyse Türkiye büyüklüğündeki bölgede 10 milyon civarında nüfus yaşamakta ve bölgede Hıristiyan çoğunluğun yanında Animistler ve Müslüman azınlık yaşamakta. Bağımsızlık oylaması için öngörülen seneryolar arasında bölgenin tamamen Sudan’dan ayrılarak yeni bir devlet kimliğine bürünmesi ihtimali de bulunmakta. Bölgenin ayrılması durumunda ise Türkiye büyüklüğüne bir kara parçasının ve 10 milyon nüfusun Sudan’dan kopması bekleniyor. Bu nedenle Sudan ve Doğu Afrika için tarihi dönüm noktası olarak değerlendirilen referandum yerel ve uluslararası kamuoyu ve özellikle komşu Afrika ülkeleri tarafından dikkatle izleniyor.

1983-2005 yılları arasında Afrika kıtasının en uzun süren iç savaşına sahne olan Sudan etnik ve kültürel açıdan farklı din, dil ve ırklara ev sahipliği yapmakta. 40 milyon nüfusun yaşadığı ülkede Müslümanlar, Hıristiyanlar ve Animist inanışların içiçe geçtiği kültürel bir doku hakim. Genel net ayrımlar olmamasına rağmen Müslümanlar ülkenin kuzey eyaletlerinde Hıristiyan ve Animistler ise güney eyaletlerinde yoğunluklu olarak yaşamakta. Bu üç dinsel unsurun biraraya geldiği çok sayıda köy-kasaba-şehir görmek mümkün. Örneğin Sudan’ın başkenti Hartum bu unsurları içinde barındıran bir şehir görünümünde; şehride yarım milyon civarında Güneylinin yaşadığı tahmin ediliyor. Başka bir örnek ise Batı Bahrel Gazel eyaletinden verilebilir: Raja adındaki küçük yerleşim yeri eyalet genelinin Hıristiyan ve Animist olmasına rağmen çok sayıda Müslümanın yaşadığı bir sınır kasabası. Irksal ayrımın da benzer bir şekilde net olmadığı ülkede Arap ve daha esmer Afrika kökenli insanları görmek mümkün. Ülkenin çoğu yerinde bu ırklar da içiçe geçmiş vaziyette. Genel itibariyle Arapların ülkenin kuzeyinde Afrikalıların ise Güney Sudan ve Darfur bölgelerinde yoğunlaştığı kabul ediliyor. Irksal ve dinsel farklılaşmalara rağmen ülkenin büyük çoğunluğu ülkenin tek resmi dili Arapçayı benimsemiş durumda.

Yarı-Özerk Güney Sudan Bölgesi

9 Ocak 2011 tarihinde yapılacak referandumun ile ismi gündemden düşmeyen Güney Sudan bölgesi Sudan içinde yarı-özerk statüye sahip. Ülke genelinde Şeriat hukukuna dayalı bir yargı sistemi uygulanırken Güney Sudan bölgesi kendi anayasasına, başkanına, bayrağına ve meclisine sahip. İçişlerinde bağımsız olan bölge dış işlerinde Sudan’ın başkenti Hartum’daki merkezi hükümete bağlı. Güney Sudan Devlet Başkanı aynı zamanda Sudan devlet başkan yardımcılığı görevini yürütmekte. Ülke genelinde resmi dil Arapça olmasına rağmen sömürge dili İngilizce Güney Sudan’da yaygın olarak kullanılmakta.

640.000 km² toprak büyüklüğüne sahip 10 milyon nüfuslu Güney Sudan bölgesinde iki yüzün üzerinde etnik dilin konuşulduğu tahmin edilmekte. Dinka, Şuluk ve Aşoli gibi büyük kabilelerin yaşadığı stratejik öneme sahip bölge, Afrika içinde etkin siyaset yürüten Kenya, Uganda, Etiyopya ve Orta Afrika Cumhuriyeti ile ortak sınır paylaşmakta. Bu ülkeler arasında sıkışmış Güney Sudan komşu ülkelerde cereyan eden siyasi ve ekonomik olaylardan da büyük oranda etkilenirken bu ülkelerden göç almakta ya da göç vermekte. Bir çok ticari mal da yine sınır ticareti vasıtasıyla Güney Sudan’a ulaşmakta. Bu yüzden Güney Sudan sınırları içerisinde çalışan Uganalıları, Kenyalıları görmek ya da bu ülkelerde üretilmiş malları görmek mümkün.

Birçok kabilenin bir araya geldiği Güney Sudan bölgesi sık sık kabileler arası çatışmalara sahne olmakta. Zaman zaman Dinka kabilesi ile Şuluk kabilesi arasında yaşanan gerilim bazen kanlı çatışmalara sebep olmakta ve bu çatışmalarda yüzlerce insan hayatını kaybetmekte. Düşük siyasi içerikli bu çatışmaların çoğunluğu toprak sınırları ile ilgili anlaşmazlıklar yahut hayvan sürülerinin kontrol edilmeyişi yüzünden çıkmakta. Güney Sudan’da büyük nüfusa sahip Dinka kabilesi siyasi açıdan Güney Sudan’da iktidarda bulunan Sudan Halk Kurtuluş Hareketi (SPLM)’e yakınken Şuluk kabilesi merkezi Hartum yönetimine daha yakın durmakta.

Yaklaşık 10 milyon nüfusa sahip Güney Sudan’da kültürel açıdan üç önemli etken göze çarpmakta. Hıristiyan, İslam ve Yerli kültürlerin oluşturduğu mozaik içerisinde en baskın unsur Animist olarak adlandırılan yerli Afrika inanışları. Nüfusun büyük çoğunluğunu yerli Afrika inanışlarının oluşturduğu bölgede %10 civarında Müslüman ve %30 civarına Hıristiyan yaşamakta. Bölgenin Hıristiyan olarak nitelendirilmesinde ise en önemli etken bölge yöneticilerini oluşturan elit sınıfın Hıristiyan olması. Geneli dışarda eğitim almış yahut kolonyalist zihniyetin kurduğu okullardan mezun bu elit sınıf bölgenin siyasi kaderinde de önemli roller oynamakta. Bölgenin vitrinini oluşturan elit sınıf Güney Sudan’da iktidarı elinde bulunduran SPLM etrafında toplanırken bölgenin de üst düzey siyasi temsil gücünü simgelemekte. Yerli Afrika inançlarının küreselleşmenin etkisiyle zayıfladığı bölgede Müslümanlar azınlık olarak kabul görmekte.

9 Ocak 2011 Bağımsızlık Referandumu

1956 yılında İngiliz-Mısır yönetimine karşı gösterdiği politik dirençle bağımsızlığını kazanan Sudan Afrika kıtası içinde bağımsızlığını en erken kazanan ülke olmuştu. Sömürge yönetimin bitmesiyle tam bağımsızlık kazanan ülkede çok geçmeden kuzey-güney gerilimi büyüyerek iç savaşa dönüşmüştü. Ülkedeki Güney eyaletlerinin özerk statü talebiyle başlayan süreç 1955-1972 yılları arasında önce gerilla mücadelesi olarak başlayan sürtüşmeye daha sonra iç savaşa dönüşerek Anyanya ayaklanması olarak tarihe geçmişti. 1972 yılında kuzey kanadını temsilen Başbakan Cafer Nimeyri ile Güney Sudan Özgürlük Hareketi(SSLM) lideri Joseph Lagu arasında Etiyopya’nın başkenti Addis Ababa’da imzalanan Addis Ababa Barış Anlaşması ile ülke on bir yıl sürecek sulh dönemine kavuşmuştur.

72 anlaşmasının ihlali olarak değerlendirilen Nimeyri hükümetinin İslami politikaları 1983 yılında tekrar çatışmaları tetiklemiş ve 2005 yılına kadar sürecek Afrika’nın en uzun iç savaşını başlatmıştır. II.Anyanya olarak adlandırılan bu süreçte kuzey-güney arasında şiddetli çatışmalar cerayen etmiş özellikle sınır hattını oluşturan yerleşim birimleri ağır zararlara maruz kalmıştır. Bugün ismi sık sık petrol kaynakları ile gündeme gelen Abyei şehri de bu süreçten en çok etkilenen yerleşim birimlerinin başında gelmektedir.

2005 yılında tarafların silah bırakması ve Kapsamlı Barış Anlaşmasının kabulü ile iç savaş yılları sonra ermiş ülke politikacıları ciddi sorunlar ile yüzleşmek zorunda kalmıştır. Ülkeyi ciddi sorunlarla yüzyüze gelirken 1983-2005 arasında yaşanan çatışmalar 2 milyon insanın ölümü ve 4 milyon civarında insanın göç etmesiyle sonuçlanmıştı. Güney-kuzey çekişmesinin değerlendiren bazı akademisyen sürece tek bir olgu olarak bakmayı yeğlemekte ve 1955-2005 yılları arasında gerçekleşen çatışmalara tek bir iç savaş olarak bakmakta.

Üzerinde önemle durulan 2005 Kapsamlı Barış Anlaşması kuzey-güney gerilimi bakımından bir dönüm noktası olarak kabul edilmekte. Arabulucu devletlerin eşliğinde Kenya’da gerçekleşen anlaşma ile Güney Sudan bölgesi yarı-özerk statü kazanırken 2010 yılında ülke çapında genel seçimlerin yapılması ve 9 Ocak 2011’de de tam bağımsızlık için Güney Sudan’da referandum yapılması öngörülmüştür. 9 Ocak 2005 tarihinde Sudan’da iktidara bulunan Ulusal Kongre Partisi ve Güney Sudan’da iktidarda bulunan Sudan Halk Kurtuluş Hareketi (SPLM) arasında imzalanan anlaşma Niavsha anlaşması olarak da adlandırılmaktadır. Yine 2005 Kapsamlı Barış Anlaşması kapsamında petrol gelirlerinin kuzey-güney arasında eşit dağıtılması ve Abyei bölgesinde eş zamanlı ayrı bir referandumun yapılması kararlaştırılmıştır.

SPLA veya SPLM

Güney Sudan siyasi hayatında önemli bir rol üstlenen Sudan Halk Kurtuluş Ordusu (SPLA)’in kurulması Güney Sudan’ın efsanevi lideri John Garang tarafından 1983 yılında gerçekleşmiştir. 1983-2005 yılları arasında merkezi hükümete karşı çarpışan askeri yapılanma 2005 Kapsamlı Barış Anlaşmasından sonra siyasi parti kimliğine bürünmüş ismi Sudan Halk Kurtuluş Hareketi (SPLM) olarak değişmiştir. 22 yıl silahlı mücadele veren SPLA Kenya, Etiyopya, Uganda gibi sınır ülkelerden beslenirken Afrika kıtasının dışında Amerika’dan askeri destek almıştır. 30 Temmuz 2005’de John Garang’ın helikopter kazasında şaibeli ölümünün ardından liderliği bugün hala Güney Sudan devlet başkanlığı görevini yürüten Salva Kiir Mayardit teslim almıştır. Güney Sudan halkının büyük desteğini alan SPLM Sudan’da gerçekleşen son 2010 Nisan genel seçimlerinde Güney Sudan bölgesinde %92,8’lik ezici bir üstlünlük sağlamıştır.

Doksanlı yıllarda Sudan’da iktidarda bulunan Ömer El Beşir ile arası açılan Amerika, Sudan’ı terörü destekleyen ülkeler listesine alarak ambargo uygulamaya başlamıştır. Bu tarihlerde Sudan’ın başkenti Hartum’daki Şifa ilaç fabrikasını kimsayal silah ürettiği iddiasıyla bombalyan Amerika, Ömer El Beşir’i devirmek için SPLA’e askeri destek sağlamıştır. 1996 yılında 20 milyon dolar tutarında Güney Sudan Kurtuluş Ordusu’na askeri teçhizat sağlayan Amerika bugün de Güney Sudan’ın tam bağımsızlık kazanmasını desteklemektedir.

Referandum Öncesi Anlaşmazlıklar

Sudan’da merkezi hükümet Sudan’ın birliği için kampanya yürtürken Güney Sudan’da iktidarda bulunan SPLM bölgenin tam bağımsızlık kazanması için uğraş vermekte. Referandum tarihine çok az bir zaman kalmasına rağmen taraflar arasında çözüm bekleyen onlarca önemli sorun bulunmakta. Referanum öncesi çözüm bekleyen konuların başında petrol gelirlerinin yeniden dağılımı, sınırların netleşmesi, vatandaşlık hakları, dış borçların bölüşümü ve petrol bölgesi Abyei sorunu gelmekte.

Merkezi hükümet çözüm bekleyen anlaşmazlıklar giderilmeden referandumun yapılmasını arzulamazken Amerika’nın da desteğini alan Güney Sudan referandumun tam tarihinde yapılmasında ısrarlı. Geçtiğimiz aylarda Amerika’nın arabuluculuğu ile Addis Ababa’da iki kez biraraya gelen kuzeyli-güneyli diplomatlar anlaşmaya varamadılar. Taraflar arasındaki anlaşmazlığı gidermek adına Afrika Birliği de temaslarını sürdürmekte.

Petrol ve Abyei Sorunu

Perol gelirleri Sudan ekonomisinin son yıllardaki hızlı büyümesinde önemli rol oynamakta. Bu yüzden 2003 yılından bu yana ülkede çıkmaya başlayan petrol ülke ekonomisi için stratejik öneme sahip. Ülkede ekonomik büyümenin devamı büyük oranda petrol ve perole bağlı yan endüstrilerin gelişmesine bağlı. Günlük 500.000 varil ham petrol üreten Sudan OPEC içinde misafir üye statüsünde. Sudan’ın milli gelirinin yıllık 80 milyar dolar düzeyinde olduğu düşünüldüğünde ham petrol satışından elde edilen yıllık 10 milyar dolar ülke için büyük öneme sahip.

Çin-Malezya-Hindistan ortaklığı ile çıkarılan Sudan petrollerinin %80’lik bölümü bugün Güney Sudan olarak nitelendirilen bölge sınırları içinden çıkmakta. 2005 Kapsamlı Barış Anlaşması yıllık 10 milyar doları geçen petrol gelirlerini ülkenin kuzeyi ve güneyi arasında eşit bölüştürülmesini öngörmekte. Bu gelir Güney Sudan bütçesinin %98’ini teşkil etmekte. Bugüne kadar devam eden petrol gelirlerinin eşit dağılımı referandum sonrasında Güney Sudan’ın bağımsızlık kazanması halinde ise tekrar revize edilecek. Bu yüzden referandum öncesi taraflar arasında petrol gelirlerinin yeniden dağılımı hakkında tartışmalar devam etmekte.

2005 Kapsamlı Barış anlaşması gereği zengin petrol rezervlerinin varlığı ile bilinen Abyei bölgesinde Güney Sudan referandumu ile eş zamanlı referandum yapılması bekleniyor. Bu referandum ile bölgenin kaderini belirlemesi ve Güney Sudan’a katılıp katılmayacağına karar vermesi bekleniyor. Petrol gelirlerini kaybetmek istemeyen kuzey ve güney hükümetleri için Abyei’in geleceği stratejik öneme sahip. Abyei’nin Güney Sudan’a katılması halinde ülkenin küzeyinin petrol gelirlerini büyük oranda kaybedeceği tahmin ediliyor. Aynı ihtimal Abyei’in Güney Sudan’a katılmaması halinde güney kanadı için de geçerli.

Referandum öncesi Abyei konusunda tarafların anlaşmazlığa düştüğü konuların başında seçmen listelerinin oluşturulması gelmekte. Abyei’ye senenin belli aylarında kuzeyden gelen Mısriyye kabilesi gibi göçmenlerin referandumda oy kullanıp kullanamayacağı tartışılmakta. Merkezi hükümet bu göçebelerin referandumda oy kullanmasını isterken Güney Sudan hükümeti bölgede yerleşik olmayan göçebelerin oy kullanmasını kabul etmemekte.

Güney Sudan ve Nil Sorunu

Doğu Afrika ülkeleri arasında yaşanan son gelişmeler başını Mısır’ın çektiği Nil havzasındaki ülkeleri neredeyse çatışmanın eşiğine getirdi. Nil suyunun kullanım haklarının büyük oranda Mısır’ın tekelinde bulunması Etiyopya, Uyanga gibi Nil nehrine kaynaklık eden ülkeleri yeni bir platformda buluşturdu. Yukarı Nil ülkeleri olarak adalandırılan bu ülkeler Mısır’a karşı cephe alırken Nil suyunun kullanım haklarının ülkeler arasında eşit dağıtılmasını talep etmekteler. Tarım ve ticari aktivitelerinin ve elektrik üretiminin %80’i Nil suyuna bağımlı Mısır ise bu öneriyi şiddetle reddetmekte. Nil suyunun kaderi başta Mısır sonrasında ise havzadaki diğer ülkeleri etkileyecek.

Sudan’ı baştan sona kateden Nil Nehri Sudan için de stratejik öneme sahip. Etiyopya’dan çıkan Mavi Nil ile Uganda’dan çıkan Beyaz Nil Sudan’ın başkenti Hartum’da birleşerek Mısır’a akmakta. Özellikle tarım arazilerinin sulanması ve elektrik üretimi için kullanılan Nil suyu sınırlı sayıdaki dünya kullanılabilir tatlı su kaynakaları içinde büyük öneme sahip. Küresel ısınma nedeniyle 2020 yılında dünyanın ciddi su krizi ile karşılaşacağını öngören analizler Nil suyunun bu çerçevede çok daha önemli hale geleceğini belirtmekte. Nil tartışmasında bugüne kadar Mısır’ın yanında yeralan Sudan mevcut kullanım haklarını koruma isteğinde.

Etiyopya, Uganda gibi nüfusu hızla artan, şehirleşen ve küreselleşmeye ayak uydurmaya çalışan ülkelerin Nil suyunda daha fazla yararlanma isteğini bastırmak elbette mümkün değil. Nil havzasında bugün yaşanan tartışmaların gelecek yıllarda artması beklenmekte. Güney Sudan’da gerçekleşecek referandum sonrasında yaşanan tartışmaların buyutunun değişmesi beklenebilir. Güney Sudan’ın Sudan’dan ayrılması halinde özellikle elektrik üretimi için ve tarım arazilerinin sulanması için nehirden faydalanma isteği yurakı Nil ülkeleri arasındaki ittifakı güçlendirir. Bu doğrultuda Güney Sudan’ın Etiyopya, Uganda kanadına katılması ve Mısır-Sudan ittifakının karşısında yeralması beklenebilir. Son yayınlanan Wikileaks dosyaları da Mısır’ın bu konuda endişe duyduğunu ve Güney Sudan’ın ayrılmasını istemediğini ortaya koydu.

Referandum Olasılıkları

Tarihi nitelemesi yapılan Güney Sudan referandumu Sudan’ın siyasi, ekonomik ve kültürel geleceğinin şekillenmesinde önemli rol oynayacağa benziyor. Referandum öncesi üç senaryonun konuşulduğu Sudan’daki gelişmeler elbette komşu ülkeler üzerinden bölgesel etkilere de gebe durumda. Üç senaryo içerisinde ülkenin bölünmesi, taraflar arasında iç savaşın tekrar başlaması ya da şu anki mevcut durumun korunması yeralmakta.

Güney Sudan’ın yeni bir ülke olarak tam bağımsızlık kazanması halinde bunun Sudan üzerinde önemli etkilerinin olması beklenmekte. Öncelikle önemli bir toprak parçası ve nüfus kaybına uğrayacak ülke güney sınırındaki komşuları ile de irtibatını yitirecek. Bunların yanında daha öncede bahsettiğimiz gibi petrol rezervlerinin büyük bölümünü kaybetmesi ve ekonomik durgunluğa girmesi beklenmekte. Afrika kıtasının en büyük ülkesi konumundaki ülke böylece büyük bir potansiyeli yitirerek kültürel açıdan daha homojenik hale gelecektir. Elbette böylesi bir tablo ülkeyi ciddi sorunlarla burun buruna getirecekken Sudan’ı petrole alternatif olacak kaynak arayışına sürükleyecektir. İlk kertede olumsuz görünen bu tablo Sudan’ın tarım, turizm, hayvancılık gibi alternatif kaynakları daha aktif hale getimesi halinde ise uzun vadede ülkeye önemli getirileri olacaktır. Petrole bağımlılığı azalan ülkede başka sektörler gelişim imkanı bulacakken ülke stratejik açıdan tek bir kaynağa bağlı kalmayacaktır. Alternatif kaynakların geliştirilmemesi durumunda ise ülke ciddi ekonomik beraberinde de sosyolojik sorunlarla yüzleşecektir.

Güney Sudan’ın tam bağımsızlığa geçmesi halinde temel altyapı yatırımlarından yoksun bölge büyük oranda dış etkilere maruz kalacaktır. Karasal bir devlet olacak bölge deniz bağlantısını kaybedeceği için gene Hartum yönetimine ya da alternaif olarak Kenya’ya bağımlı hale gelecektir. Ülkenin kalkınması için başta Amerika olmak üzere dış yatırımlar teşvik edilecek bağımsızlık kazanan Afrika ülkelerinin izlediği yolu izleyerek özelleştirmeye gidecektir. Pek tabi petrol rezervlerini koruma iç güdüsü ile de askeri yatırımları arttırmanın yollarını arayacaktır.

Güney Sudan bağımsızlık referandumu öncesi düşük ihtimal olarak gündeme gelse de ülkenin iç savaşa tekrar sürüklenebileceği göz önünde bulundurulmakta. Referandumun merkezi hükümet tarafından iptal edilmesi, referandum sonucunun kabul edilmemesi yahut oylamaya şaibe karışması durumunda taraflar arasında çatışma çıkması ihtimaline Sudan’ın geleceği için en karamsar senaryo denebilir. Silah satıcıları dışında kimsenin istemediği bu senaryonun gerçekleşmesi durumunda hiç şüphesiz ülke çok derin yaralar alacaktır.

Güney Sudan referandumunda oy çoğunluğunun sağlanamaması durumunda ise ülke şimdiki mevcut durumunu koruyacak bölünmeye gitmeyecektir. Kısa vadede Güney Sudan’ın kaybı gibi görünecek bu manzara aslında uzun vadede Sudan’ı bölgesel bir güç yapmanın anahtarıdır. Sudan’ın toprak bütünlüğünü koruması halinde Afrika kıtası içine belirleyici bir aktör olmasının yolu açılacak özellikle kıtadaki Arap unsurlar ile Afrikalı unsurlar arasında köprü vazifesi görecektir. Dokuz ülkeyle bulunan sınırı sayesinde ekonomik ilişkilerini güçlendirecek belki de en önemlisi mevcut çok kültürlü yapısını koruyacaktır. Çok kültürlülüğün kullanıldığında önemli bir avantaj haline geldiği günümüzde bu sayede hem Batı ülkeleri olan ilişkilerini hem de Arap dünyası ile olan ilişkilerini geliştirebilecektir.

Cumartesi, Aralık 11, 2010

Sudan'ın Kültürel Geleceği Nasıl Şekillenecek

Sudan’ın Kültürel Geleceği Nasıl Şekillenecek?
Serhat Orakçı
Aralık 2010, Dünya Bülteni

Toprak büyüklüğü, nüfusu, barındırdığı farklı kültürler ve tarihi geçmişi dikkate alındığında şüphesiz Afrika kıtasının en önemli ülkelerinde biri olarak göze çarpan Sudan önümüzdeki ay yarı-özerk Güney Sudan bölgesi için referanduma gitmeye hazırlanıyor. Tarihi bir gelişme olarak nitelendirilen bağımsızlık referandumunun Sudan ve Doğu Afrika içinde bölgesel etkilerinin olması bekleniyor. Hristiyan çoğunluğun yaşadığı 10 milyon nüfusa sahip neredeyse Türkiye büyüklüğündeki Güney Sudan bölgesinin referandum sonucuna göre tam bağımsızlık hakkı kazanması ve yeni ülke kimliğiyle yoluna devam etmesi muhtemel olasılıklar arasında yer alıyor. Kuzey-güney sınır hattında zengin petrol rezervlerinin yeraldığı düşünüldüğünde önemli ekonomik sonuçlar doğurması beklenen referandumunun Sudan’daki kültürel dokuyu derinden etkilemesi beklenebilir.

Konunun ekonomik boyutu bir kenara bırakılarak sadece kültürel açıdan bakıldığında şu soruyu sormak gerekiyor: Hristiyan çoğunluğun ve Müslüman azınlığın yanında Afrika yerli inanışlarının hala yaşadığı Güney Sudan bölgesinin Sudan’dan ayrılması durumunda ülkenin kültürel geleceği nasıl şekillenecek? Bu sorunun cevabı sadece günümüz politikası ve beklentileri ile alakalı değil elbette uzantıları yüzyıllar öncesine İslam’ın Sudan ve Doğu Afrika ülkelerinde yayıldığı yıllara aynı zamanda da kıtanın geçirdiği sömürge sürecine kadar uzanmakta.

Afrika kültürleri üzerine önemli değrlendirmeler yapan akademisyen Ali Mazrui 1986’da yayınlanan (The Africans: A Triple Heritage) kitabında Güney Sudan’ın yakın gelecekte Araplaşacağından ve İslamlaşabileceğinden söz ediyor. Kolonyalist güçlerin İslamın Afrika kıtasındaki ilerleyişini Kenya, Etiyopya gibi Doğu Afrika ülkelerinde kesmeyi başardıklarını belirten Mazrui bugünlerde referandum süreci ile gündemden düşmeyen Güney Sudan’ın İslamlaşmasına neredeyse kesin gözüyle bakıyor. Ali Mazrui ortaya koyduğu görüşü şöyle açıklıyor: “Güney Sudanlılar, Araplaşma sürecinin İslamlaşma sürecinden daha fazla ve hızlı şekilde yaşandığı tek Alt-Sahara topluluğudur. Güney’de yaşayan Sudanlılar, Arapçayı İslam’dan daha çabuk ve hızlı benimsemişlerdir ve bu süreç bugün de devam emektedir. Sudan’ın Güney bölgelerininin böylesine hızlı bir şekilde dilsel düzlemde Araplaşmasının iki olası sonucu olacaktır: Güney Sudanlılar Mısır’daki Kıptilere benzer bir topluluk haline gelecektir. Ya da Güney Sudan’ın Araplaşması İslamlaşmasını da beraberinde getirecektir. Böylece Sudan’ın güney bölgeleriyle kuzey bölgelerindeki farklılıklar ortadan kalkacak ve bu yörelerdeki insanlar birbirleriyle kaynaşmış olacaktır.” Seksenli yılların başında Sudan’da patlak veren ve 2003’e kadar süren kuzey-güney iç savaşı dikkati alındığında oldukça iyimser bir yaklaşım ortaya koyan akademisyen öngörüsünü şöyle tamamlıyor: “Olaya tarihsel ve toplumbilimsel gerçekler ve gelişmeler açısından bakıldığında uzun bir süre Araplar tarafından yönetilmiş bulunan Sudan’ın tümünün yakın bir gelecekte bütünüyle otomatik olarak İslamlaşacağını görmek hiç de zor olmasa gerek.”

Karşıt minvalde görüş belirten medeniyetler çatışması tezinin babası Huntington’a göre ise Güney Sudan, Hıristiyan ve İslam medeniyetlerinin arasına sıkışmış bir fay hattı. Çok ilgi gören “Medeniyetler Çatışması” kitabında İslam’ın kanlı sınırları başlı altında Güney Sudan’a değinen Huntington Sudan’da kuzey-güney arasında 1956 yılından beri yaşanan çekişmenin temeline dini ve kültürel faktörleri oturtuyor. Ona göre fay hattı savaşlarının yaşandığı bu coğrafyada Müslüman çoğunluğa sahip kuzey İslam coğrafyasından destek alırken Hıristiyan çoğunluğa sahip güney Hristiyan dünyadan besleniyor.

Yaşanan son gelişmeler bu bölgede bir kutuplaşmayı doğurdu. İslam ülkeleri bloğu Arap-Afrika Zirvesi gibi organizasyonlar aracılığıyla Sudan’da merkezi hükümeti ve Sudan’ın bütünlüğünü destekleyen açıklamalar yaptı. Amerika’nın başını çektiği Batı ülkeleri bloğu ise Güney Sudan’ın ayrılmasını açıktan destekleyen mesajlar verdiler. Bu desteğin arkasında hiç şüphesiz klise odaklarının bulunuğunu da unutmamak gerekir. Tarihi referandumda çoğunluğun sağlanması ve Güney Sudan’ın yeni bir ülke kimliğine bürünmesi halinde Mazrui’nin zaten Araplaşmış Güney Sudan bölgesinin otomatikman İslamlaşacağı yönündeki öngörüsü büyük oranda sekteye uğrayacaktır. Bu öngörünün gerçekleşmesi başka dinamiklere bağlı hale gelecektir. Bölgede fiziksel olarak toprak ve sınır ayrışmasının yaşanması Huntington’un bölge hakkındaki tespiti ışığında Hıristiyan-Müslüman kültürel ayrımı daha keskin hale gelecektir. Böylesi bir durumun ise İslam coğrafyasını gösteren sınırların haritalar üzerinde resmen gerilemesi ve İslam’ın Afrika’da gerileyişi veya Hıristiyan dünyanın zaferi olarak zihinlere yansıyacaktır.

Salı, Kasım 23, 2010

Güney Sudan-İsrail Yakınlaşması

Çok Boyutlu Güney Sudan-İsrail Yakınlaşması
Serhat Orakçı
Dünya Bülteni, Kasım 2010
Sudan'da yaşanan son gelişmeler ışığında doğal kaynakların Afrika kıtasına yarardan çok zarar verdiğini öne süren tezleri dikkate almak gerekiyor. Büyük bir ulus parçalanmanın eşiğine gelmişken ortaya atılan tüm seneryolar pertol ve su etrafında şekilleniyor. Kuzey-Güney arasında 2003 yılından bu yana çıkmaya başlayan pertol şu an referandum tartışmalarının temel odak noktası. Amerika aracılığı ile Etiyopya'da biraraya gelen kuzeyli ve güneyli diplomatlar birinci turda anlaşmaya varamadan döndüler. Abyei bölgesinin kimin elinde kalacağı ülkenin bölünmesinin yanında daha çok önem kazandı. Referandum yaklaştıkça Obama yönetimi Sudan üzerinde sesini daha çok yükseltmeye başladı. Obama Etiyopya'da düzenlenecek ikinci tur görüşmelerde mutlaka sonuca varılmasını ve ihtilafların giderilmesini isterken 1997'den beri Sudan'a uygulanan ekonomik ambargoyu da uzatmak istiyor.

Günlük 500-600 varil pertol üretimi bulunan Sudan uzakdoğulu şirketler aracılığıyla çıkarttığı pertolden yıllık 10 milyar dolar gelir elde ediyor. 2000'li yıllarda ülke ekonomisinde başlayan canlanma ve büyüme hızında pertolden elde edilen gelirin payı büyük. Bugüne kadar pertol gelirlerini kuzey-güney arasında yarı-yarıya bölüştüren sistem Güney Sudan'da yapılacak referandum sonrasında değişime uğrayacak. Güney Sudan'ın referandum sonunda bağımsızlığını ilan etmesi ve yeni ülke kimliği ile yola devam etmesi durumunda pertol gelirlerinin %80'ini eline alacak. Bu durumda merkezi Hartum hükümetinin pertol gelirleri azalacak. Kuzey-güney sınırı arasında kalan petrol bölgesi Abyei'nin paylaşımı ise Sudan'da gündemin ilk maddesi. Ekonomik canlanmayı sürdürmek isteyen taraflar Abyei'den vazgeçmek istemezken Amerika aracılığı ile ara formüller geliştirilmeye çelışılıyor. Sudan'dan ayrılma planları ayyuka çıkmış Güney Sudan yönetimi merkezi Hartum yönetiminin ekonomik kaygılarını dindirmek adına sıfır faizli uzun vadeli kredi açabileceklerinden bahsediyor.

Ekonomik canlanmayı sürdüren taraflar büyük pertol rezervlerinin bulunduğu Abyei bölgesini kaybetmek istemiyor. Yapılan tüm hesaplar bu bölgeye odaklanmış durumda. Amerika yönetimi çatışma ihtimaline karşı sınır hattına BM barış gücü yerleştirmek niyetinde lakin bu öneri Sudan hükümeti tarafından şiddele reddediliyor. Sudan petrollerini çıkartıp işleyen konsorsiyumun büyük ortağı Çin de BM gündemine getirilen barış gücü önerisini kabul etmeyerek Sudan'la birlikte hareket ediyor. Amerika'nın bölgeye gönderdiği diplomatlar ise savaş çığırtkanlığı yapmanın ötesine geçmeyerek her fırsatta ABD ordusunun Sudan'a müdahaleye hazır olmasını istiyor.

Güney Sudan'ın bağımsızlığını eline alması ve Sudan'dan tamamen ayrılması bazı kesimlerce cesaretlendiriliyor. Bu bölücü propaganda da Güney Sudan'ın yeraltı ve yerüstü zenginliklerine vurgu yapılarak Hıristiyan güneylilerin Müslüman kuzeylilerden ayrılması teşvik ediliyor. Bölgede çıkan petrolün kuzeyli Araplarla paylaşılmadığı taktirde tek başına güneylilere yeteceği ve dahası Güney Sudan'ın ayrılır ayrılmaz zenginleşip Afrika'yı saran tüm hastalık, yoksulluk gibi dertlerden kurtulacağı yönünde pembe bir tablo çiziliyor. Ama işin aslı hiçte göründüğü gibi değil.

Güney Sudan'ın bölünmesi durumunda kuzey-güney hattında 2000 km.'lik yeni bir sınır ortaya çıkacak. Sancılı geçeceğe beklenen bölünme sonrasında iki tarafın önceliği de bu sınırı korumaya odaklanacak. Yapılacak olan sınır koruma maliyeti ise muhtemelen tarafların elde edeceği petrol gelirinden kat ve kat daha fazla olacak. Bu durumda petrolün bırakın fayda getirmesini damlasının bile ülkeye bir yararı olmayacak. Bu durumu görmekten uzak siyaset yapımcıları tüm hesaplarını petrol üzerine kurarken büyük bir yanılgı içinde olduklarını görmekten uzaklar. İki sınır arasında kalan petrol bölgesini korumanın askeri maliyeti o bölgeden elde edilecek muhtemel gelirlerin çok üstünde olacağı kesin.

Güney Sudan'ın petrolün yanında el değmemiş verimli tarım arazilerinin olduğunu öne sürerek bölünmeyi cesaretlendiren zihniyete bu tarım arazilerinin neden bugüne kadar el değmeden durduğunu bölgede yaşayan insanlara bir nebze faydasının dokunmadığını da sormak lazım. Bugüne kadar işlenmeyen bu toprakların ülke bölünür bölünmez nakit paraya dönüşeceğini, ülkenin birden refaha kavuşacağını umanlar yanılıyorlar. Sudan'ın bölünmesinden kuzey de güney de bir fayda görmezken bu işten karlı çıkacaklar yeraltı ve yerüstü zenginliklerine zaafı olan, hiçbir bölgede güçlü odak istemeyen küresel büyük güçler olacaktır.

Sudan'da yapılacak referandum Orta Doğu'yu doğrudan etkileyebilecek gelişmelere de gebe. Güney Sudan yönetimi geçtiğimiz günlerde en yetkili ağızdan İsrail ile siyasi ilişkiye girebileceklerini duyurdu. İsrail'in bölünme sonrasında Güney Sudan'ı tanıması halinde siyasi ilişki kuracakları mesajının Güney Sudan yönetimi tarafından verilmesi boşuna değil elbette. Benzer mesajlar daha öncede verilmişti. Tüm hesaplarını Sudan'ın bölünmesi üzerine kuran Güney Sudan yönetimi çok iyi biliyorki Etiyopya, Uganda, Kenya, Sudan gibi ülkeler arasında kaldığında dışardan korumaya ihtiyacı olacak. Özellikle Hartum ile arasına 2.000 km.'lik sınır girdiğinde bu sınırın korunması gerekecek. Petrol bölgesi Abyei'yi kendine bağlayacağını düşünen Güney Sudan'ın pertol bölgesini koruması hiç de kolay olmayacaktır. Tüm bu güvenlik ihtiyacı içinde sağlam bir partner bulma güdüsü ile hareket eden Güney Sudan öncelikle Amerika'nın yardımına ihtiyacı duyacaktır. Bu desteği almanın kesinleşmiş yolu ise İsrail ile iyi ilşkiler kurmak, İsrail yatırımlarını bölgeye çekmekten geçiyor. Elbette bu güvenlik çemberinden yararlanmanın bir maliyeti de olacaktır ki o da bölge petrolünü işlemekten, Nil suyundan faydalanmaktan ve verimli tarım arazilerine konmaktan geçiyor.

Afrika'da yaşanan insani sorunları zerre kadar umursamayan dahası işgal ettiği topraklardaki Afrikalı göçmenleri bir şekilde postalamanın yolunu arayan İsrail ayağına kadar gelen bu fırsatı elbette kullanacaktır. Bölgede Uganda, Kenya ve Etiyopya ile iyi ilişkiler içinde olan İsrail, Güney Sudan'a nüfuz etmesi durumunda hem Mısır'ı hem de Sudan'ı Nil üzerinden siyasi baskı uygulayabilir. Dahası gıda ihtiyacının çok büyük bölümünü bu bölgede yapacağı tarım projelerinden elde edebilir. 2020 yılında dünya kullanılabilir su kaynaklarının azalacağı ve tüm dünyayı su krizinin beklediği düşünüldüğünde Nil havzası gibi bir kaynağın başına çöreklenmeyi kim istemez ki? Güney Sudan bölünürse politik açıdan varlığını ilk tanıyacak ülkeler şüphesiz İsrail peşinden de Amerika olacaktır. Biri bölgedeki petrole diğeri de su kaynaklarına ve el değmemiş tarım arazilerine konacaktır.

Çarşamba, Ekim 13, 2010

South Sudan Referendum Process

Is United Sudan Still Possible?
Serhat Orakçı
Worldbulletin, Oct. 2010

The biggest county in Africa, Sudan, is going to start coming new year with a referendum which may pave the way for independence to its semi-autonomous South Sudan region. It seems that the referendum result will change millions of southerners’ future in some degree. It will affect cultural, economic and population balance of whole Sudan in general as well. Moderate change for political and religious balance in the East/Central Africa can also be expected after the referendum. Even the Nile water discussion between the countries in Nile Basin Initiative will get new dimension if South gets independency since it will demand construction of new dams and water projects for its agricultural activities.

As Sudan is getting close to the historic referendum, some crucial problems between north and south is still outstanding. Border demarcation, foreign debts, citizenship and distribution of oil resources are eminent issues waiting to be solved until referendum date. Especially, discussion on oil-rich Abyei region that located on south-north border should be completed. It is expected that simultaneously with South Sudan general referendum, another regional referendum will be organized for Abyei. Neither the central government nor the semi-autonomous government in South is willing to lose control over oil-rich area Abyei due to petroleum income which each side needs for economic development. For that reason, future of Abyei looks more important than rest of the South Sudan’s future.

Apparently, both sides (north and south governments) have different motivation regarding the future of South Sudan. While the central government, led by President Omar Al Basher’s National Congress Party (NCP), supports unity of Sudan for economical and geopolitical reasons, Sudan People Liberation Movement (SPLM), ruling party in South Sudan led by Salva Kiir, considers secession idea more than unity for Sudan. Recently, South Sudan President Salva Kiir addressed world leaders in United Nations General Assembly and revealed that the idea of united Sudan was no longer his party SPLM’s priority. In the same session, US President Obama asked for free and transparent referendum and explained US efforts as mediator between north and south wings. Further, after his return to Southern capital Juba Kiir announced his own vote color and said he will vote for independency in the referendum.

President Salva Kiir’s SPLM has been running secession campaign in South Sudan territory since Comprehensive Peace Agreement signed in 2005. By %92 of general votes, SPLM received huge support in recent April election in the South for presidency. It is a very important indicator for prediction of expected referendum result which followed with great concern by all sectors in the country. However, NCP’s campaign statement for unity remains still weak in the South since what it promises for South’s future is not very clear. How Unity can change Southerners life standards should be explained more clearly by ruling NCP. In current situation it seems that while SPLM basically vows independency for Southerners, NCP vows continuation of current conditions for them. But present circumstances in South Sudan needs more improvement in all directions especially infrastructure, health and education sectors. For instance, the capital of South Juba has only 60km. paved proper road and definitely needs more than this.

South Sudan President Salva Kiir has stressed South Sudan’s willingness for secession in his recent speeches in and out of Sudan. According to his idea, South Sudan might conduct its own referendum if President Basher’s NCP attempts to hinder the historic referendum. South Sudan and SPLM seems decisive for South’s independency till now. Their effort for the long awaited self-determination referendum is also supported by international community, Western countries and religious leaders of South Sudan churches. On the other hand, President Omar Al Basher and his party NCP have accused South President Salva Kiir of supporting for the South’s secession in public. NCP has stressed that Kiir’s open support for separation was clear violation of the 2005 Comprehensive Peace Agreement (CPA) which terminated two decades of civil war between north and south in Sudan. The Unity campaign of NCP receives support from Arab and some African countries in general. At the latest Afro-Arab Summit in the Libyan town of Sirte, Arab leaders gave huge support to Sudan for its Unity. Besides, they all agreed that secession of South might have negative effect on African continent as well as some Arab states. In the Summit, Libyan leader M. Gaddafi described Southerner’s demand for the referendum as contagious disease that affects the continent. However, Gaddfi’s statement was in contrast to comments he made in March after the Muslim and Christian clashes in Nigeria.

In conclusion, it seems that Sudan is in important phase which might change identity of millions of Sudanese citizens. If the historic referendum result provides south to establish a new state in Africa, Southerners should also establish their own new identity. So far, SPLM’s campaign for secession gained more support than NCP’s unity campaign amongst Southerners. As previously mentioned, NCP should be clearer in his statements for Unity. As well known in history, “independency/freedom” is the strongest statement of all times.






Perşembe, Ekim 07, 2010

GÜNEY SUDAN'DA REFERANDUM

Tarihi Referandum Sudan’ı Böler mi?
Serhat ORAKÇI
Dünya Bülteni, Ekim 2010

Hıristiyan ve Müslüman nüfusun beraber yaşadığı Sudan Ocak 2011’de yarı-özerk Güney Sudan için bağımsızlık referandumuna gitmeye hazırlanıyor. Referandum öncesi Sudan siyasi yaşamı hiç olmadığı kadar hareketli. Referandum sonucu öncelikle Güney Sudan’da yaşayan milyonları ilgilendirirken Sudan’ın geri kalanı da bu süreçten etkileneceğe benziyor. Beklenen referandum Sudan’ın İngiliz-Mısır yönetiminden bağımsızlığını kazandığı 1956’dan bu yana tarihindeki en önemli siyasi gelişme denebilir. 40 milyonun yaşadığı Sudan’ın demografik, ekonomik, dini, kültürel ve politik yapısı tarihi referandum sonrasında tümden değişime uğrayabilir.

Sudan’da seksenli yıllarda küzey-güney arasında çıkan çatışmalar iç savaşa dönüşerek 2 milyon insanın yaşamını yitirmesi ve milyonlarca insanın bölgeden göç etmesiyle sonuçlanmıştı. 2005 yılında taraflar arasında imzalanan Kapsamlı Barış Anlaşması ile iç savaş sona ererken tam da o yıllarda Sudan’ın Darfur bölgesinde benzer çatışmalar patlak vermişti. 2003 yılında Darfur’da başlayan çatışmalar yedi yıldır devam ederken Afrika’nın en büyük ülkesi Sudan tarihi bir olayın eşiğine geldi. 2011’in ilk günlerinde yapılacak bağımsızlık referandumu ile halihazırda yarı-özerk statüdeki Güney Sudan’a tam bağımsızlık yolunun açılması söz konusu. Hıristiyan çoğunluğun yaşadığı bölge oyların %60’ı bulması halinde yeni bir devlet olarak yoluna devam edebilir.

Tarihi referanduma sayılı günler kalmasına rağmen ortada cevaplanması gereken pek çok soru bulunuyor. Oy pusulalarının basımı henüz tamamlanmış değil. Devlet Güney Afrika’da basılan gecikmiş oy pusulalarını bekliyor. Bunun yanında referandum yapılacak bölgenin sınırları netlik kazanmış değil. Güney Sudan’ın bağımsızlık kazanması durumunda kuzey vilayetlerinde yaşayan güneylilere ne olacağı ve tam tersi güney illerinde yaşayan kuzeyli Sudanlıların nasıl bir statüde olacağı belirsizliğini koruyor. Ülkenin sahip olduğu dış borçların paylaşımı ve ülkenin en önemli gelir kaynağı olan petrolün nasıl bölüştürüleceği soruları cevap bekliyor. Son günlerde ilgili tarafların yaptığı açıklamalar ise saydığımız bu belirsizlikleri daha da derinleştiriyor.

Güney Sudan referandumu geçtiğimiz hafta Birleşmiş Milletler gündemindeydi. Süreci yakından takip eden dünya liderleri görüşlerini bildirirken ortak temenni referandum sürecinin çatışma ya da iç savaşa dönüşmeden işlemesi yönündeydi. Petrol kaynakları ve Hıristiyan nüfusu nedeniyle bölgeye özel ilgi duyan Batı referandum sürecini yakından takip ediyor. Obama, BM Genel Kurulunda yaptığı konuşmada referandumun özgür bir ortamda gerçekleşmesini istedi. Aynı oturumda konuşan Güney Sudan Devlet Başkanı Salva Kiir birleşme fikrinin Güney Sudan için cazibesini yitirdiğini belirterek bölünmeden yana tavrını göstermiş oldu.

Güney Sudan’da iktidarı elinde bulunduran Sudan Halk Kurtuluş Hareketi (SPLM) yoğun bir bağımsızlık kampanyası yürütmekte. SPLM’in son yapılan Nisan seçiminde Güney Sudan’da %92’lik bir oy aldığı düşünülürse yürütülen kampanyanın etkisi anlaşılabilir. Sudan genelinde iktidarı elinde bulunduran Devlet Başkanı Ömer El Beşir’in Ulusal Kongre Partisi’nin yürüttüğü birleşme kampanyası ise Güney Sudan’da zayıf kalmakta. Bunun en önemli sebebi ise birleşmenin Güney Sudan’a gelecekte ne kazandıracağının açıkca dillendirilmemesi. Bu durumda ayrılıkçı kampanya Güneylilere bağımsızlık vaadederken birleşme kampanyasının vaadettiği en önemli unsur Güney Sudan’daki mevcut durumun bundan böyle de devam etmesi. 10 milyon nüfusun yaşadığı, İspanya büyüklüğündeki bölgenin mevcut durumu ise pek iç açıcı gözükmüyor. Başkent Juba’daki 60km.’lik asfalt dışında yol olmayan bölgede altyapı oldukça yetersiz. Son aylarda başlatılan altyapı yatırımlerı ise henüz tamamlanabilmiş değil.

Taraflar arasında asıl çekişmenin yaşanacağı kuzey-güney sınırı arasına sıkışmış Abyei bölgesini ayrıca değerlendirmek gerekiyor. Sudan’daki petrolün büyük bölümünün çıktığı özel statüdeki bölgede genel referandumdan ayrı bir referandum eşzamanlı ya da önümüzdeki sene yapılacak. Sudan’da petrol gelirlerini kaybetmek istemeyen taraflar ekonomik kalkınmanın sürdürülebilirliği açısından Abyei bölgesini ellerinde tutmak istiyor. Bu yüzden kuzey-güney arasında taktiksel açıdan asıl mücadelenin yaşandığı yer burası. İktidardaki Ulusal Kongre Partisi Ocak referandumunda Güney Sudan’ı kaybetse bile Abyei bölgesini elinde tutmak için bölgesel referanduma kadar özel çaba içinde olacaktır. Aynı şekilde tarımsal ve sanayi faaliyetlerinin düşük düzeyde kaldığı Güney Sudan da Abyei’yi elinde tutmak için çaba sarfedecektir. Ngok Dinka kabilesinin yaşadığı bölge aynı zamanda kuzeyden gelen Mısıriye göçebelerin de uğrak yeri. 2004 yılında kuzey-güney tarafları arasında Kenya’da imzalanan protokol Abyei’ye özel statü tanımakta. Buna göre merkezi hükümet bölgede çıkan petrolden %50 pay alırken Güney Sudan hükümeti %42, Ngok Dinka kabilesi %2, Mısıriye göçebeleri %2, Bahr El Gazel eyaleti %2, Kurdufan eyaleti %2 pay almakta. Abyei de yaşayanlar Bahr El Gazel ve Kurdufan eyaletleri vatandaşı kabul edilmekte.

Sudan’da tarihi referandum yaklaşırken tansiyon giderek yükselmekte. Ekonomik kalkınmayı sürdürmek istiyen taraflar kuzey-güney arasına sıkışmış petrol zengini bölgeleri elde tutmanın hesabını yapmakta. İktidardaki Ulusal Kongre Partisi birleşme kampanyasını Güney Sudan’daki geniş kitlelere yayamazsa SPLM’in ayrılıkçı kampanyasının büyük destek görmesi kaçınılmaz. Ama asıl mücadelenin yaşandığı Abyei’de sonucun ne olacağını şimdiden kestirmek oldukça güç.